Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
_Kur'an
insanoğlunun yeryüzünde gerçekleştirmekle yükümlü olduğu yüce
ideallerden söz eder. bu idealler insanlığın iyiliğini ve yararını
içerdiği için, esasen insanın kendi başına karar verdiği takdirde
benimseyeceği türden hedeflerdir. ne var ki, insan ile bu idealler
arasına giren sonsuz sayıda faktörler vardır. Kur'an, insanoğlunu bu
engellerin hepsini aşmaya kabiliyetli ve yeterli görür. işte insanın
görevlendirilmesinin gerisinde bu yeterlilik yer almaktadır. insanoğlu
doğru olanı bulma konusunda kendine yeterli olduğu halde, tarih
içerisinde baş gösteren her yozlaşmada Allah ona yardım elini uzatmış
ve doğru olanı vahiy yoluyla hatırlatmıştır. dolayısıyla vahiy kurumu
insanlığın tarihi kadar eski ve köklüdür. kendisini bu kurumun son
temsilcisi olarak tanıtan Kur'an da aynı misyonu üstlenmektedir. gerek
iki kapağı arasında kalan metni, gerekse yirmi yılı aşkın oluşum süreci
incelendiğinde, gerçekten de onun tek hedefinin, öncelikle ilk hitap
çevresini ve buna bağlı olarak bütün insanlığı özüne döndürmek olduğu
görülür. amacı sadece gerçeği gözler önüne sermekten ibaret olmayan Kur'an, muhataplarını bu gerçek doğrultusunda harekete geçirmek için
özel bir ifade tarzı kullanmıştır. bu bağlamda aşkın'ı dışlayan bir
tarih tasavvuruna sahip olan araplara hitap ederken Kur'anın, tarihin
içerisinde insanın karşısına Allahı yerleştirmiş olması da bu bağlamda
değerlendirilmelidir. insanın olumsuz davranışlarının doğurduğu
olumsuzluklar, sadece zorunlu birer sonuç değildir artık� aynı zamanda
Allah�ın bu olumsuz davranışlara verdiği bir cevap, bir karşı tavırdır.
olumlu davranışlar için de durum aynıdır.
_bütün amacı
insanlığın tarih içerisinde görevini yerine getirmesinde ona yardım
etmek olan Kur'an ifadeleri, zamanla tersine çevrilerek insanı tarih
içinde sorumsuz kılacak, anlamsız bir teslimiyet ve şahsiyetsizliğin
kucağına itecek yorumlara maruz kalabilmiştir. Kur'anın insanlığa
vermek istediği tarih bilincinde merkezi bir konumu bulunan Allahın
tarih içindeki davranış tarzı (sünnetullah) fikri de, Kur'anın
anlaşılmasındaki bu yozlaşmaya bağlı olarak yıpranmış, dahası tamamen
ilgisiz bir fikre yerini terkederek tabiat kanunlarının Kur'andaki
ismi olarak algılanır hale gelebilmiştir. bizim görebildiğimiz
kadarıyla, bu süreçte sunnetullah ifadesinin Kur'an-dışı islami
literatürde kavramlaştırılması önemli bir rol oynamıştır. Aynı durum
pek çok Kur'an ifadesinin de ortak kaderi olmuştur. dolayısıyla, Kur'anı anlama çabasında ilk adım, Kuran ifadelerinin yerli yerine
oturtulması olmak durumundadır.
_sünnetullah ifadesinin tabiat
kanunları olarak değerlendirilmesi, bir bakıma da; Kuranın bütün
çabasını gözardı etme pahasına, onu tek hedefi insanlığı bilimin
faziletli ışığına ulaştırmak olan bir kitap gibi görmek isteyen
geleneksel yanılgının bir yansımasıdır. oysa ki, Kuran insanın
tabiatı algılamasını ve kullanmasını; gerek insanın, gerekse tabiatın
bu iş için elverişli yaratılmış olmasından hareketle muazzam bir iş
olarak görmemektedir. onun nazarında insan ile tabiat arasında böyle
bir ilişki, en azından insanın varlığını sürdürebilmesi için
kaçınılmazdır. insan tabiatı az ya da çok, ama mutlaka anlayacak ve
kullanacaktır. bu konuda Kur'anın ilgilendiği tek nokta, insanın
tabiata dair bilgisini ve tabiatı nasıl ve ne için kullanacağıdır.
insanoğlu bilgisini yararlı işler için kullanmadıkça, ürettiklerinin
bir kalıcılığı yoktur, üretilen teknoloji baş döndürücü mükemmelikte de
olsa, görünürde başarıdır ve Kur'an nazarında bir değeri yoktur. Kur'anın tabiatı öğretme konusunda ilgisiz kalmasının sebebi budur.
_sonuç
olarak Kur'an, insanlığın yeryüzünde insan onuruna yaraşır bir hayat
sürmesini istemekte ve bu amacı gerçekleştirmenin yollarını
göstermektedir. kanaatimiz o ki, Kur'anın, insan için öngörüğü bu
hayat tarzında dekorlar ve kostümlerden daha önemli olan �öykü�dür.
çünkü dekor ve kostümler insanlığa hazır olarak verilmiştir, insana
düşen sadece bunlara biçim vermektir. öykü, yani tarih ise tamamen
insana bırakılmıştır ve insanlık, kendi tarihini yaşayarak yazacaktır. Kur'anın bütün gayreti insanlığın iyi bir senaryo ortaya koyabilmesine
yardımcı olmaktır.
Ömer Özsoy
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
“Kur’an’da Sünnetullah ifadesi ve Eşanlamlılar” başlığı altında Kur’an’ın probleme çözümünü sunan yazar, sünnet kelimesinin Kur’an’da tekil formuyla, çeşitli terkiplerde yer almak suretiyle 14 kere kullanıldığını, iki yerde çoğul formuyla geçtiğini; bunlardan sadece sekizinin “sünnetullah” şeklinde iken diğerlerinin “sünnetüna”, “sünnete men..” ve “sünnetü’l-evvelin” gibi isim tamlamalarında yer aldığını kaydederek uzun tartışma ve analizden sonra bu ifadelerin yukarıda zikrettiğimiz “Allah’ın öteden beri süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, değişmeyen bir davranış tarzı” şeklindeki semantik yapısıyla aynı olduğunu tesbit etmiştir ki oldukça isabetli görünmektedir. O halde tartışılması gereken nokta vasıfları sıralanan Allah’ın bu “davranış tarzının” yani sünnetullahın hangi alanla ilişkili olduğudur. Yaygın kanaatte ifadesini bulduğu gibi sünnetullah, Allah’ın koymuş olduğu tabiat yasaları mıdır!
Kitabına sünnetullahın Kur’an sonrası kullanımı hakkında bir bölüm ayıran yazar, burada şu ifadelere yer vermektedir: “Sünnetullahın Kur’an’daki kullanımı ve buna bağlı olarak ilk dönemlerdeki anlaşılışı ile, kavram olarak bugün ulaştığı anlam zenginliğine bir arada baktığımızda, oldukça bariz bir anlam kaymasının vaki olduğunu görmekte güçlük çekmeyiz. Daha sonraları yüklenen anlamlardan, özellikle de tabiat kanunları olarak belirlenen anlamdan soyutlanarak kavramı kendi tabii bağlamında ele almaya çalışacak olursak görürüz ki; her ne kadar kanuniyet fikri yoğun bir şekilde kendisini ele veriyorsa da bu kanuniyetin konusu olarak fizik alanı akla getirecek en ufak bir ipucu bulmak adeta ustalıktan da öte bir güce ihtiyaç duyurmaktadır.” (s. 66).
Bu anlam kaymasıyla bağlantılı diğer bir gerçeğin de zaman içinde sünnetullah ile eş anlamlı kullanılır hale gelen “adetullah” teriminin olduğunu kaydeden Özsoy, özellikle Hicri III. yüzyılda felsefi tartışmaların müslüman çevreye sirayetiyle birlikte yeni problematikler çerçevesinde bir kavramlaştırma sürecinin başladığını, fizik alanla ilgili kullanılan “adet” kelimesinin “Allah” lafzıyla terkib edildiğini ve daha sonra da Kur’an’da kullanılan “sünnetullah’ın değişmezliği” ilkesinin “adetullath”a uygulandığını belirtmektedir: “Aslında sünnetullah gibi Kur’ani bir ifade bir disiplinin içinde oluşmuş adetullah ifadesine şemsiye yapılmakta böylece de bazı disiplinler içerisinde kullanılan bir kavrama kutsallık izafe edilmektedir.” Tabiat kanunlarının adetullah olarak isimlendirilmesi, onları Kur’an’ın sünnetullahın değişmeyeceğine dair beyanlarının teminatı altına almış oluyordu.” (s. 69).
Yazar klasik dönemlerde İslam dünyasında sünnetullahın asıl mecrasından çıkarılarak “tabiat kanunları”na dönüştürülmüş olduğunu ortaya koyduktan başka, XIX. yüzyılın sonlarına doğru müslümanların pozitivizmle tanışmasından sonra bu kavramın yeniden gündeme getirildiğini ve modern bilimin doğrultusunda sünnetullahın aynı şekilde “tabiat kanunları” diye anlaşıldığını kaydeder. XX. yüzyılın başlarında ise düşüncedeki değişime bağlı olarak bu kavram fizik alandan çok sosyal alana kaymıştır ki yazar bunu içte ve dıştaki bazı amillerle açıklar.
