HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: SANAYİ VE TEKNOLOJİ:NEREYE KADAR? Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

     Kirliliğin küreselleşmesi

Küreselleşme' olur mu, olmaz mı, var mıdır, yok mudur...

Biz tartışaduralım, 'kirli küreselleşme', adım adım ilerliyor. "Ürperme verir hayâle sık sık,/Hep bir kapıdan giren karanlık,/Çok belli ayak sesinden artık" dediği gibi şairin, çevre kirliliğinin ayak seslerini işitmemek mümkün değil.

Bir yağmur yağıyor, 40 ölü. Uzmanlar uyarıyor: "Bundan sonra hep böyle olacak. İklimler değişiyor, hazırlıklı olalım."

Sanayileşmiş ülkeler, özellikle de ABD, sorumsuzca üretiyor ve tüketiyor. 'Maliyeti artıracak' diye önlem almıyor.

Bu konuda hazırlanmış uluslararası anlaşmalara imza atmıyor. Sonuç olarak bunun cezasını bütün dünya çekiyor.

'Kirliliğin küreselleşmesi' diğer küreselleşmelerden farklı. Sermayenin, işgücünün, iletişimin.. küreselleşmelerine bir dereceye kadar engel olabilir veya yön verebiliriz. Ama kirliliğin küreselleşmesi öyle değil işte. Hava sıcaklığını yasaklayamayız, sınırdan geri çeviremeyiz. Denizler kirleniyorsa kendi karasularımızı temiz tutamayız.

Ağır ağır Yeni Zelanda'ya doğru ilerleyen buzullar gibi. Bu buzdağlarını geri çevirmek için ne yapsanız işe yaramaz artık.

Bütün olup bitenin dramatik yanı, üretimi ve tüketimi gerçekleştiren zengin ülkelerin çevre sorunundan daha az etkilenirken, bu pisliklerin bir kısmının fakir ülkelere yönelmesidir. Bu durum, Hollanda'dan gönderilen zehirli atıklarda olduğu gibi bilinçli de olabilir, aşırı yağışlara neden olan atmosferik olaylarda olduğu gibi doğal da olabilir.

 Ve bu sürecin değişeceğine ilişkin bir kanıt (şimdilik) bulunmuyor. Tam tersine, 'ekonomik büyümenin cazibesine' kapılıp giden Çin, Hindistan, Meksika, Brezilya, Türkiye gibi ülkelerin katkılarıyla sorun daha da artacağa benzer. Çin'in ekonomisinin, 40 sene sonra ABD'yi de geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağı tahmin ediliyor. Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan da hızla gelişiyor.

Kimse bu ülkeleri ekonomik bakımdan geliştiği için kınayamaz. En doğal haklarıdır. Fakat ekonomik gelişmenin yayılmasıyla birlikte ortaya çıkacak olan katmerli çevre sorunları ne olacak, buna pek aldıran yok.
Ve şu paradoks gittikçe daha da belirginleşecek: Çevre sorunlarını yaratan ülkelerle bu sorunlardan zarar gören ülkeler çoğu kez farklı olabiliyor. Bu durum ahlaki açıdan kabul edilemez. En azından çevre sorunlarıyla karşılaşan ülkelerin, bu sorunları üreten ülkeler üzerinde bir yaptırım haklarının olması, tazminat veya düzeltme talebinde bulunabilmeleri gerekmez mi? Veya bu tür uluslararası sorunların çözümü için güçlü uluslararası kurumların ve mekanizmaların geliştirilmesi doğru olmaz mı?

Küresel sorunlara ulusal çözümler üretmek çok zor gözüküyor. Çevre küresel bir soruna dönüştüyse, çözümün de küresel olması gerekiyor.
Ne dediğinizi duyar gibiyim: "İyi hoş da dünyayı hâlâ ulus-devletler yönetiyor. Bu devletler neden egemenlik alanlarını daraltsınlar ki?"
Dünyanın büyük ülkeleri, geleceği görebilen büyük liderlere muhtaç. En büyük eksikliğini çektiğimiz şeylerden birisi de budur.(Türker Alkan)




__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

ABD seçimlerinden arta kalanlar

[email protected]

 

Tüm dünyada ABD seçimleri, tıpkı bir Hollywood filmi seyredermişçesine yoğun bir ilgi ve merakla izlenir. Birçok insan kendi ülkesindeki seçimler süresince yaşamadığı heyecanı, bu seçimler boyunca hisseder. Bu ülkede Başkan seçilir, Temsilciler Meclisi üyeleri seçilir, Senato üyeleri seçilir, valiler seçilir, belediye başkanları seçilir; kısaca seçilir de seçilir. ABD bir seçimler ülkesidir ve insanlar her dönem ya seçime hazırlanırlar, ya seçim sonuçlarını kutlarlar ya da seçim sonrasını değerlendirirler.

Seçimlerin kendine ait bir endüstrisi de var, kuşkusuz. Milyarlarca dolarlık ekonomisiyle sürekli yenilenen iletişim stratejileriyle, siyaset ve imaj tasarımlarıyla ve kutlamalar sırasında atılacak konfetilerin renklerinden balonların büyüklüğüne kadar her şeyi en ince ayrıntılarına kadar planlayan profesyoneller ordusuyla seçimler, ABD'deki en önemli sektörlerden birisi. Kampanya boyunca yapılan harcamaların, destekçilerden sağlanması yasal. Yani bir sanayicinin bir partiyi desteklemesi için el altından, gizli kapaklı müdahaleler yapması gerekmiyor. Her şey aleni, verilenler rüşvet olarak falan da kabul edilmiyor. Federal Seçim Komisyonu'nun (FEC) finans raporlarına göre Kongre adaylarının kampanyaya katkıda bulunmak isteyenlerden topladığı paraların miktarı 1.14 milyar doları bulmuş, Senato üye adayları ise 457.4 milyon dolar toplamışlar. Milyarlarca dolarlık seçim bütçesi, yüzbinlerce insana ekmek kapısı sağlamış. Kısaca seçimler ve demokrasi de kapitalist üretim süreçlerinin bir parçası haline gelmiş. Maazallah Cumhuriyeti lağvedip, monarşiye geçiş yapmaya kalkılsa, önce seçim profesyonellerinin devrimci direnişi ile karşılaşılacağı kesin!

ABD'de seçim kampanyaları bir şenlik ortamında geçmekte. Sandıklar açılmaya başladığındaki görüntüler ise her zaman bir sinema filmi tadında. Hüzün ve sevinç; zafer ve yenilgi bir arada. Müthiş bir mücadeleden sonra rakiplerin el ele görüntüler vererek, Amerikan değerlerine bağlılıklarını ve uzlaşma kültürünü ne kadar benimsediklerini göstermeleri ise neredeyse bir mecburiyet. Nitekim 7 Kasım seçimlerinin sonrası Cumhuriyetçi Beyaz Saray yönetiminin yenilgiyi hemen kabul etmiş olması, sisteme ne kadar bağlı olduklarının bir göstergesi.

Seçim sonuçları Cumhuriyetçilerin 12 yıldır ellerinde bulundurdukları Temsilciler Meclisi'ndeki üstünlüğü kaybetmeleri anlamını taşıyor. Bu durumda Cumhuriyetçi başkan, Demokrat Kongre ile uyumlu bir çalışma sergilemek zorunda. Başkan ve Kongre'nin farklı partilerden seçilmesi ABD'de ilk değil elbette. Hatta birçokları tarafından bir fren denge mekanizması oluşturduğu için daha verimli olarak da kabul ediliyor.

Ancak son seçimler ABD tarihindeki en önemli seçimlerden birisi olarak kabul ediliyor. Zira Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında her dönem belirli bir politika farkı olmasına karşın, böyle bir öfke birikimi fazla görülmüş değil. Üstelik bu öfke yalnızca Demokratlarda değil, Cumhuriyetçilerde de gözlenebiliyor. Seçim başarısızlığının Partinin aşırı sağa kayması ve yoldan çıkması nedeniyle olduğunu düşünenler çoğunlukta. Çoğunluğa göre George Bush artık bir topal ördek ve özellikle dış politikadaki başarısızlığı halk tarafından tescil edildiği için bir adım geride durmak zorunda. Irak Savaşı'nın kurbanlarının arasına Neo-Conlar da katılacak gibi görünüyor.

Ancak ABD'nin bu sonuçla Irak'tan tamamen çekileceğini düşünmek hatalı bir yaklaşım. Genelde bilinenin aksine ABD'de 'savaş mı istiyorsun, demokratlara oy ver' söylemi geçerli. Demokratların Cumhuriyetçilerden farkı, yaptıkları savaşları güvenlik değil, insanlık namına yürüttüklerini söylemeleri. Hatırlarsak ABD her iki dünya savaşına da Demokrat başkanların döneminde girdi. Soğuk Savaş, Kore Savaşı ve Vietnam savaşları Demokratlar tarafından başlatıldı. Kısaca Demokratların barışçı olduklarını zannetmek, manasız. Zaten bugün de ABD'de hiç kimse savaşa neden girildiğini sormuyor; herkes savaşın neden kazanılamadığının derdinde.


__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

                Kendini yiyen insan

    Mitolojide kendi kuyruğunu ısıran bir ejder motifi var. Bunu ben günümüz insanına benzetiyorum. Günümüz insanı: Yani Batı Medeniyet-bilim ve değerlerinin, hedeflerinin, ahlâkının, siyasetinin vb. oluşturduğu toplumun insanı. Bu insanın (zihniyetin) insanlığa teklifi tek cümle ile ifade edilebilir: Ne kadar tüketiyorsan o kadar mutlusun. Ötesi yok. Öte dünya yok. Hesap günü falan yok. Gün bu gün, saat bu saat. Bu insan güce hayrandır, güç (iktidar) peşindedir. Felsefesi, bilimi, sanatı her eylemi bu hedefe ulaşmak içindir. Güçle gelen konfordur. Daha iyi bir hayat, daha çok haz, daha fazla hız. Nefsin emrinde bir hayat tarzı. Nefis ise kolay tatmin olmuyor, belki de hiç tatmin olmuyor.

Tüketimin ham maddesi dünyadır. Bu insan dünyayı bitmek bilmez bir iştiha ile sömürüyor. Toprağı, suyu, havayı, ormanları, hayvanları, denizleri yok ediyor. Dünyanın önemli iklimbilimcilerinden James Hansen atmosferdeki karbon akışını tersine çevirmek için en çok on yılımız kaldığını söylemiş. Büyüme küreseldir; kirlenme de küresel. Kalkınma ve ilerleme, küreseldir. Çaresizlik de küresel. Küresel meselelerle ancak “küresel mücadele” yapılabilir. Ama nerde? O çare bildiğimiz BM'nin hiçbir işe yaramadığını gördük.

Her neyse uzatmayalım insan eli ile oluşan kıyamet adım adım yaklaşıyor. Bizler bu tablo önünde Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da, Afganistan'da olup-bitenleri seyrediyoruz.

Dünyada “gün tayin etme” modası var. “İklim değişikliklerine karşı küresel eylem günü” bile varmış.

Böyle günlerde bir kısım duyarlı insanlar ellerinde pankartlar ile yürüyor, konuşmalar yapıyor. Ben de diyorum ki; Bu konuşmalardan biri meselâ “Petrol savaşları”na karşı değil; bizatihi “petrol kullanmaya” karşı olsun. Petrol ürünlerine, havayı kirleten sanayiye, üretim artışına, kalkınma ve ilerleme efsanelerine karşı olsun. O zaman denecektir ki; işsizlik artar, fabrikalar durur, dünyanın dengesi bozulur, kaos olur. Doğrudur olur. Ama şu da olur. İnsanlar 24 gömlek giyeceklerine dört gömlekle yetinirler. Daha küçük evlerde otururlar. Otomobil kullanmazlar, daha az yerler, aza kanaat ederler. Tüketim ekonomisi yerine dünyaya kanaat ekonomisi hakim olur.

Bu bir fikirdir. Bir ideal. Olmayacak dua. Ama siz yine de amin deyin. Fikirsiz ve alternatifsiz kalmış dünyaya bir tekliftir. Üstelik yeni de değildir. Eskiden yaşanmış, sonra unutulmuş bir gelenektir. Peki güç sahipleri buna izin verir mi? Günümüz insanı (güçlüler) sahip olduğu konforu terk eder mi? Çoğu elde etmeye şartlanmış kişiler, bunun için savaşanlar, azla yetinmek için savaşı bırakıp tezlerini terk eder mi: terk etmez. Ama tabiat onları yola getirir. Bakınız Türkiye'de göller birer birer kuruyor, nehirlerimizde balık ölümleri oluyor, toprak süratle kirleniyor, yirmi otuz sene sonra su da bulunmayacak. Ee, o zaman ne olacak? Yoksullaşacağız, azla yetinmeye mecbur kalacağız.

Günümüz insanı “yoksulluk” konusunda da komik teklifler sunuyor. Meselâ Birleşmiş Milletler Bin Yıl Komitesi insanları mutlak yoksullukla mücadele için ayağa kalkmaya davet ediyor. Yanlış anlamayın bu bir miting, yürüyüş, teşkilat kurmak vb. değil. Sadece o gün, o saatte oturduğunuz yerde ayağa kalkıp bir dakikalık anma duruşunda bulunacaksınız.

Yürüyüşler, oturup-kalkmalar-filan. Bunlarla akan su geri çevrilmez. Muhalif olanlar gerçekten bu medeniyetin, bu bilimin, bu felsefenin, bu hayat tarzının redcileri olmalılar.

Modern teknolojiyi toptan reddetmeliler. Bunu doğuran felsefe-bilimi reddetmeliler. Bunu yürüten hukuku reddetmeliler. Konforu, tüketimi lanetleyip tek bir buğday tanesini bile hesap etmeliler. İsrafı, çılgınlığı, eğlence sanayiini finanse eden kaynakların tamamını dünyanın yoksul ülkelerine göndermeliler. R. Graudy de benzer biçimde haykırıyor:

-İçinde Allah'ın bulunmadığı ekonominizin vahşi usul ve uygulamalarını artık istemiyoruz.

-İçinde Allah'ın bulunmadığı siyasetlerinizi, milliyetçiliklerinizi, bloklarınızı, terör dengelerinizi de artık istemiyoruz.

- İçinde Allah'ın bulunmadığı menşeimiz ve gayelerimizle ilgili sorulara cevap vermekten aciz, salt kudrete sahip olmaktan başka ihtirası olmayan, bilimin zıttı bilimciliğinizi de artık istemiyoruz.” (Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum. Çev: Cemal Aydın, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., Nisan 2005).

Dünya o zaman gerçekten değişir. Dünya: yani toprak, hava, su, ağaç, deniz, kuş, bulut, yağmur ve arkadaşları. Bu dünya hepimize yeter, hepimizi besler. Yeter ki şu söze kulak verelim: Yılan bile toprağı kanaatla yalar. (M.KUTLU)



__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

     Ayıların uykusu kaçmışken...


İKLİM değişikliği yüzünden "Ayıların uykusu kaçtı" diyorlar.

Bilim adamları, ayıların bu sene "kış uykusuna" yatmadıklarını kanıtlarıyla tüm dünyaya duyurdular.


Uykusu kaçmış bir ayıyı, doğrusu gözümün önüne getiremiyorum.

"Ayıların kış uykusu" dedikleri, ortalama dört ay kadar.

Belki erkek ayı, eşine "Uykum kaçtı, iki haftadır yatağın içinde oturuyorum" diyordur, bilemeyiz.

Her neyse, bu sene ayıların uykusu yok.

Bu yazıyı yazdığım 20 Ocak günü, camdan dışarı bakıyorum, bir bahar sabahı gibi.

Ne kar var, ne yağmur.

Dünyanın ısınma sürecine ve yerkürenin kuruma eğilimine bakılırsa, en çarpıcı uyarı bu.

Dünyanın dört bir yanından ısınmaya bağlı felaket haberleri geliyor, ayıların "uykularının kaçması" sadece bir tanesi.

*

Ama insanoğlunun uykusu ayı kadar kaçmıyor.


Ayı’nın uykusu kaçıyor, homurdanıp yatağına oturuyor...

Dünyayı yöneten devlet adamlarının da uykusu kaçmış değil.

Diyelim ki; ABD sanayisini korumak için küresel ısınmayı önleyen anlaşmaları imzalamayan Başkan Bush’un uykusunun kaçtığı haberleri duyulmuyor.

Uykusu kaçan ayı...

Bush rahat uyuyor, ayı uyuyamıyor.

Dünyayı kirleten sanayiciler, işadamları da mışıl mışıl uyuyorlardır, eminiz.

Ancak ayının gözüne uyku girmiyor.

Ayı’nın ölçüm aletleri, meteoroloji aygıtları, bilimsel araştırmaları da yok.

Ama o dünyanın yanmakta olduğunu görüyor.

Uykusu kaçıyor, kalkıp oturuyor.

Türkiye’nin tarımdan, sudan, çevreden, çevre kirliliğinden sorumlu yetkilileri... Ya da doğayı çalıp yok edenlere, çevreyi kirletenlere "olur" raporu veren bilim adamlarının da uykusu kaçmış değil.

Uykusu kaçan sadece ayı...

Peki, bu dünyadan ayılar mı sorumlu?..

Hangi kuşun, hangi sincabın, hangi balığın, hangi ayının günahı var bu tükenişten? Yeryüzünü kirleten ve toprağını-havasını zehirleyen tek yaratıktır insanoğlu.

Ama onun uykusu kaçmıyor.

Ayının uykusu kaçıyor... (Bekir Coşkun)

__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

Her şey yerli yerinde


Bugünlerde bana kıyametten bahsedenler çoğaldı. Dün gece yemekte arkadaşımın eşi birdenbire sordu. "Küresel ısınma gerçekten var mı? Ne oluyor?
Yüzünde mutsuz ve endişeli bir ifade vardı. "Gerçekten dünyanın sonunu mu göreceğiz? Beni çok korkutuyor."
Kocası, "İki haftadır ağlıyor" dedi daha sonra.
Dünyanın sonunu görmek için dünyaya gelmiş olduğumuzu düşünmek gerçekten çok garip. Bu ayrıcalığa neden layık olmuş olabiliriz?
Mistik arkadaşım Nuriye Akman hiç endişelenmiyor.
"Her şey yerli yerinde hocam" diyor. Yüzünde büyük bir tebessüm. Ben hoca değil öğrenciyim, hep öyle kalacağım demek istiyorum, ama susuyorum.
Devam ediyor. "Her şey olması gerektiği gibi. Kıyameti görmekten güzel ne var? Ölüm ne ki? Şu odadan şu odaya geçiyorsun."
Oğlun için endişe etmiyor musun, diye sormak istiyorum, ama dilimi tutuyorum.
Bu sabah koruda yokuşu tırmandıktan sonra oturuyorum. Hava güneşli ve ılık. Tomurcuklar patlamaya başladı. Üstümde ince bir hırka var.
Ağaçların arasından Boğaz ve Dolmabahçe Sarayı. Barbaros Bulvarı'ndan arabalar çıkıp iniyor. Uzaktan her şey normal görünüyor. Boğaz'a kanalizasyon borularından akan binlerce ton pislik, Karadeniz'den gelen kimyevi zehir yüklü sular, balık tenhalığı (Bu yıl hamsiler nerede?), ölmekte olan denizaltı hayatı olduğum yerden pırıltılı bir mavilik olarak görünüyor.

Hayat her yerde
Uzakta olduğumuz için duymadığımız bir çığlık nasıl sessizlikten farksızsa, öyle. Fakat çığlık ve atılmasına neden olan dehşet orada, mavi sularda. Birden manzaram kapanıyor. Önümde bir adam belirdi. "Hiç hoşuma gitmiyor" diyor. "Kar yağması gerekmiyor mu? Altı ay sıcak, altı ay soğuğa ne oldu? Dört mevsim yok muydu?"
Blucin, deri ceket, gömlek. Benim gibi ilkbahar kıyafeti içinde. Otuzlarında olmalı. Tanıyor muyum? Hayır. Konuşurken dişlerini görüyorum. Aralıklı. Meczup mu? Güneşli havalardan beni sorumlu tutup 88 yerimden bıçaklayacak mı?
Bir şey söylemek için ağzımı açmaya başlarken devam ediyor. "Yağmur yok, kar yok. Toprak vitamin alamıyor. Nehirler kuruyacak. Barajlarda su kalmayacak. Çeşmelerden su akmayacak. Toprak çatlayacak. Deprem olacak."
Gene ağzımı açmaya başlıyorum, ama o bir şey söylememe fırsat vermeden geldiği gibi hızla gidiyor, ağaçların arasından, aşağı, Boğaz'a doğru. "İnsanlar dünyanın sonunu da getirdi" diyor ayrılmadan. "Kıyamet kopacak."
Oturmaya devam ediyorum.
Hayat her yerde. Kaynama derecesinin çok üstünde sıcaklıktaki sular, kutupların buz toprakları, güneşin nüfuz edemediği okyanus dipleri mikroorganizma kaynıyor. Zamanın sonsuzluğunda, bilinmesi mümkün olmayan bir amacın buyruğuyla, birleşip çoğalıyor.
Gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlü olan insan yok olabilir ve belki olacak. Ama, hayat bitmeyecek.
Belki de yanılıyorum. Çığlık duyulmasa bile belki havada yarattığı titreşimleri herkes hissetmeye başladı. Belki onun için bana kıyametten bahsedenlerin sayısı çoğaldı. Belki ümit var.

[email protected]

__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

  
Mustafa Kutlu-Yeni Şafak   
        
                      Su kuruyor!

Seslerin içinde belki en güzel sestir su sesi. Kuş sesi de var, hatta gece biz uyurken ağır ağır açan bir yediveren gülün sesini de sayabiliriz.

Ama biz, kulakları motor gürültüsü ile iğdiş edilmiş insanlar bu sesleri duyabilir miyiz? Sesten bir hisse kapabilir miyiz, seni içimizde biriktirebilir miyiz? Hayır, geçip gideriz öylece.

Metroya, mesaiye, bankaya, alış-verişe-eğlenceye; olmadı bilgisayarın başına koşarız. Biz, asfaltların, betonların, çeliklerin, plastiklerin, sanal görüntülerin tutsağı nesiller. Dondurulmuş yiyecek mahkûmları, poşet mağdurları, katkı maddelerinden hastalananlar, makinesı virüs kapanlar.

Barajı yapınca treni kaçırdık.

Tren gitti bir daha dönmeyecek.

Kuruyan göller artık suyla dolmayacak ve zaten sayıları parmakla sayılacak kadar kalmış turnalar bu göl kıyılarına konmayacak. Yüze yakın “turna türküsü” varmış halk müziğimizde. Radyolarda çalınıyor ama dinleyenler ömürlerinde turna görmemiş (Ne tuhaf).

Bize hayatın sudan yaratıldığı bildirildi. Bu yüzden biz de suyu “aziz” bildik. Suyun önünü kesmedik, “akan su kirlenmez” dedik. Suyu kirletmek, suya necaset sıçratmak suçtur. Su üzerinde mülkiyet iddia etmek yasaktır. Su güzeldir, temizdir, hayat kaynağıdır. İnsanoğlu hayatını su kenarında sürdürdü. Medeniyetler su havzalarında yeşerdi. Su otu besler, ağacı, meyveyi, tahılı besler, hayvanı besler, toprağı insanı besler. Su dünyayı, atmosferi besler. Su temel unsurlardan (Anasır-ı Erbaa: Hava, Toprak, Ateş, Su) biridir.

İsraf haramdır. Suyu israf daha da haramdır. Kaide böyle konulmuş; bazı sular, pınarlar, göller kutsal sayılmış. Su baş tacı edilmiş. Böyle gelmiş böyle gidecek (gitmeli) derken. Bir zihniyet idareyi metazori ele geçirmiş, ne hava dinlemiş, ne su, ne toprak. Hatta insana bile metelik vermemiş. Sen say çağdaş bir firavun.

Suyu da kirletmiş, nehirleri de; “kirlenmez canım” denilen denizleri bile.

22 Mart “Dünya Su Günü” idi. Doğal Hayatı Koruma Derneği (WWF) yayımladığı raporda aralarında Afrika'daki Nil Nehri ve Pakistan'daki İndüs Nehri'nin de yer aldığı dünyanın on büyük nehrinin (kirlenme-kuruma-yok olma) tehlikesi kapsamında olduğunu açıkladı.

Bunlara ilaveten Asya'da bulunan Yangçe, Mekong, Salween, ve ünlü Ganj nehri de aynı tehlikeye maruzdur.

Avrupa'da Tuna, Amerika'da Rio de la Plata, Rio Grande, Avustralya'da Muvray-Darling nehirlerini aynı âkıbet bekliyor.

Kendi sularımız da perişan haldedir. Ergene, Meriç, Sakarya, Menderes, Gediz hepsi kirlendi. Bazılarının suyunu tarımda kullanmak bile artık zararlı.

Bu nehirleri yokolma tehdidi ile karşı karşıya getiren şey modern teknolojidir. İnsanloğlu'nun bitmeyen ihtirasıdır. Sanayileşmenin bütün kirini, pasını, çöpünü, leşini denizlere, nehirlere attık. Nehirlerin toprakla, bitkilerle, coğrafya ile; kendi yurdu, yuvası kendi vadisi, deltası, kolları ile irtibatını kestik. Önüne bir baraj kurup sesini dahi yok ettik. Açıkçası suyun genetiği ile oynadık. Bir baraj yetmedi, bir nehir üzerine on baraj kurduk. (Küresel ısınma bütün bunların sonucu)

Eh sudur bu.

Ne de olsa canı var.

Sonunda pes etti. Bunca işkenceye dayanamadı. Kuruyor şimdi, ağır-ağır can çekişiyor. İnsanoğlu şaşkın, öldürdüğü canlıyı yeniden diriltmek istiyor. (Hem de sanayisinden, elektriğinden, konforundan vazgeçmeksizin. Hadi canım sen de). Maymunu terbiye edersin belki ama, bir nehri asla. Suya gem vurmak ile övünen insan yanıldığını çok geç ve çok fena anladı. Şimdi pirincin taşını ayıklayamıyor.

Kemal Derviş “Dünya Su Günü” münasebeti ile şunları söylemiş: “ABD ve Avrupa'nın bir aylık maden suyu parası ile temiz suya erişim sorunları yarı yarıya azalır.”

Bu ve benzeri teklifleri, formülleri çok duyarız. Ama inanın günümüzün insanı koltuğundan kalkmaz. Meğer ki elektrikler kesilmeye görsün. İşte o zaman basar yaygarayı. Şimdi “dönülmez akşamın ufkundayız”. Elektrikler kesilecek, güzel günler bitecek.

İnsanoğlu (gaflet içinde) ektiğini biçecek.



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

Tarımda aşırı gübre ve ilaç kullanımı insanların sinir sistemini olumsuz etkiliyor!

Sinir sistemimiz bozuk

İnsanların sinir sistemini bozarak “insanlık dışı” davranışlara iten sebeplerin arasına, tarımda kullanılan ilaç ve gübreler de eklendi.
Aşırı doz mahvediyor

Tarımda gübre ve ilaç sanayinde yaşanan gelişmeler insan yaşamında büyük kolaylıklar sağlarken beraberinde birçok sağlık sorununu getiriyor. Tarımda aşırı gübre ve ilaç kullanımının insanda sinir sistemini bozarak felce neden olduğu gibi Türkiye’nin yaş sebze ve meyve ihracatını engellediği belirtilerek, bu olumsuzlukların yaşanmaması için çiftçinin dozunda gübre ve ilaç kullanımına yönelmesinin zorunlu olduğu kaydedildi. Samsun’daki panele katılan uzmanların yaptığı açıklamalar cinnet seviyesine gelen günümüz insanının neden bu duruma düştüğünü de izah ediyor.

Suni ilaçlar zararlı

Samsun’da düzenlenen tarım konulu panelde Türkiye’de tarım ilaçlarının ve gübrelemenin dozunun iyi ayarlanamadığına işaret edilerek, insan sağlığının korunması için çiftçilerin daha bilinçli ilaçlama yapması gerektiğinin altı çizildi. Panelde konuşan Prof. Dr. Sebahat Özman Sullivan, “Biz ilaç ve gübrelerin biyolojik kökenli olmasını arzu ediyoruz. Ancak çiftçimiz kimyasal ilaçları da kullanmak durumunda kalıyor. En azından böceklere, kırmızı örümceklere, yabancı otlara ve istemediğimiz zararlılara karşı kullandığımız kimyasal ilaçların dozunu iyi ayarlamalıyız. Çünkü bu ilaçlar sinir sistemimizi bozuyor” ifadelerini kullandı.

SAMSUN

Tarımda aşırı gübre ve ilaç kullanımının insanda sinir sistemini bozarak felce neden olduğu gibi Türkiye’nin yaş sebze ve meyve ihracatını engellediği belirtilerek, bu olumsuzlukların yaşanmaması için çiftçinin dozunda gübre ve ilaç kullanımına yönelmesinin zorunlu olduğu kaydedildi.

Küresel Çevre Fonu (GEF)/Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından desteklenen Karadeniz Ekosistemini İyileştirme Projesi (BSERP) kapsamında hazırlanan “Bilinçli Üretim ve Tüketim ile Bilinçli Doğa Koruma” programının yürütücüsü Samsun Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği, Kızılırmak Deltası’ndaki 7 köy ve bir beldede yaptığı çalışmaları düzenlediği panelle noktaladı. Samsun Büyükşehir Belediyesi Değişim Sahnesi’nde düzenlenen “Tarımsal Kirlilik ve Sonuçları” konulu panelde, bilinçsiz olarak aşırı gübre ve ilaç kullanımının insan sağlığı ve doğaya etkileri anlatıldı.

Panelin açış konuşmasını yapan Samsun Tarım İl Müdür Yardımcısı Kadir İspirli, Avrupa Birliği (AB), Türkiye ve diğer ülkelerde insanların artık ne yediğini ve içtiğini bilmek istediğine dikkat çekerek, “Çiftçimiz iyi tarım uygulamalarına alışacak, alışmak zorunda. Çünkü nihai tüketici, üretim sertifikasyonu arıyor. Perakendeciler tüketicinin tepkisini çekmemek için sağlıklı yetiştirildiğini bildiği ürünleri satışa sunuyor. Aksi halde müthiş cezalarla karşılaşıyor. Çiftçimiz danışarak, sertifikalı üretim yapma noktasına gelmiştir. Zira sertifikasız üretim ihraç edilemiyor. İç piyasada da ürünü değer bulmuyor. Suyu kirleten, toprağı kullanılamaz hale getiren, doğal dengeyi bozan ve insan sağlığını etkileyen gübre ve ilaçları toprağın ve ürünün ihtiyaç duyduğu kadar kullanmalıyız” dedi.
Doğal dengenin bozulmaması için 15 bin üreticinin bulunduğu 56 bin hektarlık alana sahip Kızılırmak Deltası’ndaki (Bafra Ovası) 7 köy ve bir beldede bilinçlendirme çalışmaları yaptıklarını ve bu çalışmaların bütün çiftçilere yönelik olarak sürdürülmesi gerektiğini ifade eden panel yöneticisi Samsun Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği Başkanı Özden Sağlam ise, “Kimyasal atık ve kalıntı miktarını azaltmalıyız” uyarısında bulundu.

İnsanlar ne yediğini bilmek istemiyor

Panelde Samsun Tarım İl Müdürlüğü Ziraat Mühendisi Mustafa Rasi Uysal “Bilinçli Üretim ve Tüketim ile Bilinçli Doğa Koruma”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sebahat Özman Sullıvan “Kimyasal İlaçların Doğaya Etkisi”, Samsun Tarım İl Müdürlüğü Çevre Yüksek Mühendisi Fatma Zehra Sırımsı “Tarımsal Kirlilik ve Su”, S.S. Ulupınar Çevre Koruma, Geliştirme ve İşletme Kooperatif Başkanı Bayram Kütle “Çıralı’da Doğaya Dönüş”, Control Union Temsilcisi Hüsamettin Işıklı ve Cena Tarım İşletme Sorumlusu Erkan Metin ise “Doğa Dostu Tarımsal Ürünlerin Sertifikalandırılması Pazarlanması ve Karşılaşılan Sorunlar ve Beklentiler” konulu sunumlarını yaptı.

Prof. Dr. Sebahat Özman Sullıvan, daha fazla verim için kimyasal ilaç ve gübrelerin ister istemez kullanılacağına dikkat çekerek, “Biz, ilaç ve gübrelerin biyolojik kökenli olmasını arzu ediyoruz. Ancak çiftçimiz kimyasal ilaçları da kullanmak durumunda kalıyor. En azından böceklere, kırmızı örümceklere, mantarlara, yabancı otlara velhasıl istemediğimiz zararlılara karşı kullandığımız kimyasal ilaçların dozunu iyi ayarlamalıyız. Çünkü bazı ilaçlar dozunda kullanılmadığında ve nihayet bünyeye alındığında insanlar ve hayvanlarda titreme ve felç görülebiliyor. Sinir sistemi etkileniyor” uyarısında bulundu.

Ziraat mühendisi Mustafa Rasi Uysal da, Türkiye’nin 43 milyon ton yaş meyve ve sebze üretiminin yalnızca yüzde 3-5’ini ihraç edebilmesinin zararlarına değindi. Uysal, tarımsal dış ticaretin önündeki en büyük engelin gıda güvenliği ve izlenebilirlik sorunu olduğunu açıkladı. Sınır tanımız ilaç ve gübre kullanımının değişik uygulamaları beraberinde getirdiğini kaydeden Uysal, “Çiftçimiz artık istediği gibi üretim yapamaz. İyi tarım uygulamalarına geçmek zorunda. Çünkü dünyada alınan karar ve uygulamalar rastgele üretimi engelliyor. Üretse de satamıyor, ürünü elinde kalıyor. Artık dünya insanlığı ne yediğini bilmek istiyor. Sertifikalı ürünleri tercih ediyor. Çiftçilerimiz yaptığı işi öğrenmek ve bilinçli yapmak zorunda” şeklinde konuştu. (iha)



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

   Mustafa Kutlu (Yeni Şafak)                 

                              Arılar ölürken

Kimileri için ucunu Einstein'e kadar uzatarak mevcut "kıyamet senaryoları"na bir yenisini eklendi. Güya Einstein diyesiymiş ki: "Balarıları toplu şekilde ölmeye başlayınca kıyameti bekleyin." Kıyamet korkusu insanoğlunda kökleşmiş bir duygu. Bu hususta her tür kehanete, senaryoya kulak kabartıyor. Hele Amerika'da bu yıl gerçekten balarısı nüfusunun dörtte biri kısa sürede ölünce (Bu ölümler esrarını hâlâ koruyor; bizde de görüldü) insanoğlunu sıkıntı bastı.

Kıyamet senaryolarını ve kehanetleri bir yana bırakırsak arı ölümlerinin yol açacağı olumsuzluğa daha serinkanlı bakabiliriz.

ABD Tarım Bakanlığı yetkilileri insan için gerekli besinlerin yaklaşık üçte birinin böcekler aracılığı ile döllenen bitkilerden geldiğini, bu şekilde yapılan döllenmenin yüzde sekseninin de balarıları vasıtasıyla gerçekleştiğini belirtiyor.

Bakanlığın arıcılık ve döllenme programı (Vay be! Böyle bir program da var yani) yöneticisi Kevin Hackett, balarılarının ölmesini önleyemezsek nüfusun "su ve ekmeğe" kalacağını söylemiş.

Uzmanlar başta elma, ceviz, soya fasulyesi, brokoli, kereviz, kabak, hıyar olmak üzere doksandan fazla sebze ve meyve türünün üremek için böceklerin aracılığına muhtaç olduğunu kaydediyor. Bu böcekler içinde balarısı başta geliyor. Bir tek arı, bir gram bal için kilometrelerce uçuyor, binlerce çiçeğe konuyor. Zaten bu arıların, karıncaların ve bilumum böceklerin nasıl bir düzen içinde kendi hayatlarını sürdürdükleri; buna bağlı olarak etraflarını kuşatan ekosistemi nasıl ayakta tuttukları başlı başına bir mucize.

Arılar ölüyor ve bu ölümlerin karnı tok, sırtı pek insanları nasıl bir korkuya sürüklediği anlaşılıyor.

Peki karnı tok, sırtı pek olmayan insanlara ne diyeceğiz?

Onların toplu ölümlerini nasıl karşılayacağız? Afrika'da ve dünyanın başka mahrumiyet bölgelerinde açlıktan, susuzluktan kırılan binlerce çocuğa, binlerce gence-ihtiyara ne diyeceğiz?

Dünyayı ve insanlığı çok çok düşünen, insan sevgisi ile dolu, medenî, zengin, tuzu kuru olan adamlar aslını ararsanız bunu hiç de dert etmiyor.

Ama "dert etmemek" racona ters. İmaj bozan bir tutum. Bu sebeple "açlara yardım" için ara sıra dünya çapındaki şöhretlerini, şarkıcılarını, sinema oyuncularını sahneye çıkarıyor; konserler düzenliyor, yardım paketleri dağıtıyorlar.

Yine de bu pembe tablonun gerisinde o bölgelerin doğal kaynaklarını sömürmek için alttan alta acımasız bir savaşı sürdürüyorlar. Aşiretleri, kabileleri birbirine düşürüyor; sonu gelmez ayrılıklar-çatışmalar-katliamlar yaratıyor, iktidar kuruyor, iktidar yıkıyorlar, iki de bir ihtilal çıkartıyorlar.

Gücün hakimiyeti vebanın kara eli gibi kara kıtanın üzerinde dolaşıp duruyor.

Sadece kara kıta mı?

İşte Ortadoğu.

Afganistan'dan Fas'a, Sahra Çölü'ne kadar uzanan yaralar. Kan gölüne dönen beldeler. Düşünün Bağdat'ta hemen hergün yüze yakın insanın, çoluk-çocuğun ölmesine alıştık sanki. (Böyle bir alışkanlıktan daha korkunç ne olabilir).

Bunların ölümü arıların ölümü kadar dikkat çekmiyor.

Bu ne kadar intihar komandosu, bu ne kadar bomba.

İnsanın ölüme, bu tür ölüme alışması, kayıtsız kalması, çaresiz kalması ne demek? Yani bu bir savaş mı? Bu bir takım değerler uğruna verilen mücadele mi? Bu Ortadoğu'ya demokrasiyi getirmenin tek yolu mu? Nasıl olacak bu "demokrasi"? Gerçekten inanıyor musunuz?

Arılar ölürken ben Bağdat'ta bir hasta çocuk ile annesini düşünüyorum. Kadın her tehlikeyi göze alarak belki bulurum bir ilaç diye kendini sokağa atıyor.

İlaç bulabilecek mi?

Eve dönebilecek mi?

Çocuğu iyileşecek mi?

Arıların tamamı ölmeden bu çatışma bitse diyorum. Anne ilacını bulsa, evine dönebilse.

Orada bir kıyamet yaşanıyor.

Demek ki Bağdat'ın bütün balarıları çoktan ölmüş.



__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
iblissavar
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 06 subat 2007
Gönderilenler: 363
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı iblissavar

  Metin Münir-Milliyet         

                 Zararsız


Cahillik bir örtüdür. Ama ince bir örtü. Onu kaldırmak kolaydır. Biraz merak, biraz ter, biraz gayret, biraz sevgi yeter.
Bu dersi bana bahçe verdi.
Burasını satın aldığımda doğayı çok seviyordum, ama bahçe işinden hiç anlamıyordum.
Bir ağacın altına veya çok yakınına başka bir ağaç dikilmeyeceğini bilmiyordum mesela. Ağaç her tarafından güneş görmek ve köklerini engelle karşılaşmadan yaymak ister. Onun için çevresi boş olmalıdır.
Bu çam ağacını alalım. Onu selvilere bu kadar yakın ekmemeliydim. Ama ektim. Çam, selvilere bakan ve güneş almayan veya az alan kısmında dal çıkarmadı. Orasının gölgelik olduğunu hissetti, selvilerden mümkün olduğu kadar uzaklaşmak için ters yöne eğildi. Dik değil. Aynı gün boş alanlara diktiğim çamlar büyüdü, o güdük kaldı.
Nazik olduğu için yanından geçerken "Cahil, hayatımı mahvettin!" demiyor, ama içinden geçiriyordur.

Salyangoz, bira sever
Okuyarak, bahçe işinden anlayanlarla konuşarak yavaş yavaş cehaletimin örtüsünü araladım.
Her ağacın diğerinden uzaklığını tayin eden, olgunlaştığında kaplayacağı alandır. Fidanlar, cinslerine göre, en çok güneş ve yağmur alacak aralıklarla dikilmelidir. Zeytin, mesela, toprağın cinsine göre 5-7 metre aralıklarla dikilir.
Bahçemde çok salyangoz vardı. Salyangozlardan zehir kullanmadan kurtulmanın çaresi bulundukları yerlere kâğıt bardak gömüp içine bira doldurmaktır. Bulundukları yeri arkalarında bıraktıkları gümüşi izlerden anlayabilirsiniz. Salyangozlar birayı çok sever. İçeyim diye içine düşerler ve boğulurlar.
Ama, bahçemde salyangozlar o kadar çoğaldılar ki, böcek ilacından nefret etmeme rağmen tarım ilaçları satan bir dükkândan salyangoz zehri aldım ve kibrit ucu büyüklüğündeki pembe zehirleri salyangoz sahalarına serptim.
Ta ki bahçemde yabani yaratıkları için yaptığım küçük barınakta kış uykusu uyuyan kirpiyi keşfedinceye kadar.

Kirpi, salyangoz sever
Uyandığında kirpiye nasıl davranacağımı, ona ne yedirebileceğimi öğrenmek için internete girdim. Kirpilerin salyangoza bayıldığını öğrendim. Belki kirpi, bol salyangoz olduğu için bahçeme gelmişti. Belki bir sürü kirpiyi de zehirli salyangoz yedirerek öldürmüştüm, cahilliğimle.

Zehri sarıp çöpe attım
Bahçede her zaman doğum ve ölüm vardır. Dallar kurur, ağaçlar ölür. Genellikle bahçıvanlar bunları kesip yakar. Oysa en iyi yöntem kuruyan dalları kesip bir yerde istiflemek, ağacı yerinde bırakmaktır. Bunlar böcekler, kurtlar, karıncalar ve diğer küçük yaratıklar için çok iyi birer barınaktır. Varlıkları bahçeyi zenginleştirir. Onları yemek için daha çok kuş gelir, örneğin.
Cahilliğimin üzerindeki örtü kalktıkça doğaya verdiğim zarar azaldı.
Sanıyorum bu kural sadece doğaya has değildir. İnsanın cahilliği azaldıkça... Cahilliği burada bilinmesi mümkün olan bir şeyi bilmemek anlamında kullanıyorum... Başka insanlara ve dünyaya verdiği zarar da azalır.
En önce kendine verdiği zarardan başlayarak

__________________
ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
Yukarı dön Göster iblissavar's Profil Diğer Mesajlarını Ara: iblissavar
 
barış
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 13 eylul 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 339
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı barış

Ve Allah suyumuzu kesti...


"NE yapıyorlar bunlar?" dedi yaratan.

Ona kadastro raporlarını götürdüler:

- Tam 72 gölü kurutup kimisini tarla olarak köylülere dağıtmışlardı seçim zamanı... Kimisinin içine kooperatif evleri yaptılar, kimisinin içine havaalanı...

- İçmesuyu havzasındaki korulukları, ağaçları kesip oraya Formula-1 pisti kurdular.

- İstanbul’un su tutan ormanlarından en görkemli ikisinin ortasını açıp sülünleri ve karacaları kovalayıp Koç ile Sabancı üniversitelerine verdiler.

- Kalan ormanlık alanları kum ve kömür ocaklarına tahsis ettiler, ya da binbir türlü hile, rüşvet, ahlaksızlıkla, skandallarını gazetelerden okuduğunuz "bilmem ne kent"lere peşkeş çektiler.

- Marmara’nın en güzel ve yeşil yarımadalarından birisini Ford’a "otomobil fabrikası" olarak hibe ettiler.

- Büyük kentlerdeki tüm su toplama havzalarına gecekondular yapıldı. Sonra her seçim öncesi onlara tapular dağıtıldı.

- Akdeniz’in kıyı şeridindeki ormanları yok ederek, beş yüz yıllık çamları keserek zenginlere "golf sahası" yaptılar, yapıyorlar.

- Tam 120 kilometre kanal döşeyerek, başta Konya olmak üzere çevre kentlerinin sanayi ve kanalizasyon sularını, insanoğlunun yapabileceği en büyük aptallıkla Tuzgölü’ne akıttılar.

- Bu ülkenin bütün nehirleri ve ırmakları, kıyısındaki fabrikaların kullandıkları boya renginde akar.

- DSİ denilen bir devlet kurumu, doğal su rezervi sayılan ne kadar sulak alan varsa kuruttu.

*

Saymakla bitecek gibi değil...

Bu kadar aptallıktan, ahmaklıktan, doğaya ihanetten, görgüsüzlükten, kıyımdan sonra "Su yok" diyorlar.

Ne bilim adamlarını dinlediler, ne "yapmayın-etmeyin" diye çırpınan çevrecilerin uyarılarını...

Türkiye gibi yeryüzünün en zengin su rezervi susuz kaldı.

Çünkü; bu kadar yaygın ve acımasızca ihanete hiçbir yapı dayanamazdı, dayanamadı...

Sonunda kadastro raporlarına baktı, baktı...

Ve Allah suyumuzu kesti (Bekir Coşkun)
Yukarı dön Göster barış's Profil Diğer Mesajlarını Ara: barış
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats