Yazanlarda |
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yaşar Nuri, 1950’lerden beri Türkiye’nin demokratikleşmesine
paralel olarak İslam’ın köylerden (göçle) çıkarak şehirlerde kültürel
ve politik hayatta görünür olmasını alabildiğine fanatik ve basmakalıp
bir ifade ile (Allah ile aldatma) yaftalamaktadır. Kitapta aklı başında
herkesin karşı çıkacağı dini-ahlaki bir suç/günah olan ‘din
istismarı’nın çerçevesini efradını cami, ağyarını mani şekilde
çizmeyerek sap ile samanı kasıtlı olarak karıştırmıştır.
İLHAMİ GÜLER
KENDİ yaptığından insanları men etmeye kalkışma; Hele daha büyüğünü yapıyorsan, yazıklar olsun sana. (‘La tenhe ‘an hulukin ve te’tiye mislehu, Arun aleyk, iza fealte azimun’. / el-Maarri)
Bütün
tarih boyu samimi dindarların yanı sıra din adamları / din bilginleri
ve o dine inananlar içinden bir grup da dinin sembolik kapitallerini,
simgelerini, değerlerini kişisel çıkarları için kullanmışlardır. ‘Din
istismarı’ denen olgu, dinler tarihi kadar eski ve yaygın bir
gerçektir. Bu tip, hem kurnaz hem de bağnazdır. Daha önceleri
Yahudilikte oluşan bu tipin bağnazlığını Hz. İsa şöyle ortaya koymuştu:
‘İki yüzlüler! Tek bir kişiyi dininize döndürmek için denizleri ve
kıtaları dolaşırsınız; fakat dininize döneni de (mümini) kendinizden
iki kat daha cehennemlik yaparsınız’ (Matta 23 /15).
Fransız tiyatro yazarı Moliere Tartuffe adlı
oyununda samimi dindar ve din istismarcısını şöyle tasvir eder: ‘Kimisi
yalandan kahramansa kimisi de yalandan dindardır. Nasıl gerçek
kahramanlar yaptıklarını orada burada anlatıp duranlar değilse,
peşlerinden gitmemiz gereken hakiki dindarlar da her şeye yüzünü
ekşiten yobazlar değildir ve yani, artık gerçek iman ile iki yüzlülük
arasında fark gözetmeyecek miyiz? İkisi için de aynı dili
kullanacaksınız. Yüze de maskeye de aynı değeri vereceksiniz.
Samimiyetle yapmacığı bir tutacaksınız, görüntüyle gerçeği birbirine
karıştırıp gölgelere gerçek adam gibi değer vereceksiniz. Sahte parayla
gerçeğini ayırt etmeyeceksiniz, artık öyle mi? (...) Dünyada inançlı
olmaktan daha büyük bir erdem, dindarlık gayretinden daha güzel, daha
soylu bir şey düşünemiyorum. Bu yüzdendir ki yalancı inançlarıyla göz
boyayanlardan, dine saygısızlıkları ve iki yüzlülükleriyle insanların
en kutsal şeylerini istismar eden inanç taklitçilerinden daha aşağılık
bir şey de düşünemiyorum. Ah o menfaat düşkünü, ikiyüzlü inanç
tacirleri yok mu, onlar, mevki ve itibar satın alırlar sahte
inançlarıyla. Bu adamlar öte dünya için çabalar gözüküp asıl bu dünyada
ceplerini doldururlar. Müthiş bir ağır başlılık ve yapmacılıkla
insanlara dünya nimetlerinden uzak durmayı öğütler, kendileri ise
saraylarda yaşarlar. Kendi kusurlarını da çok güzel kitabına
uydururlar. Fırsatçıdırlar, kinci, imansız, yapmacıktırlar. Birinin
ayağını kaydırmak için kendi kinlerini din perdesi ardına gizlerler
utanıp sıkılmadan. Bir hışımla en değer verdiğimiz şeyleri bize karşı
silah olarak kullanırlar ki en tehlikeli yanları da budur. Herkes
onların erdeminden kuşku duymadığından, hak yolunda adeta kutsal bir
kılıçla kesmiş olurlar bizi. Bu tür sahtekárlara çok sık rastlanır.’
‘Din tacirinin dini’
İslam filozofu El-Kindi ise Felsefi Risaleler’inde
bu tipi şöyle tasvir etmişti: ‘Saldırgan ve zalim bir düşmanlık
psikolojisinde olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri
(makamları, itibarları) korumak için elde edemedikleri ve çok uzağında
bulundukları insani faziletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları
(politik veya bürokratik) riyaset ve din tacirliğidir. Oysa kendileri
dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı
ise artık kendisinin değildir. Kim din tacirliği yaparsa onun dini
yoktur.’
‘Allah ile aldatma’ söylemini gerçek ‘anlamda’
anlayabilmek için, Nietzscheci anlamda ‘Bilgi-güç istenci’ arasındaki
ilişkiye dikkat etmek gerekir: ‘Bir şeyin anlamı, o şeyi kendine mal
eden, sömüren, onu sahiplenen ve anlamı onun içinde açıklanan güce
(iradeye) referansta bulunmaksızın bilinemez. Zira, herhangi bir
fenomen (Allah ile aldatma söylemi gibi), ideal olanın görüntüsü veya
hayaleti değil; anlamını, var olan bir gücün içinde bulan bir semptom
anlamında bir işarettir.’ (Küçükalp, Kasım, Heidegger ve Derrida
) Veya Foucaultcu anlamda ‘Nesne (örneğin Allah ile aldatma söylemi)
her zaman bir nesneleştirme sürecinin peşi sıra beliren bir kurgu
olarak kalır; bu yüzden de nesneye uygunluk, bu nesnenin kurulduğu
tarihsel kipliklere (güç ilişkileri) uygunluktan ibarettir. Burada
hakikat, elbette dar anlamıyla var değildir; ama onun yerine ‘Hakikat
oyunları’ vardır.’ (Revel, Judith. M. Foucault ) Özetle bir söylem, onu kuranın güç ilişkilerinden bağımsız olarak ele alınamaz.
Kurnazlık ve bağnazlık
İslam tarihinde din istismarının iki tipi: Kurnazlık (Muaviyeizm/ Makyavelizm) ve Bağnazlık (Haricilik): Bilindiği
gibi Muaviye iktidarı ele geçirmek için Hz. Ali ile giriştiği Sıffın
Savaşında karşı tarafı çözmek için askerlerinin süngüleri ucuna Kur’an
yaprakları taktırarak ‘Aramızda Kur’an hakem olsun’ hilesini uydurdu ve
başarılı oldu. Hariciler ise‘La hükme illa lillah: Allah’dan başka
hüküm veren/koyan yoktur’ diyerek Hz. Ali’yi tekfir ettiler ve korkunç
bir şiddete başvurdular. Bu iki kronik ve kadim tip, bütün dinlerin ve
İslamiyet’in de ezeli sorunu olmuştur. Siyasette ve ticarette bu iki
tip, saf halk yığınlarını sömürmüşlerdir ve sömürmektedirler. Bu yüzden
reel/günlük siyasette ve ticarette dince kutsal kabul edilen simge,
sembol, değer ve kavramlara (örneğin Allah, Kur’an, İslam, Din, Şeriat,
Hz. Muhammed, Sünnet, Kabe, Cami, Ezan vs.) sözlü ve yazılı olarak
aleni yer verilmemelidir. Bunların yeri sivil toplum olmalı. Yani din,
toplumun kültürel hayatında (bilim, düşünce, eğitim, medya, cemaat vs.)
yer almalı. Bu önerinin sebebi açıktır. Birincisi, dinsel söylemi
kullanan kişinin samimiyetinden veya kurnazlığından kolayca emin
olamayız. Çoğu zaman mağdur olduktan sonra bunu öğreniriz (Muaviye ve
İslami holding olaylarında olduğu gibi). İstismarcıyı yüzünden
tanıyabilmek için biraz feraset sahibi olmak gerekiyor. İkincisi,
bağnaz ve fanatik hep dogmatik olduğu için samimiyetle veya Allah
rızası için kolayca şiddete, baskıya ve zor’a başvurabilir. (Hariciler,
Kilise ve Türkiye’deki Hizbullah olayı gibi) Söylem düzeyinde de
kendisi gibi düşünmeyenler kolayca ‘tekfir’ edilir, aşağılanır ve
bağnaz kolayca kendini Allah’ın iradesi, hakikat, İslam ve Kur’an’ın
yerine koyar.
Dince kutsal olan simge, değer ve kavramların
yeri sivil toplum olmalı derken siyaset ve ticaretin Felsefi anlamda
seküler olan kişilerin iddia ettiği gibi ontolojik olarak dinden
bağımsız olması gerektiğini söylemiyoruz. İslamiyet’i bilenler
-oryantalistler bile- toplumsal hayatın (siyaset ve ticaretin de)
adalet ve hakkaniyet ile düzenlenmesinin İslam’ın ana sorunlarından
biri olduğunu bilir. Siyaset ve ticaret, adalet ve hakkaniyetin tenfizi
bağlamında İslam’ın ‘salih amel’ ve ‘emr-i bil ma’ruf ve nahye ani’l
munker’ ilkelerinin alanlarıdır. Binaenaleyh, buralardaki dil, dini
değil; makul ve ahlaki bir dil olmalı. Zira, İslami olan ile makul ve
ahlaki olan arasında bir çelişki yoktur. Çünkü İslam, tabii bir dindir.
Ahmet Altan’ın bir yazısında dediği gibi: ‘Din bu toplumun varoluş
temellerinden biri ve belki de en önemlisi. Onun için biz bunu (reel)
siyasetin dışına çıkartıp sosyolojik ve kültürel olarak aldığımız vakit
tekrardan kent dindarlığı doğar.’
Yaşar Nuri vakası ve ‘Allah ile aldatma’ söylemi: Yaşar
Nuri Öztürk, öncelikle bir ilahiyatçı ve Halkın Yükselişi Partisi’nin
Genel Başkanı olarak da politik bir figürdür ve politik arenada dini
dil ile politik dili mezcetmiş olarak konuşmaktadır. Daha önce
katıldığı CHP’den bu yüzden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Çünkü CHP
laik bir parti olarak bu karışık dile tahammül edememiştir. Partide
iken peygamberlerin getirdiği mesajın özünün ‘Sosyal Demokrasi’
olduğunu iddia eden Yaşar Nuri daha sonra bu kesimi üstü kapalı olarak
‘inkar-istismar tulumbasının inkar cephesi’ olarak niteleyip ‘Allah ile
aldatanlar’ cephesine katmıştır. (Allah ile Aldatmak, s.317)
Herkes, Yaşar Nuri hariç
Yaşar
Nuri, politikaya girdikten sonra din dilini kullanmaya devam etmekte,
bunu bir ‘vatan evladı’ ve ‘bir Kur’an mü’mini’nin halkı aydınlatması
olarak görmektedir. ‘Allah ile Aldatma’ kitabını da bu
bağlamda yazdığını iddia etmektedir. Kitabında din bilimci ve
politikacı kimliğiyle, ithamlarının, yaftalarının delaletlerini
mahsusen öylesine geniş, daha doğrusu ‘sığ’ bırakmaktadır ki, neredeyse
kendinden başka ‘Allah’ diyen herkes ‘Allah ile aldatan’ konumunda
düşmektedir. Türkiye’de Allah ile aldatma konumundan istisna edilecek
tek kişi Atatürk, tek kurum da TSK’dır. Ele alacağımız söylem
analizinde politik bir figür olarak dini söyleme başvurmasının bir
‘kurnazlık’ (Muviye), yani mal, mülk, para, güç, çıkar, itibar
içerip-içermediğini halkın irfanına, Yaşar Nuri’nin de vicdanına
bırakıyorum. Ancak, bu söylemin açık bir bağnazlık (Haricilik) içerdiği
de çok açık.
Yazar, genel olarak söyleminde Muhammed Mustafa
ile Mustafa Kemal’i kalkan; TSK’yı ise arkasını yaslayacağı bir güç
odağı olarak kullanmaktadır. Kitaptaki üslubunda tıpkı Haricilerdeki
gibi, kendi aklı ve yorum gücü ile Kur’an- İslam ve Allah arasına bir
milim bile mesafe bırakmadan yüzde yüz örtüştürmektedir. Nitekim
konuşma ve yazılarında sık kullandığı: ‘Ben söylemiyorum; Kur’an
söylüyor’ ifadesi ve kitaplarından birinin ismi (Kur’an’daki İslam)
bunu göstermektedir. Geriye kalan her şey ve herkes ise -hadisler,
alimler ve herkes- hak ettiği oranda uydurmacılıktan, sapıklıktan,
kahpelikten, karadulluktan, hainlikten, müşriklikten, istismarcılıktan
vs. pay almaktadır veya kendi fikirleriyle örtüştüğü oranda da ondan
övgü almaktadır. Açıktan Hariciler gibi kimseyi ‘tekfir’ etmemekle
birlikte, Kur’an’da kafirler için kullanılan bir çok ifadeyi
Türkiye’deki Müslümanları itham etmek için kullanmakta beis görmemekte.
Bu bağlamda Haricilerin ‘La hukme illa lillah’ şeklindeki
ibareyi slogan haline getirip ortalığı kasıp kavurmalarıyla, Yaşar
Nuri’nin ‘Allah ile aldatma’ ifadesini sloganlaştırarak neredeyse tüm
muhafazakárları ‘mürşit kılıklı müşrik’, ‘İdris kılıklı iblis’, ‘şeytan
evliyası’.... haline getirmesi arasında hiçbir fark yoktur. Önce
sloganlaştırılan ifadenin Kur’an’daki bağlamından başlayalım.
1-’Allah ile Aldatma’ ifadesinin Kur’ani bağlamı: İfadenin
Arapça aslı şöyle: ‘Vela yağurrannekum billahi’l ğarur’ (Kur’an,31/33,
35/5, 57/14) Türkçesi, ‘Aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın’ Taberi’ye
göre ‘ğarur ( aldatıcı)’, kişiyi manevi/ ahlaki anlamda saptıran
herhangi bir şeydir. Bu, şeytan, insan veya bir kavram olabilir.
Zemahşeri’ye göre ise ‘ğarur’ şeytandır. Türkçeye ‘Allah ile’ diye
çevrilen ‘billahi’ ifadesini ise Taberi, Bağavi ve Zemahşeri ‘kasıtlı
olarak bir günah işlemesi halinde Allah’ın affedeceği şeklindeki
avutucu düşünceler’ olarak anlamışlardır. (Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı)
Dolaysıyla, bu uyarının asıl muhatabı, dini inancı olduğu halde dindar
olmayan insanlardır. İfadenin gerçek anlamının bu olması, dindar
kılıklı insanların veya kimi din bilginlerinin/ din adamlarının Allah
dahil, Ahiret, Kur’an, İslam gibi kavramları kullanarak din istismarı
yapmadıkları anlamına gelmiyor. Kitaptaki iddiaların tümüne katılmıyor
değiliz. Üzerinde durduğumuz konu Yaşar Nuri’nin çağdaş, harici/bağnaz,
dogmatik zihniyeti.
Dogmatik zihniyet
2-Allah ile Aldatanların Türkiye’deki kapsamı: Allah
ile aldatmanın uluslararası tezgahı ‘Dinlerarası diyalog, ılımlı İslam,
Halifecilik, Osmanlıcılık ve Rum Ortodoksların Ekümeniklik iddiası ise
(s 267-307); Türkiye’deki aktörleri, öncüleri ve uygulayıcıları
kimlerdir? Yaşar Nuri’ye göre ‘Allah ile aldatmanın değişik maskeler
kullanan çok çeşitli destek kuruluşları vardır... Bunların ortak
özelliği din söylemini kullanmalarıdır. Örneğin, Milli Görüş,
Fetullahçılar, Süleymancılar, Radikal İslamcı örgütler, Allah ile
aldatmayı en ileri boyutta kullanan AKP, Diyanet, 700 civarındaki
İmam-Hatip okulu, 30 civarındaki ilahiyat fakültesi, 100 bin
civarındaki cami de Allah ile aldatma hareketinde şöyle veya böyle az
veya çok kullanılmaktadır.’ ( s 49-50) El-insaf, dinle şu ya da bu
şekilde ilgilenenlerden dışarıda Yaşar Nuri’den başka kim kaldı? Yaşar
Nuri, 1950’lerden itibaren Türkiye’nin demokratikleşmesine paralel
olarak İslam’ın köylerden (göçle) çıkarak şehirlerde kültürel ve
politik hayatta görünür hale gelmesini alabildiğine fanatik ve
basmakalıp bir ifade ile (Allah ile aldatma) yaftalamaktadır. Kitapta
aklı başında her müminin karşı çıkacağı dini-ahlaki bir suç/günah olan
‘din istismarı’nın çerçevesi efradını cami ve ağyarını mani bir şekilde
çizilmediği için sap ile saman, istismar ile dindarlık, dini
özgürlüklerin genişletilmesi talebi ile politik rant birbirine kasıtlı
olarak karıştırılmıştır.
Mescid-i dırar yaftası
3-Allah ile aldatanlar ve küfür yaftaları: Bütün
bu yukarıdaki zümreler Yaşar Nuri’ye göre Kur’an’ın ifadeleriyle
‘Şeytan’ın Evliyası’ (7/27,30) ‘Şeytan’ın Orduları’ (42/95), Evliya
patentli din tüccarları, Şeytanın özel ekibi (Hizbuşşeytan, 58/19), Hz.
İdris kisvesine bürünmüş İblisler, Kahpe Karadul (Örümcek, 29/41) ve
Mürşit lakaplı Müşriklerdir. (28-32)
Medine’de Bizans’la
işbirliği yapan münafıkların yaptırdığı bir mescid vardı. Tevbe
Suresinin 107-109 ayetlerinde bu münafıklar eleştirilir ve yaptıkları
mescid ‘Mescid-i Dırar’ diye anılır. Yaşar Nuri’ye göre bugün
Türkiye’deki bütün camiler ‘mescid-i dırar’dır’ şöyle diyor: ‘Mescitte
oraya devam etmeyenlerden (Alevi ve Ateistleri kastediyor) alınan
paralarla (vergilerle) hizmet verilmesi de mescidi ‘dırar mescidi’ne
çevirir. Bugün Türkiye’de camileri dırar mescidine çeviren bir numaralı
sebep budur. Tüm toplumun verdiği paralardan maaş alan insanlar,
mescitlere gelen bazı insanlara hizmet vermekte ve bu o mescitleri bazı
insanlara zarar veren mescide dönüştürmektedir. Oralarda yapılan
ibadetler İslam fıkhına göre fasittir. (178) Burada insanın aklına
hemen şu geliyor: Devlete her vergi veren insan devletin her maaşlı
memurundan hizmet alabiliyor mu ve almak durumunda mıdır? Örneğin,
Anadolu insanının yüzde kaçı devletin turizm teşvik fonlarından verilen
paralardan faydalanıyor? Buna benzer yüzlerce örnek verilebilir. Alevi
vatandaşlarımızdan alınan vergilerden camilerin finansa edilmesi ahlaki
bağlamda tartışılabilir. Bu, ayrı bir mevzudur. Yaşar Nuri’nin
sorumsuzca, harici bir mantıkla yaptığı ise Türkiye’deki bütün camileri
Medine’deki münafıkların inşa ettiği ‘Mescid-i Dırar’la
aynileştirmektir.
Dinin kaynakları bahsi
4-Harici Mantık: Sünnilik,
dinde ‘hüküm koyma’ otoritesi (hiyerarşisi) ve kaynaklarını dört olarak
koymuştur. (Edille-i Şer’iyye, Edille-i Erbraa): 1. Kitap, 2. Sünnet,
3. İcma, 4. Akıl (kıyas). Mutezile, bu kaynakları kitap ve akıl olarak
temellendirir. Hariciler ise: ‘La hukme illalillah yani Allah’tan başka
hüküm (teşri) kaynağı yok’ diyerek kendi fanatik, kıt ve dogmatik
akıllarıyla yaptıkları yorumları ‘Allah’ın hükmü /Kur’an’ın hükmü’
olarak görüyorlardı. Yaşar Nuri’nin mantığı tam da budur.
Şöyle
diyor: ‘Ancak, işlenen günah Allah’ın yetkilerini kullanmak, dinde
buyruk makamı gibi davranmak, dine (Kur’an’a) hükümler eklemek,
kısacası dinde tesrii yetkisini kullanmaktan kaynaklanıyorsa, bunun adı
sadece günah değil, Allah’a iftiradır ki, zulüm ve şirkin en lanetli
türüdür’ (s.52) Müellif, bu fikirlerine En-am Suresinde iki kez
tekrarlanan (93,144) ‘Allah’a iftira etmek’ ifadesini ilgisiz olarak
mesned ediniyor.
Oysa Musa Carullah’ın dediği gibi, birçok
Kur’an hükmü Hz. Muhammed’in ve arkadaşlarının önceki içtihatlarına
istinaden gelmiştir. ‘Muvafakat-ı Ömer: Hz. Ömer’i onaylayan ayetler’
tabiri bunu ifade eder. İslam düşünce tarihinde Haricilerden başka ‘Din
yalnızca Kur’andır, ondan başka kaynak yoktur’ diyen kimse yoktur.
Vahhabiler bile ‘Sünnet’i İslam’ın ikinci hüküm kaynağı sayarlar.
Sonuç
olarak, CHP, daha önce Yaşar Nuri’nin din dili ile reel politikanın
ihtiras dolu günlük dilini mezceden üslubunun doğurabileceği
tehlikeleri görerek, yaşayarak onu partiden ayrılmak zorunda bıraktı.
Bugün muhafazakárlara karşı istihdam edilen bu Harici üsluptan hoşlanan
kesimler şunu iyi bilmelidirler ki, bu insafsız üslup ve dil, CHP yi
affetmediği gibi kendilerini de affetmeyecektir. Çünkü Hariciler, önce
komutanları olan Hz. Ali’yi öldürmüşlerdi.
[email protected]
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
ŞiaRıM-KuRaN Uzman Uye
Katılma Tarihi: 26 aralik 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 124
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İLHAMİ GÜLER
KENDİ yaptığından insanları men etmeye kalkışma; Hele daha büyüğünü yapıyorsan, yazıklar olsun sana. (‘La tenhe ‘an hulukin ve te’tiye mislehu, Arun aleyk, iza fealte azimun’. / el-Maarri)
Herkes, Yaşar Nuri hariç
Yaşar Nuri, politikaya girdikten sonra din dilini kullanmaya devam etmekte, bunu bir ‘vatan evladı’ ve ‘bir Kur’an mü’mini’nin halkı aydınlatması olarak görmektedir. ‘Allah ile Aldatma’ kitabını da bu bağlamda yazdığını iddia etmektedir. Kitabında din bilimci ve politikacı kimliğiyle, ithamlarının, yaftalarının delaletlerini mahsusen öylesine geniş, daha doğrusu ‘sığ’ bırakmaktadır ki, neredeyse kendinden başka ‘Allah’ diyen herkes ‘Allah ile aldatan’ konumunda düşmektedir. Türkiye’de Allah ile aldatma konumundan istisna edilecek tek kişi Atatürk, tek kurum da TSK’dır. Ele alacağımız söylem analizinde politik bir figür olarak dini söyleme başvurmasının bir ‘kurnazlık’ (Muviye), yani mal, mülk, para, güç, çıkar, itibar içerip-içermediğini halkın irfanına, Yaşar Nuri’nin de vicdanına bırakıyorum. Ancak, bu söylemin açık bir bağnazlık (Haricilik) içerdiği de çok açık.
Yazar, genel olarak söyleminde Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal’i kalkan; TSK’yı ise arkasını yaslayacağı bir güç odağı olarak kullanmaktadır. Kitaptaki üslubunda tıpkı Haricilerdeki gibi, kendi aklı ve yorum gücü ile Kur’an- İslam ve Allah arasına bir milim bile mesafe bırakmadan yüzde yüz örtüştürmektedir. Nitekim konuşma ve yazılarında sık kullandığı: ‘Ben söylemiyorum; Kur’an söylüyor’ ifadesi ve kitaplarından birinin ismi (Kur’an’daki İslam) bunu göstermektedir. Geriye kalan her şey ve herkes ise -hadisler, alimler ve herkes- hak ettiği oranda uydurmacılıktan, sapıklıktan, kahpelikten, karadulluktan, hainlikten, müşriklikten, istismarcılıktan vs. pay almaktadır veya kendi fikirleriyle örtüştüğü oranda da ondan övgü almaktadır. Açıktan Hariciler gibi kimseyi ‘tekfir’ etmemekle birlikte, Kur’an’da kafirler için kullanılan bir çok ifadeyi Türkiye’deki Müslümanları itham etmek için kullanmakta beis görmemekte.
Bu bağlamda Haricilerin ‘La hukme illa lillah’ şeklindeki ibareyi slogan haline getirip ortalığı kasıp kavurmalarıyla, Yaşar Nuri’nin ‘Allah ile aldatma’ ifadesini sloganlaştırarak neredeyse tüm muhafazakárları ‘mürşit kılıklı müşrik’, ‘İdris kılıklı iblis’, ‘şeytan evliyası’.... haline getirmesi arasında hiçbir fark yoktur. Önce sloganlaştırılan ifadenin Kur’an’daki bağlamından başlayalım.
1-’Allah ile Aldatma’ ifadesinin Kur’ani bağlamı: İfadenin Arapça aslı şöyle: ‘Vela yağurrannekum billahi’l ğarur’ (Kur’an,31/33, 35/5, 57/14) Türkçesi, ‘Aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın’ Taberi’ye göre ‘ğarur ( aldatıcı)’, kişiyi manevi/ ahlaki anlamda saptıran herhangi bir şeydir. Bu, şeytan, insan veya bir kavram olabilir. Zemahşeri’ye göre ise ‘ğarur’ şeytandır. Türkçeye ‘Allah ile’ diye çevrilen ‘billahi’ ifadesini ise Taberi, Bağavi ve Zemahşeri ‘kasıtlı olarak bir günah işlemesi halinde Allah’ın affedeceği şeklindeki avutucu düşünceler’ olarak anlamışlardır. (Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı) Dolaysıyla, bu uyarının asıl muhatabı, dini inancı olduğu halde dindar olmayan insanlardır. İfadenin gerçek anlamının bu olması, dindar kılıklı insanların veya kimi din bilginlerinin/ din adamlarının Allah dahil, Ahiret, Kur’an, İslam gibi kavramları kullanarak din istismarı yapmadıkları anlamına gelmiyor. Kitaptaki iddiaların tümüne katılmıyor değiliz. Üzerinde durduğumuz konu Yaşar Nuri’nin çağdaş, harici/bağnaz, dogmatik zihniyeti.
Sonuç olarak, CHP, daha önce Yaşar Nuri’nin din dili ile reel politikanın ihtiras dolu günlük dilini mezceden üslubunun doğurabileceği tehlikeleri görerek, yaşayarak onu partiden ayrılmak zorunda bıraktı. Bugün muhafazakárlara karşı istihdam edilen bu Harici üsluptan hoşlanan kesimler şunu iyi bilmelidirler ki, bu insafsız üslup ve dil, CHP yi affetmediği gibi kendilerini de affetmeyecektir. Çünkü Hariciler, önce komutanları olan Hz. Ali’yi öldürmüşlerdi.
[email protected][/QUOTE]
Yaşar Nuri hocanın amacının ne olduğunu hep merak ettiğim için her zaman yazılarını ve hakkında yazılanları okuyup objektif olarak değerlendirmeye çalışmışımdır.Son zamanda siyasetteki davranışları ve din hakkında söyledıklerı çelişmeye başlayınca haliyle kafamda soru işaretleri oluşmaya başladı.İlhami Gülerin ve R.İhsan Eliaçık'ın yazdıklarını okuyunca Yaşar Hocayı şimdi daha iyi tanıyor, din ve siyasette bu konumda bulunan bır ınsanın amacının ne olduğunu daha iyi anlıyorum.Bazı değerli arkadaşlardan ricam körü körüne savunmak yerine tarafsız olarak okuyup değerlendirmeleri.Sadece tarafsız ve objektif.Rabbim iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış versin hepimize inşaAllah.Teşekkürler Adalet kardeş paylaşımın için.
SELAMETLE...
__________________ ZÜMER-2739/27 Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
|
Yukarı dön |
|
|
Muhsin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 subat 2007 Gönderilenler: 401
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,gerceklerlerle yüzyüze gelmek,bazilarina cok aci geliyor nedense.Oysa aklimizi ŞiaRıM-KuRaN,yazdigi :Rabbim iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış versin hepimize inşaAllah diliyorum,cümleten.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|