Burada bir başka noktaya da temas etmek gerekir ki o da, sünnetullah’ın “tabiat kanunları” şeklinde anlaşılmasından sonraki içine düşülen çıkmazdır. Eğer tabiat kanunları sünnetullah ise ve o da “değişmez” ise -çünkü Kur’an sünnetullah’ın değişmezliğini ortaya koymaktadır- bu durumda mucize olayı nasıl izah edilecektir! Mucize açıkça tabiat kanununun yarılmasıdır. Zaten böyle olmasa onun “mucize” olma özelliği kalmazdı. O halde nasıl olacaktı da hem mucize olacak, hem de “sünnetullah”ı değiştirmeyecekti! Bu çıkmazı gerek klasik dönemde, gerekse modern dönemde birtakım İslam düşünürleri yaşamış; rasyonalist ve pozitivist yaklaşımlarla Kur’an’daki açık mucizeleri inkar etme durumlarına varan tevillere girişilebilmiştir. Oysa sünnetullah Kur’ani çerçevede anlaşılsaydı bunun tabiat kanunları demek olmadığı anlaşılacak, kainatta bir düzen ve kanunluluk olsa da -ki bunu Allah göklere ve yerlere “emr”ini göndermekle sağlamaktadır- Allah’ın “izni” ile yeni bir emir göndermesiyle bu kanun cüz’i planda peygamberler aracılığıyla değişebilecekti. Bu da herhangi bir çelişkiyi bünyesinde barındırmamış olacaktı. Zira Allah tabiat kanunlarının hiç bir zaman değişmediğini ya da peygamberler aracılığıyla da bunun -mucize olarak- değişemeyeceğini belirtmemektedir.
Kitapta, sünnetullahın fizik alanla ve tabiat kanunlarıyla ilgili olmadığı tesbitinden sonra sünnetullahın konusunu araştıran bölümler yer almaktadır. Bu amaçla yazar, Kur’an çalışması için kabul ettiği metodolojisine uygun olarak, Kur’an mesajının arka planını irdelemeye çalışmakta ve bu arka planın tarihsel bölümünü tesbit ederken Kur’an’daki peygamberler zinciri çerçevesinde verilen insanlık tarihi genel bir bilinç oluşturması bakımından anlamlıdır. Bu oluşturulduktan sonra, sünnetullahın alanı daha da bir netleşecektir. Bizim burada dikkatimizi çeken bir husus da yazarın Kur’an’daki insanlık tarihi bilincini oluşturan kıssalarla ilgili bir kanaatidir: “…Kur’an’ın tarihsel malumata kesinlikle dogmatik bir değer atfetmediğini, bilakis ısrarla tarihin incelenmesine çağrıda bulunduğunu bir kez daha hatırlatarak; konunun ön yargılardan uzak uzmanlara düşen bir iş olduğu yönündeki kanaatimizi ifade etmek istiyoruz.” (s. 112). Doğrusu bu ifadelerle neyin anlatılmak istendiği pek açık görünmüyor. “Dogmatik” kavramıyla “kesin gerçeklik ve ona tamamen bağlılık” kasdediliyorsa, bu yaklaşım, Kur’an’ın “gerçek olarak bildirme” ilkesiyle ve bakışıyla çelişmiyor mu! Bu ifade zihnimizde bazı düşünürlerin Kur’an’daki kıssaların sembolik olarak yorumlanması gerektiği şeklindeki kanaatlerini çağrıştırıyor. Acaba yanılıyor muyuz!
Çalışmasında insan ve tarih felsefesi konusunda da önemli açıklamalar yapan Özsoy, Kur’an’da “Allah’ın davranış biçimi” anlamındaki sünnetullah ifadesiyle ilişkili olarak “kelimetullah”, “kelimetü rabbih” gibi ifadelerin kullanıldığını, “Allah’ın verdiği söz” benzetmesini içeren bu terimlerin de sünnetullah gibi Allah’ın davranış tarzını ifade ettiğini belirtmekte ve Allah’ın hangi durumlarda nasıl davranacağına dair kendisine ve bu ilahi tavrın muhatabı olması itibariyle insanlığa söz verdiği fikri işlenmektedir.
Sonuç olarak denilebilir ki yazar, antik ve modern sapmalardan payına düşeni almış olan önemli bir Kur’an ifadesini genel hatlarıyla yeniden asli muhtevasına döndürme çabası sergilemiş, Kur’an’ın insan ve tarih görüşüne nisbi bir açılım getirerek birey ve toplum bazında tevhid ve adalet ilkesini kurumlaştırmayı hedefleyen Kur’an’a dönüş hareketine önemli bir katkıda bulunmuştur.
Yazan: Ömer Mahir Alper Yazı Kaynağı: Haksöz Haber
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selamlar,
Sevgili
kardeşim asım inşallah iyisinizdir.
Sayın
Ömer ÖZSOY bu (sünnetullah bir Kur’an ifadesinin kavramsallaşması) çalışmayı
ortaya koyma gerekçesi olarak kendi ifadesiyle “Eğer tabiat
kanunları sünnetullah ise ve o da “değişmez” ise -çünkü Kur’an sünnetullah’ın
değişmezliğini ortaya koymaktadır- bu durumda mucize olayı nasıl izah
edilecektir! Mucize açıkça tabiat kanununun yarılmasıdır. Zaten böyle olmasa
onun “mucize” olma özelliği kalmazdı. O halde nasıl olacaktı da hem mucize
olacak, hem de “sünnetullah”ı değiştirmeyecekti!”demişti ve tek gerekçesi de buydu.
Hala
bu görüşte olup olmadığını bilmiyorum. Kendisine/ilmine saygı duymakla beraber
bu konudaki görüşüne katılmıyorum. Burada mucize ve sünnetullah konusu üzerinde
çok kısa bir hatırlatma yaparak düşünmeye sevk etmeye çalışacağım.
Kur’an’ın
mucizeye bakışını biliyoruz…
Kur’an’da
geçen ayet/mucize kavramı ve kıssalar üzerinde ciddi bir araştırma yaptığımızda
Kuran’daki kullanımıyla ayet/mucize kavramının gerçek manası ortaya çıkacak ve Kuran’daki
çelişkili gibi duran mevzularda rahatlayacaktır…
Eğer yüz çevirip gitmeleri sana
ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa, yerin içinde bir delik yahut gökte bir
merdiven ara da onlara bir (olağan üstü) ayet/mucize getir. Allah dileseydi
onları doğru ve güzelde birleştirirdi. Artık cahillerden olma. Ancak gereğince
dinleyenler çağrıya cevap verir. Ölülere gelince, Allah onları diriltecektir,
sonra O'na döndürülecekler. Dediler ki: "Ona Rabbinden bir (olağan üstü) ayet/mucize
indirilseydi ya!" De ki: "Kuşkusuz, Allah bir ayet/mucize indirmeye Kadir’dir.
Fakat çokları bilmiyorlar." (EN'ÂM/35-37)
Tüm yeminleriyle Allah'a yemin
ettiler ki, eğer kendilerine bir ayet/mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar.
Söyle onlara: "Ayet/mucizeler ancak Allah'ın katındadır." Mucize
geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? (EN'ÂM/109)
Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin
gelmesini mi, Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı ayet/mucizelerinin
gelmesini mi? Rabbinin bazı ayet/mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş
yahut imanında bir hayır sahibi olamamış kişiye imanı hiçbir yarar
sağlamayacaktır. De ki: "Bekleyin! Doğrusu biz de bekliyoruz." (EN'ÂM/158)Bu konuyla ilgili Kur’an’da
geçen bir yığın ayet var niyetimiz sadece hatırlatmak olduğundan hepsini buraya
taşımayı gerek duymadık…
Allah
Kur’an’da bir taraftan mucize(olağan üstü ayetler)nin hidayete bir faydasının
olmayacağını söyleyecek, bir taraftan da resullerinin mucize(olağan üstü
ayetler)lerle gönderdiğini söyleyecek! Bu biraz düşündürücü değilmi!?
Allah
(olağanın ötesinde) bir ayet/mucize gönderecek olursa irade ne iş görür,
insanlar o zaman isteyerek değil korkarak iman ederler!?…
Allah
resullerini mucizeyle gönderdiğini düşünecek olursak, insanlar mucizeye mi
yoksa getirdikleri mesaja mı iman edecekler!?…
Adili
mutlak Allah insanların ufak bir kesimin mucizeye şahit olmasına olanak
tanıyacak çoğu bundan mahrum kalacak olacak işmi!?...
Daha
fazla örnek verilebilir, bu kadar örnek ne demek istediğimizi dostların
kulağına fısıldamaya yeter.
Ahzab
38 de Allah’ın sünnetinin değişmeyeceğinden bahseder ve belirlenmiş bir
kaderdir der…
Ma kane alen nebiyyi min haracin fima
feradallahu leh, sunnetellahi fillezine halev min kabl, ve kane emrullahi
kaderam makdura.
Allah'n kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine
getirmekte, Peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler
arasında da Allâh'ın yasası/sünneti böyle idi. Allâh'ın emri, belirlenmiş
bir kaderdir.(Ahzab/38)
Ma kane alen nebiyyi min haracin:Nebiye zorluk yoktur
fima feradallahu leh:Allah'ın
kendisine farz kıldığı şeyde
sunnetellahi fillezine halev min
kabl:Bundan öncede gelip geçen(nebi)ler
hakkında
Allah'ın sünneti buydu
ve kane emrullahi kaderam makdura:Ve Allah'ın emri belirlenmiş bir kaderdir.
Tabiat
kanunları da Allah’ın yasalarıdır sünnetullah da, her iki yasada insanın
davranışına göre tepkime yapar.
Daha
öncede değinmiştim, Allah'ın
gönderdiği Resullere savaş açanların akıbeti çok kötü olmuştur, bu Allah'ın
sünnetidir...
İlahi hitaba bigâne kalan toplumlar/insanlar ifsat olup gitmişlerdir, bu
Allah'ın sünnetidir...
Gönderilen Resuller Allah'ın buyruklarına uya gelmişlerdir, bu Allah'ın
sünnetidir...
Allah'ın sünnetinde bir değişme bulamazsın.
Beceriksiz bir tacirin ticaret kurallarını işletemediğinden iflası kaçınılmazdır,
bu Allah'ın koyduğu bir kader/yasadır…
Yaşadığı dünyaya hoyrat davranan insan doğadan cevabını hiç gecikmeden alıyor,
bu Allah'ın koyduğu bir kader/yasadır…
Sağlığına dikkat etmeyen canın, işinde güvenliği önemsemeyenlerin, trafikte
kuralsız canavarların, öğrenime önem vermeyen cahillerin, yenilik yapmayan
yobazların ve mesaja bigane kalan gafillerin uğrayacağı akıbet Allah’ın
sünneti ve kaderidir.
İster insana ister doğaya lehine işletilen yasalar verim alınmasına, aleyhine
işletilen yasalarda tahribatına neden olur.
Sünnetullah kavramı Kur'an'da kullanımı itibarıyla sosyal içerir olması, bu
kavramın başka bir yerde geçerliliği yok anlamı getirmez. o gün bu kavramın
direkt olarak bu şekilde kullanılması çok normal, bu kavramın başka bir durumda
geçerliliği yoktur anlamı çıkarılmaz. Başka ayetlerde Allah'ın sünneti dolaylı
olarak her şey için kullanılmıştır, "Allah aklını kullanmayanların üzerine
pislik yağdırır" bu ayette sünnet yokmu!?
Kavramlar/sözcükler sadece literal/lafız olarak
ele alınmamalıdır, aynı zamanda neye delalet ettiği, nasıl karşılık bulduğuna da
bakılmalıdır.
Selam
ve dua ile.
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Merhaba sevgili Ibrahimim kardesim nasilsiniz?
Omer Ozsoy'un mevzu bahis kitabindaki yazdiklarinin coguna katilmaktayim. Sizin bahsettiginiz sekliyle bir mucize inancina sahip oldugunu kesin bilmiyorum. Eger alintiladiginiz kisimdaki ifadesi kendi dusuncesini yansitiyorsa ben bu hususta seninle hemfikirim. Yok eger gunumuzde bilinen mevcut sekliyle sunnetullahi savunanlarin mucize inanclarini, kendi bunyelerindeki celiskileri ve cikmazlarini ifade etmek icin belirtiyorsa bence bir sorun yok.
Allah evrendeki varlıkların hepsine müdahale ediyor mu?
Allah halifesi konumundaki insan türüne de müdahale ediyor mu?
Allahın müdahale ettiğini gösteren ayet ve hadisler var mı?
Allahın müdahalesi imtihan ve özgür irade ile çelişiyor mu?
Allah eskiden müdahale ediyorsa bu dönemde neden müdahale etmiyor?
Felaketlere seyirci kalması müdahale etmediğini mi gösteriyor veya depremler v.b durumlar müdahale ettiğini mi gösteriyor?
Müdahale kıyamet ile mi başlıyor? Eğer öyle ise peygamberleri göndermesi ve nice topluluğu yok etmesi ne ile açıklanabilir.
Allahın kudret sıfatı bahsinde söylenen ayetler insana müdahalenin olduğunu gösterir mi?
Konu ile ilgili olabilecek ayetler
Enam
65:Üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeğe, sizi fırka fırka
yapıp kiminize kiminizin hincini tattırmağa Kadir olan O'dur."
Kuranda
ilahi müdahalenin olup olmayacağı konusunda en net olan ayet
budur.Diğer ayetler daha çok Allahın kudret sıfatı ile ilgilidir. Bu
ayette üç çeşit azap çeşidinin mümkün olduğu ve bunun bir müdahale
anlamını taşıdığı belirtilmiştir. Bir hadise göre Hz. Muhammed bu
azapların bu ümmete inmemesi için Allaha dua etmiştir. Allah ilk
ikisini kabul etmiş, fakat birbirine düşürme azabını kabul
etmemiştir.Bu müdahalelerin mucize yoluyla da meydana geldiği ifade
edilmektedir Kuran..Yani bu alışılagelen bir sünnet değil,özel bir
müdahaleymiş gibi vermektedir.
Allah evrendeki varlıkların hepsine müdahale ediyor mu?
Dolayı yoldan bu konuyu ele alan ayetleri gördüğümüzde Tanrının evrene müdahalesini 4 çeşit görmekteyiz.
1.
Allah her türlü oluşumu ”yaratma” olarak nitelendirerek evrendeki her
oluşumda ilahi bir müdahalenin olduğunu ifade etmektedir. “Bir yaprak
dahi onun izniyle yere düşmektedir” mealindeki değerlendirmeler evrende
hiçbir oluşumun Allahın müdahalesi olmadan gerçekleşmediğini ifade
etmektedir. Bunlar Allahın kudret sıfatı konusunda bizleri rahatlatır,
ancak bu durum bizi imtihan ve özgür irade konularında soru işaretleri
ile baş başa bırakmaktadır. Ve bu tespitler ünlü İslam bilgini
Maturİdi’nin “insan önce meyleder sonra Allah yaratır” tespiti ile
çelişkili gibi gözükmektedir. Hem de bu ayetlerde mutlak bir teizm
gözükmektedir. İnsana ait bir şey yokmuş gibi bir anlayışa insan
gidebilmektedir.
2. Allah her türlü oluşumu bir yasa
çerçevesinde muhafaza eder. Eğer Allahın müdahalesi olmasaydı her şey
tesadüf ile olsaydı yasanın meydana gelmesi mümkün olmazdı.1Sen
Allahın(ayetinde)yasasında değişiklik bulamazsın” ayeti bunu dile
getirmektedir. Bu ayetlerde Allah oluşumu bir yasaya bağladığı için
müdahalesiz kaldıkları anlamını çıkarabilmek mümkündür. Bu görüş ile
sadece amel edilecekse deizmin görüşü olan evreni yaratıp bir yasaya
bağladıktan sonra çekildiği görüşü doğru olmaktadır.
3.
Allahın oluşumları gerçekleştirmesi ki buna emir denir. Allah “yaratma
da emir de onundur buyurmaktadır. Bu yaratılıştan farklıdır. Yaratılış
her şeyin oluşturucusu yönüyle ele alınırken emir ikinci şıkta
verdiğimiz ilahi yasaların yürütme işinin de Allahın olduğunu varsayar.
İlahi yasaların hallerine bırakılmadığını ifade eder. Böylece deizmin
sandığı gibi oluşumda pasif bir Tanrı anlayışı yoktur. Üçüncü şık
müdahalenin sadece ilgili şeyi yaratma ile olmadığını o yaratmanın
yasasını da kapsamakta t olduğunu ifade eder.
4. Mucizeler ile Allahın bir müdahalede bulunarak evrensel yasaları askıya alması..İkinci
müdahale çeşidinde Allahın her şeye bir yasa tayin ettiğini söylemiş ve
onların o yasalarla işlerini devam ettiklerini ifade etmiştik.Ancak
ilginç olanı Allahın onunla ilgili ayetlerde “ bir değişiklik
bulamazsın “dediği halde mucize yoluyla özem müdahalede
bulunmasıdır.Sanırım konumuzu birinci derecede ilgilendiren de bu
dördüncüsüdür.Mucize için çok değişik tespitler yapılmış olmasına
rağmen genel eğilim, Tanrı’nın doğa yasalarını askıya alması şeklinde
olmuştur.Fakat Kuranda sünnetullahın değişmeyeceği ayeti dururken bu
mucizenin nasıl olduğunu açıklanmazsa sorun çözülmeyecektir.Yine
peygamber göndermenin bile bir müdahale anlamını taşıdığı bilinmektedir.
O
halde elimize bu müdahalenin nasıl bir müdahale niteliği kazandığını
açıklamak düşmektedir. Bugün zamanın izafi olduğu anlaşılmıştır. Tanrı
için zamanın önemli olmadı düşünüldüğünde ve Tanrının aşkınlığı ile
beraber içkin bir özellinin d olduğu düşünüldüğünde fiziksel bir
müdahale olduğu sanılan bir olayın aslında evrende var olan ama henüz
ilgili yerde keşfedilmemiş olan olaylar olduğu anlamı meydana
gelmektedir. Örnek olarak üç teist dinde kabul edilen Hz. Musa’nın
denizi yarmasını alırsak, bu bakış açısına göre Tanrı, evrenin başından
planlayarak gelgit olayındaki gibi fizik yasalarını kullanarak, hiçbir
determinist yasayı ihlal etmeden, bu yasaları araçsal sebep olarak
kullanarak, Hz. Musa’nın tam geçeceği anda denizi yarmıştır. Fakat tüm
bu yaklaşımlar, determinist bir evrende, Tanrısal müdahalenin, yoktan
yaratılıştan sonra en sıra dışı şekli olarak kabul edilen mucizelerin
açıklanması içindir.
