Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Namazcı Hafız (Değerlerin Derece Düzeni III)
Müstağni nefse teslimiyet telkin etmesi gereken kurban, mahiyeti zorlandığında aşağılama, incitme ve açgözlülük ahlakına hizmet edebilir. Bu nedenle yüce kitap, kurbanların et ve kanlarının değil, kurbancının takvasının Allah’a ereceğini söyler. (Hacc 22/33)
Her biri yüzer taneli yedi başak veren bir tane gibi olan zekât bile mahiyeti zorlandığında bol yağmurun cascavlak bırakacağı topraklı bir kaya gibi olabilir. Bu nedenle yüce kitap, iyi bir sözün, ardından başa kakma ve incitme gelecek sadakadan daha hayırlı olduğunu söyler. (Bakara 2/262-4)
“Kılınan namaz” da, zorlanan kurban ve zorlanan zekât gibidir.
“Namaz” isminin ve “Kılma” eyleminin Kur’ân dilinde karşılığı olan harfler, hayatın her alanında kullanılan diğer bazı anlamların da kaynağıdır. Oysa bugün Türkçemizde, namaz sadece bilinen bir formun adıdır. Kılma fiili de sadece namaz için kullanılmaktadır.
Bu nedenle, kılmak deyince sadece namazı hatırlayan, namaz deyince de sadece o formu anlayan bir toplumda, “Namaz kıldım” diyen kişinin gerçekten ne yapmış olduğu değil, sadece bilinen o simgesel hareketleri yapmış olduğu anlaşılmaktadır.
Böylece daha işin başında, kişinin mahiyeti anlaşılan diğer bütün işleri bir yanda, namazı başka bir yanda olur. Kıldığı namaz, diğer bütün fiillerinden soyutlanır. Zikir kıvamına ulaşamaz, kötülüklerden uzaklaştıramaz, hayatı diriltemez.
Mahiyeti zorlanan yahut dondurularak putlaştırılan her şey böyledir.
Su kaynatılırsa buharlaşır, soğutulunca buzlaşır. Buhar ve buz da bu hâlleriyle susuzluk gideremez.
Çocukluk çağında ezberlenen ant ve marşlar, ilerde istiklal mücadelesiyle anlamlandırılmadıkça, kişinin hayatında değeri olmayan birer simge olarak kalmaya mahkûmdur.
Dinde Yahudileşme ve Hıristiyanlaşma da, dinin mahiyetinin zorlanmasının ve dondurularak putlaştırılmasının kalıcı örnekleridir.
Kur’ân’ın iman ve sâlih ameli sürekli birlikte zikretmesi işte bu iki gidişe son uyarıdır.
Dînî hayat tartışılırken çeşitli göstergeler üzerinde durulur ve sonunda hep cami cemaatinin çoğalması, dini hayatın artmasına kanıt getirilir. İmanı dondurarak ibadetlerden arındıran Hıristiyanlaşmaya nispetle bu doğru bir tespittir. Ancak ibadetlerin mahiyetini zorlayan Yahudileşmeye nispetle doğru olup olmadığı tartışılabilir.
Nitekim namazcı hafız durumu kötü görmekte, bu nedenle her fırsatta “Evet, cemaat çoğalmış görünüyor ama namazlarında hiç de tadili erkân yok, bu olmayınca namaz da olmaz” diyerek itiraz etmektedir. Namazın altı farzı bulunduğunu, bu farzları dosdoğru yapmak gerektiğini anlatmakta ve buna da “Tadili erkân” demektedir.
Hafız, aslında namazın bir İslamlaşma göstergesi olduğunu kabul etmektedir. Ne var ki kul hakkı aşırmada uzmanlaşan kimseleri her gördüğünde, nefsin İslamlaşması için bunun yeterli olmadığını da anlamakta ve bu nedenle namazı ancak “tadil-i erkân” ın kıvama erdireceğini ileri sürmektedir.
Ancak namazcı hafızın “tadili erkân” dediği şey, gerçekte sadece kendi mezhebinin, sadece bir âliminin ve sadece namazla ilgili tam bin sayfalık bir kitabının öğretisidir.
Oysa namazın son şeklinin son Elçi tarafından tashih ve tekmil edildiğini, bu şekli tespit eden haberlerin tamamının on dosya kâğıdına sığabilecek kadar az olduğunu, İlahî melikiyet değişmedikçe de bu şeklin asla değişmemesi gerektiğini bilmektedir.
Kaldı ki namazcı hafız, bin tadili erkânla bile, bir tek tadili amel olamadığını bizzat tecrübe etmekte ve olamayacağını da çok iyi bilmektedir.
Peki, namazı ancak zekâtın tadil edebileceğini, yüce kitabın bunu açıkça tebyin ettiğini bilmiyor mudur?
“Gördün mü dini yalanlayanı! Şu yetimi itip kakanı, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyeni! Öyleyse, vay o “namaz kılanlar”a ki onlar “namaz”larından gafiller, onlar gösteriş yaparlar, ev aletlerini (en küçük yardımı) bile engellerler.” (Mâ’ûn Suresi)
Devam edecek
[email protected]
|