Deli Laz Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 09 nisan 2006 Gönderilenler: 40
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Şark-İslâm Klasiklerinde Eşcinsel Kültür X.Eşcinsellik ve Tasavvuf Üzerine Zekeriya Gün / Ankara ([email protected])
Eşcinsel Birikim İncelediğimiz tasavvuf metinlerinde birçok eşcinsel öyküye rastlamış ve bunların bir kısmını yazı dizimizin önceki bölümlerinde dikkatlerinize sunmuştuk1. Fakat tasavvufî birikim bizim ulaşabildiğimizden çok daha zengin ve geniştir elbette. Şark-İslam klasiklerinden Türkçeye yapılmış çevirilerden -ki çoğu Farsçadandır- de gözümüzden kaçan ve habersiz olduğumuz birçok metin bulunuyor. Yalnız bu metinlerden zaman zaman konumuzla uzaktan yakından ilgili yayınlarda yapılan alıntılar da bizim için malzeme sunmaktadır.
İşte 'Tasavvufta Seks Fenomeni'2 adlı kitap da bu bakımdan konumuzla ilgili malzemeler içermektedir. Bu malzemeyi değerlendirmeden önce Yazarın konuya yaklaşım tarzına eleştiri getirmek istiyoruz.
TASAVVUFTA AŞK ANLAYIŞI
Tasavvufun aşk anlayışı malumdur. İnsanlar için ideal sevgi 'ilâhî aşk' kavramıyla ifade edilir sufîlerce... Daha önce incelediğimiz tasavvuf metinlerinde özellikle Attar ve Câmî'nin eşcinselliğe insanî bir olgu olarak yaklaştıklarını görmüştük. Sufîlerin tüm mistikliklerine karşın gerçekçi bir yanları da vardır. Toplumda eşcinsel aşk yaşayan insanların da bulunduğunu bilmekte/görmekte ve daha çok gençler için bir tür el kitabı niteliğinde yazdıkları yapıtlarında eşcinsel aşk öykülerine de heteroseksüel aşk öyküleri kadar yer vermektedirler. Bir sufî böyle yapmakla neyi amaçlar? Eşcinselliğin propagandasını yapmayı mı, ya da içindeki eşcinsel duyguları dışavurmayı mı? Sanmıyoruz. Değinmiştik; sufî, ilâhî aşkın dışındaki tüm aşkları 'mecazî aşk' olarak görmekte, eşcinsel ya da heteroseksüel niteliğine önem vermemektedirler. Sufîlere göre insanî hallerdendir bir erkeğin diğer bir erkeğe/bir kadının diğer bir kadına aşk duyması... Eşcinsellik yüzyıllardır toplumları bir gerçeğidir; görmezden gelmek devekuşu tavrıdır. Öyleyse çağrısı ilahî aşka olan bir sufî, sonunda aşılacak olduktan sonra mecazî aşkın eşcinsel ya da heteroseksüel niteliğini önemsemeyecektir doğal olarak.
Dürüst davranmak gerekirse tasavvufun aşk anlayışı budur. Bir sufînin, özellikle gençlere yararlı olmak amacıyla kaleme aldığı kitabında eşcinsel öyküler de anlatması, ama her öykünün sonunda tanrısal aşk çağrısını yinelemesi. Kendi mantığı içinde son derece doğaldır.
Bizim burada yapmak istediğimiz şey, tasavvufun aşk anlayışını savunmak değil, sufîlerin eşcinsel aşka yaklaşımını dürüstçe ortaya koymaktır. Örnek öyküler alıntıladığımız tasavvufî metinlere bakarak 'İşte bu sufîler zaten eşcinseldir! ' gibi bir yargıya varmak son derece yüzeysel bir tutum olacaktır. Oysa bu yüzeysel tutumun dürüstçe bir tutum olmadığını düşünüyoruz. Yukarıda adını andığımız kitabın da böyle bir tutum sergilemesi, konu üzerinde bunları söylememizi gerekli kıldı.
UCUZ İSLAMCI ELEŞTİRİLER
Yazar sıkı islamcı bir görünüme sahip ve tasavvufu tamamen 'İslam dışı' görüyor. Buna diyeceğimiz bir şey olamaz elbette; zaten tasavvufun İslamî olduğunu ispatlamaya kalkışmamız, yazı dizimizin amaçlarını ihlal etmek anlamına gelir. Bu nedenle böyle bir uğraş içinde olmayacağız.
Yalnız Yazarın eşcinsellere ve sufîlere karşı dürüstçe bir tutum içinde olmadığını görüyoruz; tasavvuf karşıtlığı hangi orandaysa eşcinsellik karşıtlığı da aynı oranda... Yüzeysel bir bakış açısının ürünü olan kitabında Yazar, eleştirdiği sufîler kadar yansız ve toplumsal gerçeklerle uyuşan / ayakları yere basan bir tavır sergileyemiyor. Üstelik sufîleri dünyadan uzaklaşmakla / mistisizmle suçluyor, ama onların son derece gerçekçi oldukları yerde kendisi bir tür tepkisel mistisizme saplanıyor. Tabii din (İslam) adına yapıyor bunu: Tek doğru anlayış ve yorum kendisine ait, diğerleri tu kaka!
Tanrı'ya inanan bir eşcinsele sufîlerin söz konusu yaklaşımı daha insanî gelecektir. Bir eşcinsel tanrısal aşka erişmek için çabalamayabilir ve bunu onaylamayabilir de... Ama sufîlerin eşcinsel aşkı dışlamayan tavrını, kesinlikle Aslaner'in tavrına nazaran sıcak bulacaktır.
Aslaner, yapıtında sufîlerin ya kadın ya da mutlaka oğlan düşkünü olduklarını ispatlama gayreti içinde olduğu için tasavvufî metinlerdeki eşcinsel öyküleri hep bu doğrultuda yorumlamaktadır. Öncelikle bir sufînin sadece eşcinsel bir öykü anlatması bile katlanılamaz bir şeydir ve katmerli bir günahtır. Hele bir de bu öykülerde 'oğlan tasvirleri' ballandırıla ballandırıla anlatılınca, Yazar sufîler için şeriat kılıcını olanca gücüyle sallıyor ve âdeta mal bulmuş mağribî gibi fetvalarına delil olarak sunuyor.
Bir sufînin erkek güzelliğinden söz ederek tanrısal (ilâhî) güzelliğe telmihte bulunması, 'Anomaliye varan kişilik sapmaları'nın bir göstergesidir Aslaner'e göre. (s. 122) Yani Peygamber'in arkadaşları yakışıklı delikanlılarda Allah'ın cemalini görme yeteneğinden yoksundu da, sûfîler mi bu 'tecellîler'e erecekti! ?
Yazar kitabının bir yerinde fetva vermeyi keserek insanlığı kurtarma derdine de düşüyor: 'Tasavvufçu kesim ise baktığı her yerde Allah'ı görmekte. Güzel kadın ve parlak oğlanlarla bunu daha da somutlaştırmaktadır. Eğer dünyaya bu pencereden bakan mantık her düşünce ve felsefeyi kuşatırsa, insanlık ne seviyelere gelir hiç düşünebiliyor musunuz? Bu felsefeyi yaygınlaştırmak, bütün dünyayı sınırsız bir seks faşingine endekslemekten ve her yeri âdeta Rio karnavalına çevirmekten başka bir işe yaramaz! Müslümanın böyle 'sapık' inançlarla bağlı olacağını düşünmek, dinin ve ahlakın ucuzlamasına neden olacağı için abesle iştigaldir! ' (s. 123)
Aslaner, sufîlerin eşcinsel aşka çağrı yaptığı ve 'bu felsefeyi yaygınlaştırdığı' saplantısına iyice kapıldığı için bu tür eleştirilerini değişik cümlelerle kitabının her yerinde tekrarlayıp duruyor. Yazarın okuduğu tasavvuf metinlerini iyi anladığından şüphelenmemek elde değil. Yalnız din adına ahkâm kesmesinin ve tasavvufî bir metinde eşcinsel öyküler anlatılmasını kabullenemeyen tavrının son derece itici olduğunu söyleyebiliriz.
SONUÇ
Tasavvufun aşk anlayışı esas itibariyle yukarda özetlediğimiz gibi olsa da bilinen tasavvuf anlayışının dışında işi oğlancılığa dökmüş sufî görünümlü toplulukların bulunduğu da bir gerçektir. Yalnız ilâhî aşkı hedeflemeyen ve buna ulaşamayan kimselerin ne kadar tasavvuf iddiasında bulunurlarsa bulunsunlar sufî saymak doğru olmayacaktır kanısındayız. Bu en azından tasavvufun teorisine terstir. Teoriyle uygulama da her zaman aynı doğrultuda olmayabilir.
KİTAPTAKİ EŞCİNSEL ÖYKÜLER 1. Tüysüz Oğlana Methiye '... Güzel delikanlının biri arzu kemendini dervişler halkasına attı. Merkez noktası gibi sofiler dairesine yerleşti. Yanağı Tanrı'yı arayanların kıblesi oldu! Onlar Tanrı'ya dönmüş olan yüzlerini bu mahbubun (sevgilinin) yüzüne çevirdiler. Futa örtünmüş olan dervişler bu şeker sözlünün etrafına şeker arayan sinekler gibi üşüştüler. Herkes onu kendine mal etmek ister, onun iltifat nazarlarıyla şereflenmek arzusunu güderdi. Nihayet aralarında ayrılık ve kavga baş gösterdi.
Aşk oyununa girenler arasında birbirini dövmek tehlikesi uzak değildir. Çünkü hepsi de güzel yüzlü bir sevgilinin aşkından dem vururlar. Kâbe'nin çevresini dolaşanların süratle koşmak zevkinden dolayı birbirlerine çarpmaları pek yerinde bir harekettir.
Tekkenin piri de o sevdaya külah kaptırmış ve o dava da kendisini şahit tutmuştu. Gence öğüt vermeye başladı.' Ey değerli oğul, ey gönüller bağlayan taze' dedi. 'Her rastgelenle süt ve şekerin birleşmesi gibi düşüp kalkma, her alçağın aldatıcı ipi ile kuyuya inme, sen Tanrı'nın çehresini aksettiren bir aynasın. Her ipsiz sapsıza yüz gösterme. Her an dizgini yabancıların pençesine kaptırma, hususi halvetinde umuma iltifat gösterme. Senin yanağın parlak bir aynadır, bu saf ve temiz aynayı tozlarla kirletme.
O tatlı delikanlı bu öğüdü işitince kendisine acı geldi, yüzünü ekşitti. Şeyhin huzurundan kalktı ve bir bahaneyle tekkeden dışarı çıktı. Birkaç gün uğramadı. Pir ve müritler onun ayrılmasından üzüldüler. Hicran acısından feryada geldiler, kirpiklerinin elmasıyla zaruret ve zavallılık cevherini deldiler, umutsuzca ağladılar, yoksulluk diliyle ve özür dileme yoluyla şu beyiti tekrarladılar:
'Ey çocuk, geri gel ki hiç kimse senin üzerinde hükmünü yürütemez. Her kiminle oturmak istersen otu, her kimden kaçmak istersen kaç, her ne kadar aklı aldatan ve dine düşman olan bir fettansan da gene geri dön. Çünkü kırık gönüllere sükun veriyorsun. Bizim çektiğimiz bela ve mihnetleri gördüğün halde meclisimizde başkalarının takıntılarıyla oturma derdi bize yetişir.'
Delikanlı dervişlerin özür dilediklerini duyunca sert huyluluktan vazgeçti, onların derneğinde yalnız kaldı, hasretini çekenlerin, ayrılığından hasta düşenlerin yanına döndü...' (Molla Câmî, Baharistan, M.E.B Yayınları, s.151) 3
2- 'Mahbubperest' Şeyh:
'Yine nakledilmiştir ki bir gün Şemseddin, seyahati esnasında bir şeyhe rastladı. Bu şeyh mahbubperestlik (genç erkekleri seyretme) illetine tutulmuştu. Nerede genç bir çocuk görse onun yüzünü temaşa etmekten kendini alamazdı. Şems ona 'Hey, bu ne haldir? ' diye çıkıştı. Şeyh 'Güzellerin yüzü ayna gibidir. Ben Tanrı'yı o aynada müşahede ediyorum' dedi.' (Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, M.E.B Yayınları, c.2, s.205) 4
3. 'Livata' Öyküsü
' Şaranî, Ebu Havde'den şöyle söz ediyor: 'Allah ondan razı olsun! Bir kadın veya bıyıkları henüz terlemiş bir genç gördüğü zaman onunla cinsi münasebete kalkışır ve dübürünü yoklardı. Bu kişi ister emirin, ister vezirin oğlu olsun, isterse babasının veya başkalarının huzurunda olsun, arkasını yoklar onunla livata yapmaya kalkışırdı.' (Şaranî, et-Tabakatü'l-Kübra, c.2, s.122) 5
***
Bu öykülerin dışında kitapta bir de 'Kerametle Transseksüel Olan Şeyh' başlıklı bir öykü yer alıyor. Bu öykü, Abdülaziz Debbağ'ın el-İbriz adlı yapıtından alıntılanmıştır. (Debbağ, s. 41) 6
--
1Attar ve Câmî'den derlemeler için bk. Kaos GL'nin sayıları. 2Süreyya Aslaner, Tasavvufta Seks Fenomeni, Tevhid Yayınları, İstanbul, 1996. 3Aslaner, s. 121. 4Aslaner, s. 173. 5Aslaner s. 174. 6Öykü için bk. Aslaner, s. 142-143.
|