Ancak
bu araçsal sebebin de kaynağı belirtilmelidir. Bu müdahalenin yukarıdan
aşağıya doğru bir fiziksel müdahale olmadığı anlaşılmalıdır. Kaos
teorisine göre evrendeki küçük bir değişim evrendeki önemli
değişiklikleri beraberinde getirebilmektedir. Eğer Hz. Musa’nın deniz
kenarına geldiği anda, denizdeki su moleküllerinin Hz. Musa’nın
sağındakilerin hepsinin sağa, solundakilerin hepsinin sola hareket
ettiğini ve böylece denizin ikiye ayrılmış olabileceğini söylersek,
fizik yasalarının ihlal edilmediği, çok düşük bir olasılığın
gerçekleştiği bir mucize tanımı yapmış oluruz.Fakar bu yasaların dahi
ilahi yasalardan soyutlanmış bir şekilde olmadığı ve onun izniyle
olduğunu varsayacağız.Yani Allahın her şeyin üstünde bir öz olduğundan
hareket ederek her şeyi Allaha bağlamakla beraber bunun Allahın
yasalarını bazen ihlal etiği anlamına gelmediği anlaşıyor.
Allah halifesi konumundaki insan türüne de müdahale ediyor mu?
Bu
konunun birinci derecede kader ile ilgili olduğunun farkındayım. Ancak
konun içinde önemli bir sorun olarak görüyorum. Çünkü Tanrının
varlığından haberi olan herkes, onun müdahalesinin insan üzerindeki
etkilerini sorgulamaktadır..İslam aleminde kelam konularında en dengeli
tespitleri yaptıkları ile ünlenen imam Eşari ve imam Maturidinin
tepitlerini ardından mutezile ve cebriye mezhebinin görüşlerini
verelim.Sonra görüşümüzü açılayacağız.
Maturidi
insanın meyletmesini bütün, küçük soğuk v.b kavramlara benzeterek
bunların zihinsel bir düşünceden ibaret olduğunu ve yaratılmadıklarını
ifade eder. İnsanın bir şeye yönelimi de henüz zihninde olduğunda
yaratılmamış ancak bir vakıa(olgu)haline geldiğinde yaratılmış hale
gelmektedir demiştir.
Eşari
ise zihinsel düşünceyi de yaratılan bir olgu olarak görmüştür. İnsan
iradesi ile onu olguya taşısa bile meyledim de büyük, küçük sıcak v.b
henüz zihinde olan kavramlar da mahlûktur demiştir.
Ancak
bu iki dengedeki yaklaşımın ortak yönü insanın iradesinden donra
Allahın iradesinin aktif hale geldiği söylemidir ki biz de bu görüşü
çok yerinde buluyoruz.İlmin maluma tabi olması bu demek olsa gerek..Bu
iki tespite göre Allah zorlayıcılık bağlamında insan fiillerine
müdahale etmemektedir. İnsan iradesinde hürdür.
Mutezile
insan ın kendi yaptıklarının yaratıcısı olduğunu söylemiştir. İnsanın
iradesi ile Allahın iradesi birbirlerinden ayrıdır. Mutezileye göre
Allah insanın fiillerinde aktif ise imtihanın anlamı kalmaz.
Cebriye
ekolüne göre Allaha her şeyde belirleyicidir. İnsan rüzgârın önündeki
yaprak gibidir. Bu o kadar anlamsız bir görüş ki bu görüş varlığını
devam edememiştir.
Allah eskiden mudahale ediyorsa bu dönemde neden mudahale etmiyor? Felaketlere seyirci kalması mudahale etmediğini mi gösteriyor veya deperemler v.b durumlar müdahale ettiğini mi gösteriyor?
Tespitlerimize
bakarsak Allah eskiden ile şimdiki arasında yasalarında değişiklik
yapmamıştır. Ancak eski kavimlerin helakinin günümüzde yaşanmıyor
olması bunun için alternatif bir delil olamaz. Çünkü dediğimiz gibi
eskiden fil vakasından tutun, tufana kadar meydana gelen olaylar ilgili
yerleri sadece etkilemiştir. Onların yaptıkları onlara azap olarak geri
gelmiştir. Eğer başta söylediğimiz bir hadis doğru ise müdahalenin
niteliğinde bir değişim olabilir. Eskiden yapılanlara verilen dünyevi
cezalar doğa olayları iken bu ümmete bu cezalar birbirlerine düşmek ve
fitnedir. Ne var ki ikisinde de kaos teorisine göre bir değişimin
toplumu da etkilemesi olayı vardır. Bunun nitelik değiştirmesi insan
türünün olgunlaşmasıyla da ilişkili olabilir.
Deprem
v.b olayların ilahi eski kavimlerdeki gibi ilahi ceza bağlamında bir
müdahale olmadığı ise kesindir. Çünkü ilgili azap çeşitleri etki-tepki
yasası gereğince sadece yoldan çıkan toplum ferdlerini etkiliyordu.
Oysa deprem v.b olaylar masumları da beraberinde götürüyor.
Aslında
evrende etki tepki yasası bağlamında ada bir ilahi yasanın var olduğunu
düşünüyoruz. Bugün 17 aylık bir bebeğe tecavüz belki fiziksel bir ceza
ile karşılığını bulmuyor ama toplumun kaosa gitmesini hazırlıyor.
Etki-tepki yasası ve ya ilahi ceza bir çok şekilde gerçekleşmektedir.
Bunu sadece yukarıdan aşağıya bir fiziksel müdahale olarak
görmemeliyiz. Bu açıdan Allahın imtihan uğruna seyirci kaldığı bir olay
da yoktur aslında… Değişen tepkinin niteliği olmuştur.
Müdahale kıyamet ile mi başlıyor?
Kıyamet
kavramın sözcük anlamı çok ilginçtir. Belki çoğunuz patlama v.b
anlamlar arayacaksınız. Ama kıyamet kelimesi “kalkmak” demektir. Bir
hadiste “ölenin kıyameti kopmuştur” denmektedir. Peki, bu neyin
kalkışıdır. İnsanların kabirlerinden kalkışı mıdır? Hayır. Ona ba’s
denir. Kıyamet sebepler ve evren yasalarının kalkmasıdır. Bunun için
zaten kıyamet bu evrendeki her şeyin sonucu olarak yorumlanmaktadır.
Bu tanımdan anlıyoruz ki kıyamet genel bir olaydır. Sadece fiziksel de değildir. Bunun için Kuranda 100’
ün üzerinde kıyamet ismi vardır. Ölenin kıyametinin kopması artık
benliğin(nefsin) ortadan kalktığını ve sadece ilahi özden gelen
cevherin(ruhun)kaldığını gösterir. Evrenin kıyameti de evrenin
benliğini ortadan kaldıracaktır. Bu önce evrensel yasaalrın bozulması
ile kendisini gösterecektir. Bu bozulma yeni bir evrimin ve üst boyuta
geçişin de vasıtası olacaktır.
Bu
açıdan kıyamet genel ve her türlü bir müdahaledir. Onun için yaşanmadan
anlatmak mantıksal olarak zor, bilimsel olarak imkânsızıdır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Merhaba
Degerli arkadasim Asim bir onceki alintinin son kisminda Kiyamete iliskin olarak yapilan yoruma tam olarak katilamiyorum. Kuran'da kiyamet kelimesi belirlilik takisiyla ve yevm ile birlikte yaklasik yetmis kez kullanilmistir. Klasik anlayisi icinde tasimakla birlikte onun gibi dar kapsamli degildir.Kiyamet bir bitisten cok yeni bir baslangicin ilk evresi olarak karsimiza cikar.Yani bir surecten digerine gecis olarak gordugumuz kiyamet gununun en genis kismini insanin yaptiklariyla yuzlestirilmesi hesaba cekilerek yargilanmasi olusturmaktadir.
Kuranda ayni sureci veya onun farkli boyutlarini ifade eden degisik kelimlerde kullanilmistir; saat, hesap,din gunu vb.
Birde su hususu belirtmekte fayda var diye dusunuyorum; yaptigimiz alintilarin nitelikli ve derli toplu olmalari ondan yararlanma oranimizi artiracaktir.
KURAN VE SÜNNET ANLAYIŞI Kur’an
ve sünnet anlayışı tarih boyunca insanların kafalarını kurcalamış,ve
yanlış algılama nedeniyle de tevhit dininin bozulmasına yol açmıştır.
Ve bu sebeple de bir olan o din yüzlerce binlerce tarikat
mezhep,meşreplere ayrılmıştır. Allah Bir tane olduğuna göre Emir komuta
da o bir tane Allah a aittir. Şimdi bunları ayrı ayrı izah ederek
Allah’ın Tanımladığı dini yerine oturtturmaya çalışalım KUR’AN Allah’ın
İnsan oğlunun Var oluşu ile İnsanlar içerisinden duyarlı olanlardan
peygamber olarak seçtiği ardı ardına dizilen elçilerle İnsanların nerde
ne yapması gerektiğini en güzel bir biçimde tasarlanmış hayat
projesinin adıdır.Allah bir taraftan kainatı yaratmış. Kainata bir yasa
koymuş , bir taraftan da. Peygamber aracılığı ile göndermiş olduğu
vahiylerle bu Kainatın, esrarını genelleme ile bildirerek, halife olan
adem oğluna, yorumlamasını istemiştir. İnsan oğlunun var oluşunun yeni
yürümeye başladığı, dönemlerinde helal ve haramları peygamberlik
aracılığı ile bildirirken. Kendi dinini tamamlayarak peygamberlik
hayatını da noktalayıp. Hayatlarında kılavuz olacak olan her örnekten
,bir örnek verdiği,, hiçbir eksiğin bırakılmadığı insanların elleriyle
koruttuğu bir kitapla yeni bir döneme girilmiştir. Artık bir daha
Allah'tan peygamber gelmeyecek. 33/40- “Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resûlü ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir. Allah bu
Kainat kitabını yazarken hem kendi içerisindeki çelişkisizliği,hem de
göndermiş olduğu vahiylerin çelişkisizliğini halife olarak yaratılan
insanın yakalayıp.fıtratına uygun olarak inanıp yaşamasını istemiştir.
Allah katında makbul olan dinin o olduğunu ve düşünen ve aklı olup da
kullananların mutlaka o dini bulabileceklerini vurgulamıştı. 30/30-
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o
fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın
yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din
(budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. Bütün insanları Allah
böyle bir dine yönlendirmek istemiştir. Örnek olarak da Hazreti İbrahim
i göstererek Çevresi hep putlara taparlarken o yerlerin ve göklerin
yaratılışının sırlarını keşfederek çevresinde bulunan insanların
düştüğü yanılgıyı kavrayıp ben sizin taptığınız putlara tapmam diyerek
kimliğini ortaya koymuştur. 6/74- Hani İbrahim, babası Azer'e
(şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni
ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." 6/75- Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. 6/76-
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim
Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri
sevmem" demişti. 6/77- Ardından Ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak)
doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince:
"Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten
sapmışlar topluluğundan olurum." 6/78- Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar
saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti.
Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben
sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." /679- "Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." İşte
Hz. İbrahim peygamberdeki bu haslet insanların hepsinde
vardır.düşünerek yapmış olduğu her iş olumsuzluklar tekrar gözden
geçirilerek. Israrla üzerinde durulduğunda olumsuzlukların bir bir
çözüldüğü görülecektir. Soruyorum düşünüp de tevhid dinini
yakalayamayan insanların hangisi tatmin oluyor. Çelişkiler içerisinde
olan din akleden ve düşünenleri rahatsız eder durur ve doğruyu
buluncaya kadar.aramaya devam eder. 2/144- Biz, senin yüzünü çok
defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut
olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.
Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz,
kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek
(hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Düşünen ve akleden nereye gideceğini bilmeyen ve Allah’ın yol
göstericiliğine inanan birisi seyirci kalmaz. hemen onunla diyaloga
geçer. İşte Allah ın dua eden birisinin duasına icap etmesinin anlamı
budur. Dua Kişilerin istedikleri yöndeki arzularının fiiliyatıyla
buluşmasının adıdır. Bahçesini sulamak isteyen bir adamın Allah’a duası
Allah'tan yağmur istemesi değil.Allah ın yeryüzünde verdiği sularla
sulamak için yönelmesidir. Doğru bir dinin duası da Allah’ım beni doğru
yola götür dediği zaman o tarafa yönelmesidir. İşte Hz. İbrahim
peygamberin İnandığı ve yaşadığı hayatın adı mesci-di haram yani
haramlardan uzaklaştırılmış örnek bir yaşam biçiminin sembolize
edildiği yerdir. Allah son peygambere böyle bir dinin örnekliğini
vererek oraya yönlendireceğini bildiriyor. İşte Peygamberlerdeki
temel özellik vahiylerin kontrolünde yol Almalarıdır.Hiç bir peygamber
kendi keyfine göre hareket edemez. O Allah’ın tabiri caiz ise
kumandasıdır Şimdi Peygamberin emirleri ve yaşadığı hayatı anlamındaki
sünnet anlayışını kuran ile ölçerek değerlendirmeye çalışalım. SÜNNET KAVRAMI Allah’ın
Göndermiş olduğu vahiylerin O çağda bulunan şartlarda olan teknoloji
ile yaşanmasının bir peygamber örnekliğinde pratik hayata
götürülmesidir.Hiç Bir peygamber vahyin dışına çıkamaz, ve vahyin
dışında bir şey söyleyemez. Onların Yaşadıkları Hayat Kur’an’ın o
toplum ve şartlarda Allah ın emirlerinin örnek verilerek yaşamasıdır.
Yani Sünnet Eğer peygamberin söyledikleri ve yaptıkları anlamında
kullanıyorlarsa Söylediği Kur’an ve yaşadığı ise Kur’an ın emirlerinin
o çağa ait bölümüdür 69/44Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. 69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. 69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik Bilindiği
gibi kültür ve medeniyet. Teknoloji gün değil, ay değil,yıl değil, asır
değil , Saat ve dakikada bile değişmektedir. Bir öncekine göre daha
güzeli daha iyisi oluşmaktadır. İnsan yaşamında kültürler.devamlı
gelişmekte. Çağlar ilerledikçe. Eşyanın sırları çözülmekte, çözüldükçe
de yaşam değişmekte ve kolaylaşmaktadır. Ama Tevhit esasları hiçbir
peygamber de farklı değildir Allah’ın birine helal ettiğini diğerlerine
de helal birine haram ettiğini diğerlerine de haram etmiştir. 16/118-
Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz
onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. İnanç
be ibadet esaslarında değişme olmadan devam edip gelmiştir. Ama ilk
insanlar. yaratıldığı zaman kültür sıfır idi ilk insan topluluğu
hayatlarını sürdürebilmek için,Allah’ın Yarattığı tabiata yönelerek
deneme yanılma yoluyla kedi ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Yemek
istediklerinde kendileri için hazırlanmış elverişli bir ortamda
meyvelerden sebzelerden hayvanlardan bulup yiyerek hayatlarını idame
ettirirken. Bir taraftan da üzerlerini yaprak ve otlarla örtmeye
çalışıyorlardı. 7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı
tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini
cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine
seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin
gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" İlk
insanlar yaşadıkları Hayat içerisinde bir kültür edinerek kendilerinden
sonra gelecek olanlara yaşadıkları kültürü, miras olarak
devretmişlerdir. Onlarda o kültürler üzerine bir kültür ekleyerek
kendilerinden sonra kilere daha güzel bir hayat bırakmışladır. bu olay
bu güne kadar devam edip gelmiş ve devam edecektir..ta… eşyanın esrarı
çözülüp insanoğlunun ömrünün bitişine kadar Bunu somutlaştırarak
anlatacak olursak, İlk insanlar doğdukları zaman çırılçıplak idi, ilk
olarak doğada bulabildiklerini iklim şartlarına göre, Ağaç yaprakları
ve otlarla örtünüyorlardı. Gün Gelmiş Hayvan derileriyle örtünmeyi
keşfederek onlarla örtünmüşler. Gün Gelmiş Hayvan kıllarını eğirerek
kendilerine elbiseler yaparak örtmeye başlamışlar. Gün gelmiş onların
yerlerini dokuma tezgahları ve fabrikalar keşfederek daha modern
elbiseler imal edip giyinmişlerdir. Bu Örtünüş biçimini Allah ın
gönderdiği peygamberlerle. Ve kitaplarla da tarif edilerek, örtünmesi
gereken yerler..tarif edilmiştir. Aynen onun gibi, Orijinal olan
kitapla korunmuş olan vahiy çerçeve olarak peygamberlerin kitapla
hayatlarını bütünleştirdikleri gibi, Günün koşullarında, Allah'tan
gelen hangi bir emirin, hangi malzemelerle, ve aletlerle, nasıl
yapılacağının örneğini pratik hayatta örnek olarak bizzat göstermiştir.
Devlet başkanlarının da üfürüldükçe genişleyen balonun çevresini
taşmadan, global kültürde,yerini alması sünnetlerdendir. Bunu Bir
ayetle biraz daha genişletmeye çalışalım. 8/60- Onlara karşı
gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla,
Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin
bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız.
Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve
siz haksızlığa uğratılmazsınız.” Dikkat edilirse, Kur’an da
bahsedilen( kuvvet ve besili atlar,) ifadesi sözü edilmektedir.
Buradaki hitap devlet başkanı ve ona tabi olanlaradır. Günün Şartlarına
göre değişken bir emirdir. Yani Kültür ve medeniyet ilerledikçe, bir
önceki kültürün yerini bir sonraki daha da güzelleşerek, yerini
alacaktır Peygamberimiz döneminde, O Günün şartlarında, savaş aracı
olarak, en önde geleni besili atlar imiş.ki, düşman güçleri onlarla
püskürtülüyormuş. Ama şimdi savaş aracı olarak sünnet diye at beslemeye
kalkışılırsa, Hem gülünç olur. Hem de bu yanlışlığın bedelini
öldürülmek ve köleleştirilmekle öderiz. Rahmetli babam sağ iken
Köyde,Evin yük taşıma ihtiyaçlarını, At ile temin ediyorduk, O
Dönemlerde Traktörler cipler arabalar daha yeni yeni kullanılmaya
başlamış idi Bazı traktör alanlar da ücretle yüklerimizi taşıyorlardı.
Ona Verdiğimiz ücret ile at beslediğimiz ücreti hesapladığımız zaman,
Traktöre kira olarak verilen ücret yem samana verilen ücrete göre çok
komik kalıyordu. Ben Dedim ki Baba Bu Atı Satalım bize masraflı
geliyor. Biz Her işimizi arabalarla yapıyoruz at bomboş yem yiyecekten
başka yük getirmiyor. En Sonunda Babam bunu iki sene bekledikten sonra
anlayabildi. Ve atı sattık. Aynen onun gibi ayette değişiklik kavramı
Çağlar üstü bir kavram ifade etmektedir. Balonun içerisine hava
üfürüldükçe, büyüyen balonun içerisinde yer almaya devam etmektedir.
Asıl Sünnet olan Yirmi birinci asrın şu anda muhtaç olduğu teknoloji ne
ise önemli olanı onu hazırlamaktır. İşte Kur’an’ın anlaşılmasını
engelleyen zihniyet bu zihniyettir. Şeytan İslam toplumunun sağ
tarafından yaklaşarak Hadis kılığına bürünerek, sünnet diye peygamber
misyonuna yakışmayan, ve söz ve davranış biçimleriyle uyuşmayan,
zihniyeti getirmişler. Peygamberin sünneti diye lanse etmişlerdir. Yine
güncel bir örnekle söylediklerimizi daha da pekiştirmeye çalışalım. Hiç
Laboratuar kelimesinin duyulmadığı bir zamanda,, Suyun Temiz olup
olmadığının bilinmesi O Günün şartlarına göre anlaşılmaya
çalışılıyordu. Saman çöpünün götürüp götürememesi suyun temiz olup
olmamasının bir ölçüsü idi, Veya kuyudaki bir suya düşen ölü bir
hayvanın çeşidine ve büyüklüğüne göre kuyudan ne kadar teneke ve kova
su çekileceği tartışılıp duruluyordu.. Şimdi Allah İnsanlar
aracılığı ile teknolojiyi geliştirdi suyun temiz olup olmadığı birkaç
damla suyu laboratuara götürüp tahlil neticesinde belli olmaktadır. İşte
Günümüzde peygamber olsa, Suyun temiz olup olmadığını saman çöpünün,
götürüp götürmediği ile değil laboratuarla inceletir öyle karar verirdi. 3/159-
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba,
katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse
onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla
müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah,
tevekkül edenleri sever. Devlet başkanının yapacağı da odur. Eğer
peygamber olayının bitişiyle beraber. İnsanlık yolunu kaybedecekse,
elinde bir kılavuz yoksa haksızlık olur ve imtihan adaletsiz bir
ortamda yapılmış olurdu Halbuki öyle değil, Kuranın yol
göstericiliği altında, Müspet bilimlerin gelişmesiyle,İnsanlara faydalı
ve zararlı olanlar tespit edilerek,Haram ve helaller ortaya konmalıdır.
Onların vermiş oldukları kararlar devlet başkanlarının uyacağı
kararlardır. Daha öncede bu konuda vermiş olduğum bilgilerde olduğu
gibi Peygamber tıp alanında uzman değilse tıp ile bilgileri tıp
uzmanlarından alıyordu, bu Tabi ki vahiy bilgisinin dışında olursa. 10/94-
Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara
sor. Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya
kapılanlardan olma 21/7- Biz senden önce de kendilerine vahiy
ettiğimiz erkekler dışında elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o
halde zikir ehline sorun. Zikir ehli bir şeyin uzmanı bilgi sahibi
kişilerdir Peygambere gönderilen vahiyler Eşyanın yapısında zikir
ehlinin bulduğu bulgularla çatışmaz. Kuran Herhangi bir konuda bir şey
söylemişse o konu ile ilgili bilime eğer ulaşabilmişse Çelişkiye
düşmez. Bakınız İlim ve teknolojinin ulaşamadığı dönemlerde Gök Yüzü
ile ilgili bilgiler. Bu gün çözülüp ortaya çıkınca Kur’an ın
söylediklerinin doğruluğunu görenlerin imanları daha da artmaktadır.. 36/37- Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir. 36/38-
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp
gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. 36/39- Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). 36/40-
Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne
geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler Dikkat edilirse
Kur’an’ın yirmi üç yıllık dönemi içerisinde, Zaman ve şartlara göre
değişme ve gelişme olmuştur. Müslümanların kesin bir zafer kazanıncaya
kadar, esir alınmasını yasaklayan ayet olduğu gibi Müslümanlar kesin
zafer kazandıktan sonra esir alınmasını emretmiştir. 8/67- Hiçbir
peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması
yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size)
ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir Görüldüğü gibi peygambere yön veren vahiydir, Nerde nasıl
davranacağını Allah bildiriyor. Bakınız şartlar değişince aynı esir
alma konusunda bunun tamamen tersini söylüyor 8/70- Ey peygamber,
ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir
hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını
verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. İşte
sünnet de Kur’an’da, Farzda Kur’an da dır. Allah ile peygamberi ayır
maya kalkmak, peygamber kavramını kavrayamamak demektir. Allah
Kur’an da Müslümanların zayıf olduğu zamanlarda esir almayın güçlü
olduğunuz zaman esir alın diyor. bir peygamber kalkıp da esiri zayıf
olduğunda alıp güçlü olduğunda almayabilir mi? Eğer bir peygamber öyle
davranmış olsa Allah onu peygamberlikten azleder, Ben Çocuklara
şöyle bir soru soruyordum. Allah bir emir verse, Peygamber de bir emir
verse ikisi çelişkiye düşse hangisi doğru olur dediğim zaman Kafası
çalışanlar veya peygamber kavramını bilenler Allah ile peygamberin
verdiği emirler çelişmez diyor. Doğru olanı da odur. Peygamberler
Allah'tan gelen emirleri Bir örnek olarak yaşar ve söyler. Diğer onu
takip eden Müslümanlar bulunmuş olduğu dönemde onun yaptığı gibi
yaparlar. Kurandaki Bütün emirler peygambere ait olan dönemde
yapılması gereken emirleri bizzat kendisi yapar diğerlerini de
kendinden sonra gelecek olan elçilere bırakırlar. Her Müslüman olan
şunu iyi bilmelidir ki Peygamberlik hayatı devam etmiş olsaydı, ki
devam etmeyecek, Eksiksiz ve her örnekten bir örnek verilen Kuran
dururken, Bir olay karşısında ne yapardı.? Sorusuna cevap
bulabiliyorsak, problemi çözmüşüz demektir. Kur’an’ı Çelişkisiz bir
anlayışla kavrayıp, Önüne çıkan problemleri onun örnekliğinde çözülmesi
gerekmektedir. Veya bunu Kendilerinde bir ilim haline getiremeyenler,
Aklını Kullanarak O Konu İle ilgili uzman olanlara danışarak Akıl Ve
takvadan gelen sese uyduğu zaman doğru olan bir davranış şeklini
yakalar kanaatindeyim. Şu Bir gerçek ki herkes her konuda uzman olamaz. Her bilgi sahibin üstünde bir bilgi sahibi vardır.
12/76-
Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya)
başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz Yusuf için
böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki
kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi
başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin
üstünde daha iyi bir bilen vardır Hiç Olmazsa her Müslüman kendi
yaşamında helal ve haramları bilip öğrenmesi gerekmektedir.uğraş
verdiği hayat ile ilgili. Ticaret ile uğraşan birinin o konu ile ilgili
bilgileri,öğrenerek,ticaret hayatında haram ve helal ölçüleri
içerisinde mesleğini icra etmesi gerekmektedir. Ziraatte,siyasette,
tıpta,çobanlıkta,v.s. her meslek dalında. Yaptıkları her davranışı
helal ve haram ölçülerine dikkat ederek yaşaması gerekmektedir. Kuranı
kerim, dikkat edildiği zaman,Günün şartlarına göre değişen problemlerin
çözümünü kesin bir emirle bildirip mecbur tutmamıştır. Bunlardan bir
örnek verecek olursak, zekat Müslümanların İslam devletine ödedikleri
verginin adıdır. Vergi günün şartlarına göre devletin halktan kırkta
bir,on da bir. Gün gelir yarısı veya hepsi insanlardan talep
edilebilir. Bu şartlara göre değişken bir olaydır. Bunu O günün İslam
otoritesi. Günün şartlarına göre belirler.. Kırkta bir zekat verilecek
diye kuranda bir ayet yoktur. Bu kuranda yok diye. Klasik din alimleri
bunu peygamberimizin sünnetinden öğreniyoruz diye kuranın dışına çıkıp
yol aramaya malzeme olarak kullanmışlardı. Bakınız evrensel olan
Kur’an ceza ve diyet bedelinden bahsederken, örfe göre tabirini
kullanmıştır. Mesela, oruç tutmaya takati yetmeyenlerin, Her gün bir
acı doyuracak kadar diyet ödemesi kişinin durumuna göre ve günün
şartlarına göre değişken bir olaydır. 4/92- Bir mü'mine, -hata
sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir
mü’mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne
kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir.
Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu
halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir
köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda
andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek
ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle
özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay
oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir Ayette görüldüğü gibi altmış yoksulu doyurmaya
gücü yetmeyenlerin altmış gün oruç tutmasından söz edilmektedir. Diğer
bir ayette de. 2/184- (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim
hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka
günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak
kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için
hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Bakınız ülkemizde,bile paraya çevrilebilen hapis cezalarının, Aradan on
beş yirmi sene geçmesine rağmen, kanunun çıkışı anında gayet güzel ve
mantıklı olan, fakat aradan kısa bir süre geçmesine rağmen, demode olup
evrenselliğini kaybederek gülünç duruma düşmektedir. Bir örnek verecek
olursak, Kanun çıktığı zaman, ağır para cezası olarak verilen, yirmi
bin lira, o günün şartlarında o verilen para cezası bir apartman
alırken, aradan on beş yirmi sene geçtiğinde para alım gücünü
kaybederek sakız bile alacak değeri kalmıyor. Şimdi Hakim ceza verirken
sakız parası dahi etmeyen yirmi bin lirayı, ağır para cezası diye
tanımlarsa ne kadar gülünç olur. İşte çağ dışı diye ilan ettikleri
kuran böle bir gafa düşmemiştir. Çağa göre değişebilecek ayetlerin
yorumunu. Çağların kendisine bırakmıştır. Kur’an’ın diğer zamanın
şartlarına göre değişken olan ayetlerden biri de, örf ile ilgilidir. Bu
yorumu da o konuda ilim sahipleri yapar, 2/233- Emzirmeyi tamamlamak
isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların
(annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk
kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında
(yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan
baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki
sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında
rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı
isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir
süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak
ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve
bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir Bakınız bu ayette de bir
örften söz etmektedir. Örf olayı da toplumdan topluma değiştiği gibi
zaman ve şartlara göre de değişmektedir. Daha önceki toplumlarda, anne
babaya ait çocuğu emzirmek istemez, veya kadın boşandığı zaman iki yıla
kadar emzirirse, günün şartlarına göre bir süt anneye ödenecek bedel
kadar. Kendine ait olan çocuğun babası ödemesi gerekmektedir.
Günümüz şartlarında süt annesi diye bir olay yoktur bunun yerine anne
sütü kadar besin değeri olmasa da, hazır mamalar üretilmektedir.., eğer
boşanmış olan kadın, çocuğa belirli zaman bakmak zorunda kalırsa,
çocuğun bakım masrafları artı, çocuk için günün şartlarına göre
gereksinimler boşadığı kadına ödenmesi gerekmektedir. Sonuç Olarak
diyebiliriz ki peygamberimiz dönemindeki şartlarla , günümüz
dönemindeki ve daha sonra değişerek gelecek olan şartlar bir değildir.
Kur’an bunun formülünü verip, kültür ve medeniyet
değiştikçe.ilerledikçe, balonun içerisine üfürülen Hava çeperlerine
doğru genişlemektedir. 2/228- Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç
'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara
helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri
almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de,
aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için
onlar üzerinde bir derece var. Allah Azizdir. Hakimdir. Buradaki
illet, “ başkalarına ait çocuğun saklamaları onlara helal olmaz.”
Çocuğun kime ait olduğu bilinmesi ile ilgilidir, O dönemlerde
laboratuar diye bir olay yoktu, kadında çocuk olup olmadığı, kadındaki
fiziksel bir değişme ile bilinebiliyordu, Şimdi ise bir idrar tahlili
ile çocuğun olup olmaması hemen belli oluyor. 2106- Biz, daha
hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti
neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez
misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. İşte Allah burada
çocuğun olup olmamasını ilim ve teknoloji geliştiği zaman üç ay yerine
bir tahlil ile bildirerek. Daha güzeli ile üç ay beklemeden çocuğun
olup olmaması belli olabiliyor. Ayet devam ediyor.” Kocaları, bu süre
içinde barışmak isterlerse, onları geri almada (başkalarından) daha çok
hak sahibidir ler” işte kuranın bahsettiği bu süre içinde barışıp
barışmayacaklarını Allah'tan başka kimse bilmez. Bu değişken olmayan
yönüdür. Çünkü bu dönem kadın ve erkek için düşünme ve ders alma
dönemidir. Evli olan dönemle evli olunmayan bir dönemin mukayesesinin
yapıldığı bir dönemdir. Kurandaki bu ayet,hem sünnetteki bir
uygulamayı,hem de evrensel olan ikinci bölümdeki,” Kocaları başka
kocalardan barışmak isterlerse daha çok almaya hak sahibi oluşu
güncelliğini korumuş ve ilelebet koruyacaktı / İlim ve teknoloji
ilerledikçe,insan yaşamı da o oranda kolaylaşmıştır, yenı yeni keşifler
icatlar, bir öncekinin hükmünü yürürlükten kaldırarak.daha iyisi ve
moderni hayata geçmektedir.Elektrik icat edilince, gaz lambasının
hükmünün kalktığı, petrolün icat edilmesiyle, kömürle çalışan
trenlerin, yerini mazotla çalışan trenlerin alması gibi. Çatal ve
kaşık yokken peygamberimizin sünneti deyip avuçla yemek yemek, Arabalar
uçaklar icat edildiği halde onlara binmeyip sünnet diye ata deveye
binilirse.yanlış bir sünnet anlayışının örnekleridir. Asıl Sünnet olan,
Daha güzeli varken daha az güzelini terk etmektir. Söylediklerimizi
ve anlattıklarımızı toparlayacak, olursak, İnsan yaşamı ile ilgili
Kur’an her örnekten bir örnek verip, ve hiçbir eksik bırakmadan, yol
gösterici bir rehberdir. O Kur’an’ı bulunmuş olduğu çağda İnsan
toplumlarındaki ilelebet değişmeyen yasallar aynı kalmak koşulu ile,
şartlara göre değişebilen ayetlerin elçiler aracılığı ile çağlarda
hayatla yorumlanmasıdır. İşte sünnet bazılarının söylediği gibi
Peygamberimizin kuranın dışında söyledikleri ve yaptıkları değil,
Sünnet peygamberimizin kuranın emirlerini hayata günün şartlarına göre
yaşamasının adıdır. 6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey
indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir
edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak
getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir
kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?
Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki:
"Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında'
oyalanıp-dursunlar. Bakınız Ayette İnsan kültürleri ilerledikçe
Açıklanabilecekler anlamında olan,”Bir kısmını açıkladığınız ve çoğunu
göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi” ifadesi, gelecek olan çağlarda
açıklanabilecek olan ayetlerdir. Şimdi peygamber ortada yok, peki
ileriki zamana bırakılan ayetleri. O zaman kim açıklayacak.
Evrensel olan kuran elbette yirmi üç yıl gibi kısa bir zamana
sıkıştırılamaz. O kitap insan oğlu var oldukça evrenselliğini koruyacak
ve korumaya devam edecektir. 3/159- Allah'tan bir rahmet
dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın
onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için
bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen
artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Allah
ve resulüne iman eden her devlet başkanının üzerine düşen yükümlülük,
Kur’an a uygun olarak. Yapmak istediği bir icraatı o konunun
uzmanlarını toplayarak,istişare yaptıktan sonra uygun olan kararı verir
ve uygular. Şimdi peygamberlik devam etseydi onun yapacağı da o idi. O
Zaman fıkıh kitaplarında aktarılıp durulan. Edilleyi şeriye dörttür
Kitap ,Sünnet. İcmai ümmet, ve kıyası fukaha. Diye söylemeleri eksik
bırakılmayan her örnekten verilen kuran anlayışına ters düşmez mi Peygamber
Allah’ın bir kulu ve elçisidir, Kuran bir kanun peygamberin yaptıkları
ve yaşadıkları da bu kanunun pratik hayata uygulanmasının adıdır..
peygamber kanun koyamaz hüküm koyan kanun koyucu Allah tır. Eğer O
Kuranın dışında bir davranışta bulunsaydı, başına şunlar gelir. 69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. 69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. 69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik
Öyleyse Kur’an artı sünnet eşittir İslam değil. İslam Allah’ın
gönderdiği kur’an’ın öğütlediği hayatın adıdır. O zaman Müslüman'ım
diyenlerin Allah’ı Bir tanedir. İnsanlar arasından Allah’ın peygamber
olarak seçtiği Muahammet SAV. İman edenlere güzel bir örnektir. Onun
Yaşadığı Hayat Kuran’ın ta kendisidir. Bize hadis diye aktarılan
sözlerin büyük bir çoğunluğu. Yahudi ve Hıristiyanların uydurduğu
hikayelerdir. Hicri yüz yüzeli sene sonra kaleme alınmaya başlamı.ştır.
insanların ağızdan ağza aktardıkları unutma, yanılma ve kasıtlı
olabilme sebepleriyle doğru olarak bu güne kadar gelebilme şansı çok
azdır. Bu Sebeple hadis ilmi diye bir ilim olmaz İlim Belge gerektirir
İnananlar için.farz sünnet diye bir olay yoktur Bu Allah’a ortak koşmak
olur. Emirin tek kaynağı Allah tır.Onun Resulü de o emre uymakla ,
diğer iman edenlerde o emire uymakla yükümlüdürler.. İşte Kuran ve
sünnet hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Eleştirilerinizi bekler
sevgiler sunarım. kuranianlamametodu.blogspot.com [email protected]
"Kur’an ve sünnet anlayışı tarih boyunca insanların kafalarını kurcalamış,ve yanlış algılama nedeniyle de tevhit dininin bozulmasına yol açmıştır"
Selam Ali Rıza,foruma hoşgeldiniz.Yazınızı okudum,blog sitenizi de kısmen inceledim.Yazılarınızda bir muğlaklık var.Bu forum da sözkonusu alanlarda çok daha net ve doyurucu yazılar mevcut.Sanırım pek inceleme fırsatınız olmadı.
Konuya ilk girişinizde bence ciddi bir hata yaparak başlamışsınız.Kuran da "Tevhid dini" ibaresi yoktur,"Halis din" vurgusu vardır.Bu çok ciddi bir farklılıktır.Siteyi inceleme imkanınız olursa tartışmamıza devam edebiliriz.Selamlar..
İşte sünnet de Kur’an’da, Farzda Kur’an da dır. Allah ile peygamberi ayır maya kalkmak, peygamber kavramını kavrayamamak demektir. -----------------
İşte sünnet bazılarının söylediği gibi Peygamberimizin kuranın dışında söyledikleri ve yaptıkları değil, Sünnet peygamberimizin kuranın emirlerini hayata günün şartlarına göre yaşamasının adıdır.
------------------------
Öyleyse Kur’an artı sünnet eşittir İslam değil. İslam Allah’ın gönderdiği kur’an’ın öğütlediği hayatın adıdır. O zaman Müslüman'ım diyenlerin Allah’ı Bir tanedir. İnsanlar arasından Allah’ın peygamber olarak seçtiği Muahammet SAV. İman edenlere güzel bir örnektir. Onun Yaşadığı Hayat Kuran’ın ta kendisidir. Bize hadis diye aktarılan sözlerin büyük bir çoğunluğu. Yahudi ve Hıristiyanların uydurduğu hikayelerdir. Hicri yüz yüzeli sene sonra kaleme alınmaya başlamı.ştır. insanların ağızdan ağza aktardıkları unutma, yanılma ve kasıtlı olabilme sebepleriyle doğru olarak bu güne kadar gelebilme şansı çok azdır. Bu Sebeple hadis ilmi diye bir ilim olmaz İlim Belge gerektirir İnananlar için.farz sünnet diye bir olay yoktur Bu Allah’a ortak koşmak olur. Emirin tek kaynağı Allah tır.Onun Resulü de o emre uymakla , diğer iman edenlerde o emire uymakla yükümlüdürler.. .( AliRıza Boraza yazdı)
Selam Değerli Ali Rıza Kardeşim, hoşgeldin.
ellerinize ve yüreğinize sağlık ,yukarıdaki güzel iletiniz için. yalnız " salavat " kavramı üzerinde daha çok durulmayı hakkeden bir kavram. o konuyu biraz daha açmanızda fayda görüyorum şahsen. mümkünse " salavat " konusunda ne düşündüğünüzü vermiş olduğum linkte iletirseniz sevinirim değerli kardeşim.
Değerli Ali Rıza kardeşim, sizce bir mahzuru yoksa, yukarıdaki iletinizi facebook da kurmuş bulunduğumuz " Hz.Muhammed'i çirkin hadis iftiralarına karşı koruyalım! " grubumuzun tartışma panosuna asmak istiyorum. şayet izniniz varsa.
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Biz, Tanrı’nın
mucizeleri gerçekleştirmesinin, doğa yasaları çerçevesinde kuantum belirsizliklerini
belirlemesi ile mümkün olduğunu savunarak sadece bir imkanı göstermeye
çalıştık. Bir şeyin mümkün olması, onun mutlaka bu şekilde olduğu anlamına
gelmez. Bilimsel yaklaşım, tarihin sürecinde gayb olmuş mucizeleri ve kimi
şahsi tecrübeleri ne ispat edebilir, ne de inkar edebilir. Bizce, yapılacak en
tutarlı yaklaşım, bir teistin mucizelerin nasıl oluştuğu hususuna (oluşup oluşmadığına
değil) agnostik kalmasıdır. Çünkü, Tanrı’nın mucizeleri nasıl gerçekleştirmiş
olduğuna dair bilimsel bir bilgiye sahip olmadığımız gibi, Tanrı’nın doğa
yasalarını ihlal etmeyeceğine dair Spinozacı teolojik bir ön kabulü de
temellendiremeyiz. “Tanrı doğa yasalarını ihlal etmez” şeklindeki Spinozacı ön
kabul ile mucizeleri inkar iki tane kibri içinde taşır; bu kibirlerden
birincisi Tanrı’nın katındaki tüm yasaları bildiğimize dair teolojik bir
kibirdir, ikincisi ise doğa yasaları ile ‘kendi içinde evrene’ dair her türlü
bilgiye sahip olduğumuzu iddia eden bilimsel bir kibirdir ki, bu ikincisi
özellikle 19. yüzyılın yaygın bir hastalığıydı. Her şeyden önce, Tanrı’nın
katındaki yasaların bizim fizik biliminde gördüğümüz doğa yasaları ile özdeş
olduğunu savunmak büyük saflık olur. Tanrısal yasaların (Sünnetullah) fizik
yasalarından daha geniş yasalar olduğunu kabul edersek, Tanrı’nın bir eliyle
koyduğu yasaları diğer eliyle bozduğuna dair mucizelere getirilen teolojik
itiraz geçersiz olur. Sarayına gelen her misafiri kapıdaki nöbetçilerine geri
çevirten bir kralın, istisnai bazı konuklarını nöbetçiler içeri aldıklarında,
kralın kendi koyduğu yasalarını ihlal ettiğini hiç kimse düşünmeyecektir, zaten
kral böyle bir yasayı ilan etmemiştir; sadece nöbetçilerin genel tavrını
gözleyenler, kendi kendilerine kralı bile bağlayacak yasalar üretmişlerdir!
Teistik yaklaşıma göre doğa yasaları kralın hizmetkarlarından daha da sadık
hizmetçilerdir; bu hizmetkarların Tanrısal etkinliği sınırladığını söylemek -
Tanrı’nın bu yasaları ihlal etmediğini değil - teizm adına kabul edilemez
Böylesi bir yaklaşımla, kimi durumlarda doğa yasalarının kendisi veya genel
gidişi askıya alınarak mucizelerin gerçekleşmesi, Tanrısal sistemin bir parçası
olarak savunulabilir; bu ise doğa yasalarını ihlal etmeden mucizeleri
temellendirmeye çalışmayı gereksiz kılar.
Sürekli
deniz seviyesinde hayatını yaşamış ve bu seviyede suyun kaynaması ile ilgili
deneyler yapmış olan bir kişi, yüksek bir yere çıkınca suyun kaynama
derecesinin değişebileceğini tahmin edemediğinden, kendi deniz seviyesinde bulduğu
yasaları, evrensel tüm yasaların karşılığı zanneder ve bir gün dağ başına çıktığında
suyun kaynama derecesinin değiştiğini gözlemler, fakat kendi bildiği deniz
seviyesine ait yasalardan doğa yasalarını ibaret sanan kişi, bu yasaların ihlal
edildiğini sanır. Tanrısal yasalara nüfuz edemeyen kimi kişiler de, kendi
bildikleri yasaların (kısmi-doğa yasalarının), evrensel tüm yasalara karşılık
geldiğini zannedebilirler. Bahsettiğimiz bu sebeplerden dolayı determinist bir
evren modelinin mutlak olarak mucizeleri dışladığını ve Heisenberg’in
Belirsizlik İlkesi gibi evrenin işleyişinde boşluklar olduğunu söyleyen bir
yaklaşım olmadan mucizelere inanılamayacağını söylemiyoruz. Ayrıca kuantum
yasasının indeterminist yorumunun tartışmalı olduğunu ve evrende ontolojik
indeterminizmin olmadığına, indeterminizmin bizim epistemolojik
sınırlılıklarımızdan kaynaklandığına dair yaklaşımın varlığını da
hatırlamalıyız. Eğer kuantum sayesinde Einstein’ın zannettiği gibi “saklı
değişkenler” varsa ve kuantum seviyesi de determinist ise, mucizelerin
varlığının bu seviyedeki belirsizliklerin varlığına muhtaç olduğunu düşünen yaklaşım,
teolojik bir açmazda kalacaktır.
Bütün bu
ihtiyatlı yaklaşımlarımıza karşın, kuantum belirsizliklerinin mucizeler gibi
Tanrısal müdahaleleri doğa yasalarının çerçevesinde açıklamaktaki katkısını çok
değerli buluyoruz. Mucizelerin, bilimsel yaklaşıma göre imkansız olduğunu
söyleyerek teizmi eleştirenlerin, modern bilimin sunduğu imkanlardan habersiz
olduklarını ve bu yaklaşımlarının hatalı olduğunu gösterebildiysek bile bu
makalenin amacına ulaştığını düşünüyoruz. Tanrısal müdahaleyi ve mucizeleri inkar,
bilimsel olguların bizi ulaştırdığı bir sonuç değildir. Ancak, ateizme ve
natüralizme metafizik bir ön kabul olarak inanan kişiler, bu felsefi inançları
ile bilimsel yaklaşımlarını birleştirirlerse, Tanrısal müdahaleyi reddeden bir
yaklaşıma sahip olurlar; fakat bu, bilimin sonucu değil, bu şahısların
felsefi-metafizik yaklaşımlarının sonucudur. Bu makalede gördüğümüz gibi
felsefi-metafizik yaklaşımı farklı kişiler, Tanrısal müdahaleyi modern bilim
anlayışı ile uyumlu bir şekilde birleştiren modeller geliştirerek fizik ile
teolojik yaklaşımlarını bir araya getirerek, modern bilim çerçevesinde doğanın
teolojisinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Philip Clayton’un da dikkat
çektiği gibi, eğer doğa yasaları ihlal edilmeden Tanrısal müdahalenin nasıl
oluşmuş olabileceğini göstermek istiyorsak, bunu yapmak için Newton’dan beri en
çok şansa sahip olduğumuz dönem, içinde olduğumuz dönemdir.
Fiziğin en önemli iki teorisinden biri olan kuantum teorisinin en yaygın fiziksel
yorumuna dayanarak yapılan teolojik yorumları; bilim, felsefe ve din
üçgenindeki konuları ele alanların, Tanrısal etkinlik, mucizeler ve özgür irade
sorunlarını değerlendirirken mutlaka göz önünde bulundurmaları gerektiğini
düşünüyoruz.
caner taslaman
kaynak
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma