Yazanlarda |
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Asagidaki yazi iktibastan alintidir.
Toshihiko Izutsu ve Semantik Anlayışı*
Mehmet Soysaldı
Özet
Bu araştırmada, pek çok felsefeyi ve mistik sistemi inceleyerek, ömür boyu değerli çalışmalar ortaya koymuş olan Toshihiko Izutsu'nun hayatı, eserleri ve semantik anlayışı incelenmiştir. Izutsu, semantiği, bir dilin anahtar terimleri üzerinde yapılan tahlilî bir çalışma olarak tanımlamaktadır. Ona göre bu tür çalışmalar, sadece konuşma aleti olan dille ilgili olarak değil, aynı zamanda o dili kullanan milletin, kendilerini kuşatan dünya hakkındaki anlayış ve düşüncelerini de kavramak için yapılır. Izutsu, eserlerinde kullanmış olduğu semantik yöntemle, İslam hakkında araştırma yapanlara yeni bir görüş açısı kazandırmayı amaçladığını belirtmektedir.
Anahtar Kelimeler Kur'an, Semantik, Analiz, Anlam Değişmeleri, Esas Mana, İzafi Mana.
Giriş Kur'an-ı Kerim, inişinden bu yana bütün insanlığa ilham kaynağı olmuş, onun ışığı altında birçok ilim ortaya çıkmıştır. Onun sayesinde koskoca bir islâm medeniyeti kurulmuştur. Gerek Kur'an, gerekse Kur'an'dan kaynaklanan İslâmî ilimlerle ilgili Doğu ve Batıda birçok bilim adamı tarafından kütüphaneleri dolduran sayısız eserler yazılmıştır. Kur'an ve İslâmî ilimlerle ilgili eserler yazan Batılı bilim adamlarına şarkiyatçı denilmektedir. İşte bu şarkiyatçı bilim adamlarından biri de Izutsu'dur. İslâm düşüncesi ve Kur'an semantiği üzerine yaptığı çalışmalarla İslâm âleminde haklı bir üne sahip olan Izutsu, özellikle eserlerinde kullandığı semantik metotla İslâm hakkında araştırma yapanlara yeni bir görüş açısı kazandırmaya çalışmıştır. Kur'an'ı doğru anlamada hiçbir şey onun bizzat kendi mantığını kavramak ve ona has olan esaslara dayanmak kadar önemli değildir. Her şey nasıl kendi kurallarıyla ayakta duruyorsa, doğru bir Kur'an tefsiri de ancak, bu ilmin kendine has esaslarıyla ayakta durur.(1) Kur'an'ı doğru anlama ve yorumlama metotlarından biri de, objektif ve sağlam kriterlere dayanan “semantik metot”dur. Çünkü semantik metot, Kur'an'ın kendi metodudur ve onun doğru anlaşılmasını sağlayan bir metottur. (2) Biz, bu makalemizde Kur'an'ın doğru anlaşılması için semantik metodu kullanarak, çeşitli çalışmalar yapmış olan Izutsu'nun semantik anlayışını incelemeye çalışacağız. Dolayısıyla önce Izutsu'nun hayat ve eserleri hakkında bilgi verecek, daha sonra da onun semantik anlayışı üzerinde duracağız.
I- Izutsu'nun Hayatı İslâm düşüncesi ve Kur'an semantiği üzerine yaptığı çalışmalarla İslâm âleminde tanınan Japon şarkiyatçı Izutsu, 4 Mayıs 1914 yılında Tokyo'da doğmuştur.(3) Lisans ve lisansüstü öğrenimini Keio Üniver-sitesi'nde yapmıştır. Bir süre aynı üniversitede Yunanca ve Latince felsefe metinleriyle dil bilimi dersleri vermiştir. Japonya'ya gelen Musa Cârullah Bigi ile tanıştıktan sonra İslâm dinine ve kültürüne ilgi duymaya başlamıştır. Musa Cârullah'dan Sibeveyh'in "el-Kitab", Müslim'in de "es-Câmiu's-Sahih" adlı kitaplarını okumuştur. (4) 1951 yılında başlamış olduğu Kur'an'ın Japoncaya çevirisini 1958 yılında tamamlamıştır. (5) Daha sonra altı ay Lübnan'da, bir yıl da Mısır'da kalmış, bu süre içerisinde İbrahim Medkûr, Ahmed Fuad el-Ehvânî ve Kâmil Hüseyin gibi ilim adamlarıyla tanışmıştır. 1961 yılında Kanada'ya giderek orada on sekiz yıl kalmıştır. McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde, Ebu'l-Hasan el-Eşarî, İbn Sina, Gazali, Şehabeddin es-Şühreverdî el-Mektul ve Muhyiddin İbnü'l-Arabî gibi İslâm âlimleri ile ilgili dersler okutmuştur.(6) 1969 yılında görev yaptığı İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nün Tahran kolunun kurucuları arasında yer almıştır. Hatta İran, Tahran Üniversitesi'nde kendisine fahri doktor unvanı verilmiştir.(7) 1979 yılında ülkesine dönerek Tokyo'ya yerleşmiştir.(8) Izutsu, hayatının bundan sonraki kısmını telif çalışmalarıyla geçirmiştir. Uluslararası ilim camiasında haklı bir ün kazanan Izutsu, 79 yaşında, Japonya'nın Kamakari kentinde, 7 Ocak 1993 yılında vefat etmiştir.(9) İlmî Kişiliği: Mehdi Muhakkık'ın ifade ettiğine göre Izutsu, çalışkan, sabırlı, mütevazı, yumuşak huylu ve ilim aşkıyla dolu bir şahıstı. Her anını yeni bir şey öğrenmek için geçirmeye çalışan, ilim ve araştırmayı çok seven bir bilim adamıydı. Vereceği bir ders için akşamdan en az beş saat hazırlık yapardı. Gösterişten ve kendini övmekten nefret ederdi. Fikirlere saygı göstermeyen ve bilgiçlik taslayan kişileri bilim adamı olarak kabul etmezdi.(10) Bildiği Yabancı Diller: Izutsu, çok sayıda yabancı dil bilmekteydi. Bildiği yabancı dillerden bazıları; İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Farsça, Türkçe, Sanskritçe, eski ve yeni Çincedir.(11) Üyesi Olduğu Kuruluşlar: Izutsu, yaşadığı süre içerisinde birçok bilimsel kuruluşa üye olmuştur.(12) Üyesi olduğu kuruluşlardan bazıları şunlardır: 1 .Kahire'de, Mecmau'l-Lügati'l-Arabiyye. 2.Kanada, Montreal'de, Felsefe ve Araştırmaları Derneği. 3.Paris'te, Uluslararası Felsefe Kurumu. 4.Luvin'de, Ortaçağ Felsefe Derneği. 5.Tahran'da, İmparatorluk Felsefe Akademisi.
II- Izutsu'nun Eserleri İslâm felsefesi, tasavvuf, İslâm ahlakı ve Kur'an semantiği üzerinde çeşitli eserler yayımlamış olan Izutsu'nun kaleme almış olduğu birçok eseri ve makalesi bulunmaktadır. Izutsu'nun bu eserlerinden Türkçeye çevrilmiş olanları burada ayrıntılı olarak tanıtıp, diğerlerini ise kısaca tanıtmakla yetineceğiz, God and Man in the Koran: Izutsu, bu eserini Tokyo'da Eylül 1963 yılında İngilizce olarak kaleme almış, 1964 yılında Tokyo'da ilk baskısı yapılmıştır. 244 sayfadan ibaret olan bu eserin aslı İngilizce olup Prof. Dr. Süleyman Ateş tarafından "Kur'an'da Allah ve İnsan" başlığıyla Türkçeye çevrilmiştir. İstanbul'da Yeni Ufuklar Neşriyat tarafından basılmıştır. Aynı eser, Prof. Dr. Ahmet Aram tarafından Farsçaya çevrilmiş ve "İnsan ve Allah Arasındaki İlhami İlişki" başlığıyla iki baskısı yapılmıştır.(13) Bu eser, dokuz bölümden meydana gelmektedir, "Semantik ve Kur'an" başlığını taşıyan birinci bölümde yazar, semantikle ilgili bilgi vermiş, esas mana ve izafi mananın ne olduğunu açıklayarak, kelime hazinesi ve dünya görüşü başlığı altında da semantik tahlil yoluyla o dili kullanan milletin dünya görüş ve düşüncelerinin öğrenildiğini ifade etmiştir, "Tarihte Kur'an Anahtar Terimleri" başlıklı ikinci bölümde ise, synchronic ve diachronic semantik hakkında bilgi vermiş, Kur'an ve Kur'an sonrası sistemleri açıklamıştır. "Kur'an Dünya Görüşünün Ana Yapısı" başlığını taşıyan üçüncü bölümde de, Allah, İslâm toplumu, görülen ve görülmeyen âlem, dünya-ahiret ve ahiretle ilgili kavramlar incelenmiştir. "Allah" başlığını taşıyan dördüncü bölümde ise, Allah kelimesinin esas ve izafi manaları açıklanmış, Arabistan paganizminde Allah kavramı, Yahudi ve Hristiyanlar, Araplarda Yahudi-Hristiyan Allah telakkisi ve Haniflerin Allah düşüncesi açıklanmıştır. "Allah ile İnsan Arasındaki Ontolojik Münasebet" başlığını taşıyan beşinci bölümde, yaratma kavramı ve insanın kaderi konuları açıklanmıştır. "Allah ile İnsan Arasında Haberleşme Münasebeti I -Sözsüz Haberleşme-", başlığını taşıyan altıncı bölümde, Tanrı'nın işaretleri, Allah'ın hidayeti ve bir haberleşme vasıtası olarak ibadet konuları işlenmiştir. "Allah ile İnsan Arasında Haberleşme Münasebeti II -Sözlü Haberleşme-", başlığı taşıyan yedinci bölümde, Allah'ın sözü (kelâmullah), vahiy kelimesinin esas manası, vahyin semantik yapısı, Arapça vahiy ve dua konuları açıklanmıştır. "Cahiliye ve İslâm" başlıklı sekizinci bölümde de, İslâm ve tevazu ile teslimiyet kavramı, Hilm'den İslâm'a nasıl gelindiği ve itaat anlamında din kavramı açıklanmıştır. "Allah ile İnsan Arasındaki Ahlaki Münasebet" başlığını taşıyan dokuzuncu ve sonuncu bölümde ise, Allah'ın merhameti, Allah'ın gazabı, va'd ve va'id konuları açıklanmıştır. Izutsu, kitabının sonunda da faydalandığı kaynaklan zikrettikten sonra kitabına ilave olarak dört sayfalık Arapça kelimeler indeksi yapmıştır.(14)
The Concept of Belief in Islamic Theology: Izutsu, bu eserini Tokyo'da Nisan 1965 yılında kaleme almış ve aynı yıl eserin Tokyo'da ilk baskısı yapılmıştır. 232 sayfadan ibaret olan bu eserin aslı İngilizce olup, Selâhattin Ayaz tarafından "İslâm Düşüncesinde İman Kavramı" başlığıyla Türkçeye çevrilmiştir. Ekim 1984 yılında ise İstanbul'da Pınar Yayınevi tarafından basılmıştır. Bu eser, önsözden sonra on bir bölüm ve bir sonuçtan meydana gelmektedir. Izutsu, kitabının sonuna Buharî'nin "Kitabu'l-İman" kısmının tercümesini ilave etmiştir (s.233-250). Ayrıca kitabın sonunda on sayfalık şahıs ve konu, Arapça kelimeler indeksi bulunmaktadır. "Kâfir" başlığını taşıyan birinci bölümde, Haricîler ve sorunun kaynağı, Haricîlere göre küfür kavramı ve Haricî düşüncesinin temel yapısı konuları incelenmiştir. "Tekfir Kavramı" başlığını taşıyan ikinci bölümde, rastgele tekfire başvurmanın tehlikesi ve Gazali'nin tekfir kuramı açıklanmıştır. "Büyük Günahkâr (Fasık)" başlığını taşıyan üçüncü bölümde, büyük günah kavramı (kebire) ve büyük günahkâr (mürtekib el-kebire) konulan açıklanmıştır. "İman ve İslâm" başlıklı dördüncü bölümde de, iman ve İslâm arasındaki alaka ve imanın İslâm'la özdeş olup olmadığı incelenmiştir. "İman Kavramının Öz Yapısı" başlığını taşıyan beşinci bölümde, mücrimler ve iman problemi incelenmiştir. "İman ve Bilgi" başlığını taşıyan altıncı bölümde, iman tanımında bilgiye verilen önem, akıl ve vahiy, başkalarının otoritesine dayalı iman, imanın yeri gibi konular incelenmiştir. "Tasdik ve İman" başlıklı yedinci bölümde, bilgi ve tasdik, Eş'arî'nin iman teorisi açıklanmıştır. "İman ve İkrar" başlıklı sekizinci bölümde, tasdik mi ikrar mı daha mühim ve Kerramilerin iman teorisi açıklanmıştır. "İman ve Amel" başlığını taşıyan dokuzuncu bölümde, Mutezililer ve Mürciler, İbn Teymiye'nin iman anlayışı, imanın artması ve eksilmesi konulan incelenmiştir. Onuncu bölümde "ene müminin inşallah" ne demektir, bunun anlamı açıklanmıştır. "İmanın Oluşumu" başlığını taşıyan on birinci bölümde de, sorunun kökeni, Eş'arî'nin tutumu, Maturidilerin tavrı, küfrün yaradılışı gibi konulara açıklık getirilmiştir. Kitap beş sayfalık bir özetle bitmektedir. (15)
Ethico-Religious Concepts in the Qur'an: Izutsu'nun önsözde ifade ettiği gibi bu kitabı 1959'da Tokyo'da Keio Üniversitesi tarafından "Kur'an'da Ahlaki Kavramlann Yapısı" başlığı altında yayımlamıştır. Yazar, bu eserini daha sonra tümüyle gözden geçirerek bazı önemsiz bulduğu noktalan çıkartmış, bazı önemli bulduğu unsurları ise ilave etmiştir. Hatta kitabın adını da değiştirerek "Ethico-Reiigious Concepts in the Qur'an" başlığı ile yayımlamıştır. Bu eser, "Kur'an'da Dinî ve Ahlaki Kavramlar" başlığıyla Selâhattin Ayaz tarafından Türkçeye çevrilmiş, Eylül 1984 yılında İstanbul'da Pınar Yayınevi tarafından basılmıştır. Aynı eser, Dr. Feridun Bedreî tarafından da Farsçaya çevrilmiş, "Kur'an'da Dinî ve Ahlaki Kavramlar" başlığı altında yayımlanmıştır.(16) Izutsu'nun bu eseri üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, semantik tahlil ilkeleri, dil ve kültür başlığı altında araştırmanın kapsamı ve ağırlık noktasını, kullandığı tahlil yöntemi ve uygulamasını açıklamıştır. "Aşiret Yapısından İslâm Ahlakına" başlığını taşıyan ikinci bölümde, kötümser bir dünya hayatı anlayışı, kavmiyetçi dayanışma ruhu, eski Arap erdemleri; cömertlik, cesaret, vefa, doğru sözlülük, hakikat yahut gerçeklik olarak Allah, İslâm'ın hakikat oluşu ve sabır konularını açıklamıştır. Ayrıca temel ahlaki ikilem başlığı altında, cennetlikler ve cehennemlikleri açıklamıştır. "Belli Başlı Kavramların Analizi" başlığını taşıyan üçüncü bölümde ise, küfür kavramının iç yapısı, küfrün anlam sahası, dinde riya, mümin kimdir, iyi ve kötü nedir gibi konuları çeşitli kavram tahlilleri yaparak açıklamıştır.(17)
A Comperative Study of the Key Philosophical Concepts in Sufism and Taoism: Izutsu, bu kitabında Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin "Fususu'l-Hikem" adlı eserini inceleyerek, bu kitapta geçen İbn Arabî'nin fikirlerini Taoist filozoflann düşünceleriyle karşılaştırmaya çalışmıştır. Bu eser, iki ciltten meydana gelmektedir. Eserin birinci cildinin çevirisi, Ahmet Yüksel Özemre tarafından yapılmış, "İbn Arabî'nin Fusus'undaki Anahtar Kavramlar" adı altında ilk baskısı Haziran 1998'de ve ikinci baskısı ise, Aralık 1999'da İstanbul'da Kaknüs Yayınlan tarafından yapılmıştır. Izutsu'nun bu eserinin ikinci cildi ise, "Tao-culuk'daki Anahtar Kavramlar" adı altında yine Ahmet Yüksel Özemre tarafından Türkçeye çevrilerek Eylül 2001'de İstanbul'da yine Kaknüs Yayınlan tarafından basılmıştır. Izutsu, bu eserinin 2. ve 3. kısımları için, 1. kısmın başında takdim etmiş olduğu önsöz ve girişten başka bir önsöz ve giriş takdim etmemiştir. Yazar, "Tao-culuktaki Anahtar Kavramlar" başlıklı 2. kısımda Tao-culuğun Lao-Tzû ve Çuang-Tzû'nun bakış açısından anahtar kavramlarının semantik bir incelemesini yapmıştır. "İbn Arabî ile Lao-Tzû ve Çuang-Tzû'nun Mukayesesi" başlığını taşıyan 3. kısımda ise, İbn Arabî ile Lao-Tzû ve Çuang-Tzû'nun varlık anlayışlarının mukayesesini yapmıştır. Eserin ikinci cildinde yazar, sürekli birinci kısımda anlatmış olduğu hususlara atıfta bulunduğu için eserin birinci kısmının daha önce okuyucu tarafından okunması ikinci cildin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.(18)
The Concept and Reality of Existence: Bu eser, İbrahim Kalın tarafından "İslâm'da Varlık Düşüncesi" başlığıyla Türkçeye çevrilerek Eylül 1995'te İstanbul'da İnsan Yayınları tarafından basılmıştır. Izutsu'nun bu eseri, son dört yılda yazmış olduğu dört makaleden oluşmaktadır. İlk üç makale değişik yerlerde tebliğ olarak sunulmuştur. "İslâm'da Metafizik Düşüncenin Temel Yapısı" başlıklı birinci makale, 1969'da Honolulu Hawai Üniversitesi, Beşinci Doğu-Batı Filozofları Konferansı'nda sunulmuştur. "Doğu ve Batı Varoluşçuluğu" başlıklı ikinci tebliğ ise, 1970'te İran'da McGill İslâmi Araştırmalar Enstitüsü'nde sunulmuştur. "Vahdet-i Vücud Üzerine Bir Tahlil" başlıklı üçüncü bildiri ise, 1969'da Kudüs İbranî Üniversitesi, Asya ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü'nde sunulmuştur. Birinci deneme, Dr. Mehdi Muhakkik, Dr. Herman Landolt ve yazar tarafından yönetilen McGill İslâmî Araştırmalar Enstitüsü'nde (Tahran) bülteninde (Cilt I) yayımlanmıştır. "Sebzevârî Metafiziğinin Temel Yapısı" başlığını taşıyan deneme niteliğindeki makaleyi ise, 1968'de yazmış ve Hadi Sebzevârî'nin metafiziğinin (Şerh-i Manzume) Arapça metninin İngilizce mukaddimesi olarak yayımlanmıştır. Sebzevârî'nin bu eseri, Tahran'daki McGill İslâmî Araştırmalar Enstitüsü'nün faaliyetlerinin bir parçası olan yeni yayın serisi Daniş-i İrani'nin ilk kitabı olarak Profesör Mehdi Muhakkik ile birlikte Izutsu tarafından neşredilmiştir. Tek kitapta toplanan bu dört makale, bir iç bütünlüğe sahiptir. Çünkü bu dört makale de İslâmî felsefesinin Moğollar sonrası dönemde ve özellikle İran'da geliştirildiği şekliyle vücut kavramı ve onun gerçekliği meselesi olarak varlık-vücut düşüncesi üzerinde yoğunlaşmaktadır.(19) Varlık kavramının eser boyunca defalarca vurgulanmasının sebebi ise metafizik açısından bakıldığında, klasik İslâm düşüncesinin ontoloji merkezli bir dünya tasavvuruna sahip olmasıdır. Bu manada genel olarak İslâm düşüncesi, Heidegger'in Batı felsefesi için dile getirdiği "varlığın unutulmasına" ve bunun kaçınılmaz neticesi olan "metafizik sapmaya" sahne olmamıştır. Eser, bu sapmanın neden vuku bulmadığının ipuçlarını vermektedir.(20)
Mahomet: 1952 yılında Tokyo'da basılan bu eser, daha sonra yeniden gözden geçirilerek "İslâm Seitan" (İslâm'ın Doğuşu) başlığıyla 1979 yılında Kyoto'da yeniden basılmıştır.(21)
Arabica Shisoshi (Arap Düşünce Tarihi): 1941'de Tokyo'da basılan bu eser, daha son yazar tarafından tekrar gözden geçirilerek "I: Shisoshi" (İslâm Düşünce Tarihi) başlığıyla 197 yılında Tokyo'da yeniden yayımlanmıştır.(22)
Islam Seitan (İslâm'ın Doğuşu): Yazarın 1979'da Kyoto'da yayımlanmış olan bu eseri, iki bölümden meydana gelmektedir. Kitabın birinci bölümü "Mahomet" başlıklı çalışmasının yeni bir edisyonundan ibarettir. İkinci bölüm ise, yazarın “God and Man in the Korari” adlı eserine dayanmaktadır.(23)
Islam Tetsugaku no Genzo (İslâm Felsefesinin Kökenleri): Tokyo'da 1980de basılmış olan bu eser, İbn Arabi'nin düşüncesine giriş mahiyetinde olup "The Concept and Reality of Existence" adlı kitabının vahdet-i vücut ile ilgili bölümünün Japonca versiyonu şeklindedir.(24)
Islam Bunka (İslâm Kültürü): Tokyo'da 1981 yılında yayımlanmış olan bu eser, yazarın 1981'de İslâm kültürünün temel yapısı üzerinde verdiği üç konferansın metinlerinden oluşmaktadır.(25)
Koran o Yamu (Kur'an'ı Okumak): Bu kitap Izutsu'nun 1982'de vermiş olduğu ders notlarından derlenmiştir. Tokyo'da 1983 yılında yayımlanmış olan bu eser, Kur'an gerçeklerini anlatmakta, Kur'an'ın Allah kelamı mı yoksa Hz. Muhammed'in (s.a.v.) uydurması mı olduğu gibi konulara değinmektedir.(26)
Imi no Fukami-e (Anlamın Derinliğine Doğru): Tokyo'da 1985 yılında yayımlanmış olan bu eser, değişik konulara dair sekiz denemeden oluşmaktadır. Eserin iki denemesi, İslâm ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, Şiilikte şehitlik kavramını, ikincisi ise, Aynu'l-Kudat el-Hemedânî'nin felsefesiyle sınırlı olarak sufilikte felsefi dil konusunu ele almaktadır.(27) Izutsu'nun diğer eserleri de şunlardır: Shinpi-tet-' sugaku (Mistisizim Felsefesi), (Kyoto 1949, 1978); Roshiateki Ningen (Rus İnsanı), (Tokyo 1953, 1978); Language and Magic Studies in the Magical Function of Speech (Tokyo 1956); The Interior and Exterior in Zen Buddhism (Dallas 1975, 1984); Tourards a Philosophy of Zen (Tahran 1977); The Theory of Beauty in the Classical Aesthetics of Japan (Boston); Ishiki to Honsh*tsu (Bilinç ve Mahiyeti), Tokyo 1983; Eichi no Daiza (bu isim İbnü'l-Arabî'nin Fususu'l-Hikem'inin Japonca karşılığıdır.), (Tokyo 1986); Calestial Journey: Far Eastern Way of Thinking Comperative Studies in Buddist, Taoist, Confucian Philosophy, (Ashland 1988, 1995).(28) Mehdi Muhakkik'in belirttiğine göre, Izutsu'nun beş eseri ve birkaç makalesi Farsçaya çevrilmiştir.(29) Yukarıda zikrettiğimiz eserlerin dışında Izutsu'nun çeşitli dergilerde yayımlanmış makalelerinden bazılan ölümünden sonra bir araya getirilerek, "Creation and Timeless Order of Things: Essays in Islamic Mystical Philosophy" başlığı altında William C. Chittick'in önsözüyle birlikte neşredilmiştir. (Ashland 1994).(30) Bu eser, Ramazan Ertürk, tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve "İslâm Mistik Düşüncesi Üzerine Makaleler" başlığı ile İstanbul'da Aralık 2001'de Anka Yayınlan tarafından basılmıştır.(31)
III- Izutsu'nun Semantik Anlayışı Burada Izutsu'nun semantikle ilgili yazmış olduğu eserlerden de faydalanarak onun semantik anlayışını örneklerle açıklamaya çalışacağız. Önce semantiğin tarifi, kısa tarihçesi ve çeşitleri üzerinde durmak istiyoruz.
1- Semantik Nedir? Semantik, Grekçe "semantike-semantikos" dan gelme bir kelime olup, "anlam veren, anlamlıyan, anlamını belirten" demektir.(32) Buradan hareketle bir disiplin olarak "semiologie=anlam bilimi" anlamına gelir ki, Arapçada bunun karşılığı "ilmu'd-dilale veya ilmu'l-meânî"dir. Türkçede ise semantik, "mana ilmi, sözlerin manası ilmi ve anlambilimi"(33) olarak kullanılmaktadır. Semantik, anlam çalışmasıyla ilgili olarak kullanılan teknik bir terimdir; bu yüzden "anlam, dilin bir parçası ise, semantik de dilbilimin bir parçasıdır."(34) Semantik ilmî bir disiplin olarak şöyle de tarif edilmiştir: "Kelimeler ve önermelerle onların ifade ettiği anlam arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalıdır."(35) Semantiğin diğer bir tarifi ise şu şekildedir: "Dili anlam yönünden ele alan, göstergenin (sema) gösterilen bölümünü ya da içeriği eşsüremli (eş anlamlı synchronic) ve artsüremli (art zamanh= diachronic) açılardan inceleyen dilbilim dalıdır."(36) Izutsu ise, semantikle ilgili olarak; "semantik, etimolojisinin gösterdiği gibi mana ile ilgilenen geniş kapsamlı bir bilimdir. Manası olan her şey semantiğin konusu olabilir."(37) demekte ve semantiği şöyle tarif etmektedir: "Semantik, bir dilin anahtar terimleri üzerindeki tahlilî çalışmadır."(38) Izutsu, kullanmış olduğu semantik yöntemle İslâm hakkında araştırma yapanlara yeni bir görüş açısı kazandırmayı amaçladığını belirterek(39), semantik çalışmaların yapılma amacını şöyle belirtmektedir: "Bu çalışma, yalnız konuşma aleti olarak değil, bundan daha önemli olmak üzere kendilerini kuşatan dünya hakkındaki anlayış ve düşüncelerinin de aleti olarak o dili kullanan milletin, dünya hakkındaki düşüncelerini kavramak için yapılır. Bu suretle semantik, adeta bir ulusun, tarihinin şu veya bu önemli devresindeki dünya görüşünün mahiyeti ve yapısı hakkında bir çalışmadır. Bu çalışma, o ulusun yapıp, dilindeki anahtar terimleri içerisinde ifade ettiği kültürel düşüncelerin metodolojik analizi vasıtasıyla yürütülür."(40) Izutsu, "God and Man in the Koran" adlı kitabına başlık olarak vermeyi düşündüğü "Kur'an semantiği" ifadesini de şöyle açıklamaktadır: "Kur'an kelimesiyle, Kur'an'ın, dünya görüşü açısından ele alındığı açıktır. Kur'an'ın semantiği, bu kainatın nasıl meydana geldiği, dünyanın en büyük elemanlarının neler olduğu ve bunların birbiriyle ilişkilerinin ne biçimde kurulduğu sorunlarıyla ilgilenmektedir. Bu anlamda semantik, bir çeşit ontoloji olmaktadır. Fakat bu, metafizik soyut düşünce alanındaki filozofun telif ettiği kuru, sistematik bir ontoloji değil; somut, yaşayan dinamik bir ontolojidir. Kur'an ayetlerinden yansıdığı üzere semantik, varlık ve oluşun somut bir ontolojisini teşkil etmektedir. İşte bizim amacımız, Kur'an'ın kâinat görüşünün biçimlenmesinde kesin rol oynadığı belli olan fikirlerin çoğunluğunu, analitik ve metodolojik yoldan inceleyerek bu yaşayan dinamik ontolojiyi Kur'an'dan elde etmektir."(41)
2- Semantiğin Tarihçesi Günümüzde dilbilim, her dalı ayrı bir bilim dalı hâline gelmiş bir araştırma ve inceleme alanıdır. Bir yandan dilin dış yönü, ses olarak dil, deneylerin de yardımıyla en küçük ayrıntılarına kadar incelenirken, diğer yandan da dilin zihinle ilgili yönü, ses-anlam ilişkisi, zihin, ruh, toplumla ilgili yönü önemle ve özenle ele alınmaktadır. Konuları üzerinde çok eskiden beri durulduğu hâlde, dilin doğrudan doğruya anlam yönüne eğilen bir bilim dalının ortaya çıkması, ancak Alman dilcisi K. Reisig'le olmuştur. Reisig, 1826-27 yıllannda "Latin Dilbilimi Üzerine Dersler" adlı kitabını hazırlarken, Grekçe "anuaola = anlam" kelimesinden türettiği "semosiologie" adıyla anlambilimini kurmuştur. Ancak onun bir dilbilgisi dalı olarak düşündüğü anlambiliminin temelleri, yetmiş yıl kadar sonra, Fransa'da Michel Breal tarafından sağlamlaştırılmıştır.(42) Bu nedenle Michel Breal "Semantiğin Babası" kabul edilmektedir.(43) Bundan sonra ilim hâline gelen semantik hususunda çok eser yazılmış, onun tanımı, sahası ve yakın ilimlerle ilgisi ve sınırdaşlığı belirlenmeye çalışılmıştır. Semantik tarihi hakkında genellikle üç safha gösterilir ve birinci safhanın, yarım asırlık bir dönemi kapsadığı ifade edilmektedir. Michel Breal, bu konu üzerinde düşünmeye başladığı zaman, henüz ilmî olmayan yepyeni bir çalışmaya başlamıştı.(44) İkinci safha, semantiğin 1880'de başlayıp ve tam yarım asır sürdüğü asırdır. Michel Breal 1883'de yazdığı bir makalede yeni ilmin programını çizdiği gibi, "en güzel bilinen" adını da koymuştur.(45) Semantik, "okuyucuyu takip etmeye çağırdığımız, henüz isim almamış yeni bir şeydir. Doğrusu pek çok dilcinin, kelimenin şekli ve bünyesi üzerinde dirayetle çalıştıkları, mananın değişmesine hakim olan kurallar, yeni deyimlerin seçilmesi, terimlerin doğup ölmesi, karanlığa terkedilmiş veya tesadüfen açıklanmış olduğu ortadadır. Bu inceleme fonetik ve morfolojiden daha aşağı olmamak üzere bir isim almaya layıktır. Biz buna semantik diyoruz, yani mana ilmi."(46) Yirminci asrın başında, mananın değişmesini inceleme hususunda gözle görülür değişmeler olmuştur. Semantikçiler tedricen rethoricten (hitabe-belagat) tevarüs ettikleri eski kategorilerden kendilerini kurtarmışlardır. Komşu ilimlerden felsefe, ruh-bilim, sosyoloji ve medeniyet tarihinden daha bir anlayışla semantik yoluna dönmüşlerdir.(47) Üçüncü safha, aşağı yukarı 1930'dan bu yana olan safhadır. Bu safhada, yani 1930'larda Alfred Tarski, mantıkta önemli bir çalışması olan semantik metodunu biçimlendirmiştir. Bu metodun mahiyeti, manaları ile onların gösterdiği nesneler arasındaki ilişkileri tartışmaktan meydana gelmektedir.(48) Daha başlangıçta, semantik, dil çalışmalarında yeni imkânlar açmış ve bu gibi nesne ve mana ilişkilerinin münakaşasına tabii bir alet sunmuştur.(49) 1894 yılında Amerikan Philological Association'ın düzenlediği toplantıda semantik, "düşünülen anlamlar" olarak ortaya atılmıştır(50) ve 1900 yılında Micheal Breal'in "Semantic" adlı kitabı çıkmıştır.
3- Semantiğin Çeşitleri Semantik genel olarak üç ana bölüme ayrılır:(51) Linguistik (dilbilimsel) semantik Felsefi semantik Genel semantik
a) Linguistik Semantik Linguistik semantik muhteva bakımından henüz tam manasıyla tespit edilmiş değildir.(52) "Başlangıçta, kaynağını anlam değişmeleri incelemesinden alan bu bilim, bir süre eski söz bilim (retoriksin "değişmeceler" incelemesini andırır; sonra mantıkla ruhbilimin gözlem ve tezlerinden yararlanarak, alanını yeni yeni doğrultularda genişletir.(...) Dilbilgisiyle uğraşanlar, XIX. yüzyıl başlarından beri yine Yunanca "sema" (gösterge) kökeninden türetilmiş semaziyoloji (Fransızca semasiologie "anlam incelemesi") terimini kullanıyorlardı. Fransız dilbilimci Michel Breal, "anlamlan" ve "bunların değişmesine yol açan yasaları inceleyen bilim"i belirtmek için bu terimin yerine semantik terimini kullanmıştır."(53) İşte dilbilimsel semantik, daha önce de belirttiğimiz gibi kelimelerde meydana gelen anlam değişmelerini, tarih içinde kazandıkları anlamları inceler. Çünkü tarihî bir vakıa olarak, "her dil, evrim geçirir."(54) Bir dilde "genellikle ses ve gramer yapısı sabit, buna karşılık kelime hazinesi son derece değişkendir.(...) Birçok dilbilimci kelime hazinesinin yaklaşık olarak her 30-35 yılda yapısal bir değişime uğradığını savunur."(55) Bu değişim sonucu kelimelerin tarihî süreç içerisinde kazanmış olduğu yeni anlamlar ve anlam kaymaları dilbilimsel semantiğin konusunu oluşturmaktadır.(56)
b) Felsefi Semantik Gösterge(57) ile gösterilen nesne arasındaki bağıntıyı inceleyen felsefi semantik göstergelerle ilgili genel kuramın, yani semiyotiğin bir dalıdır. Semiyotik üç bölüme ayrılır: 1) Pragmatik, 2) Semantik, 3) Sentaks. Bu bölümleme dilin gözleminden çıkarılan bir sonuçtur. Gerçekten de, dil, kullanıldığı sırada gözlemlenirse, bir kişinin bir nesneyi göstermek, anlatmak için çıkardığı ses ya da seslere, yaptığı bir harekete veya işarete şahit olunacaktır.(58) "Bu gözleme dayanılarak üç etken belirlenebilir: a) Konuşan kişi, b) Anlatım kalıbı, c) Söz konusu nesne." "Semiyotik araştırma böylece üç alana bölünmüş olur: Eğer inceleme konuşan kişiyi ele alıyorsa pragmatiği; anlatım kalıbıyla, söz konusu nesneyi (designatum) göz önünde bulunduruyorsa semantiği ilgilendirir; yalnız anlatım kalıpları arasındaki ilişkiler incelenirse, o zaman araştırma sentaks alanına girer. Felsefi semantik, bilgi vasıtası olan dilin, yani felsefe dilinin semantiğidir."(59)
c) Genel Semantik Genel semantik, "bildirişim aracı olan dili, psikoloji, sosyoloji ve mantık açısından inceleyen karma bir daldır. Bu akımın başlıca temsilcisi Alfred Korzybski (Science and Sanity, 1933) her ruhsal tepkinin bir göstergeye cevap olduğunu, bir başka deyişle, "semantik" bir görünüme büründüğünü savunur. Kolayca anlaşılabileceği gibi, burada çok geniş kapsamlı bir "semantik" söz konusudur."(60) Semantik ve şubelerini, Werner Welte şöyle bir şema halinde göstermiştir.(61) Anlambilimi çalışmalarının başlangıcından beri araştırıcılar genellikle tek tek kelimeleri, bunların anlam yönünü, ele almışlar, kelimeden hareket ederek kavrama, kavram çekirdeğine ulaşmaya, anlam değişmelerini ve bunların nedenlerini belli etmeye çalışmışlardır. Izutsu, tarihî semantiğin sadece münferit kelimelerin, tarihin seyri içinde nasıl mana değişikliğine uğradıklarını anlamaya çalışmaktan ibaret olmadığını söylemektedir. Bu anlayış XIX. yüzyıl dilcilik anlayışıdır. Izutsu'nun semantik anlayışına göre, gerçek tarihî semantik, ait oldukları statik sistem içinde kelimelerin tarihi incelenmeye başladığı zamanda başlar. Izutsu bunu başka bir ifadeyle şöyle açıklamaktadır: "Ne zaman ki aynı dilin, mesela Arapçanın iki veya daha ziyade kesitini mukayese edersek, işte tarihî semantik o anda başlar ve tarihî bir aradan sonra dilin durumunun, diğer devirlerdekinden farkını gösterir. Bu tarihî ara, tahlil ettiğimiz konunun gereğine göre uzun veya kısa olabilir. Mesela Kur'an'ın dili dahi, Mekke ve Medine gibi iki ayrı devreye ayrılabilir. Şayet İslâm düşüncesinin, Kur'an içindeki tarihî gelişimini incelemek istersek, Kur'an dilinin bu iki noktasından iki yatay kesitini alabiliriz ve bunları birbiriyle mukayese edebiliriz."(62) Semantik ilmi, kelimelerin tarih içerisindeki anlam değişmeleriyle ilgilendiğine göre burada anlam değişmeleri hakkında kısa bir bilgi vermemiz yerinde olur kanaatindeyiz.
4- Anlam Değişmeleri Anlam değişmesi: "Bir kelimenin anlattığı kavramdan az ya da çok uzaklaşması, onunla uzak-yakın ilgisi bulunan, ya da hiç ilgisi bulunmayan yeni bir kavramı yansıtır duruma gelmesidir."(63) diye tarif edilebilir. Zamanın ilerlemesiyle kelimelerin anlam değişmeleri, bazen çok değişiklik arz ederken, bazen de kelimenin eski anlamıyla yeni aldığı anlam arasında yakınlık açıkça görülür.(64) Kelimeler zamanla anlam değişikliği ile birlikte morfolojik açıdan şekil de değiştirirler. Mesela "dahi" kelimesi böyledir; eskiden "takı" şeklinde iken, sonraları "dahi, daha, ...da" şekillerini almıştır.(65) Eski Türkçede "dam", duvar anlamında kullanılırken zamanla bu anlam gitmiş, yerine "üzeri toprakla örtülü oda ve ev" anlamlarına gelir olmuştur. Günümüzde "dam" kelimesi konuşma dilinde "hapishane" anlamında kullanılmaktadır. Yine "ordu" kelimesi önceden "Hakan'ın oturduğu yer, başkent" anlamında iken, şimdi ise, "bir devletin asker topluluğu, bu topluluğun bölümlerinden her biri" anlamında kullanılmaktadır.(66) Anlam değişmesinin türleri üzerinde şimdiye değin pek çok şey söylenmiş, birbirinden çok farklı sınıflandırmalar yapılmıştır. Konuyu ele alanların aşağı yukarı hepsinin kendine göre bir sınıflandırması vardır. Biz bunların içinden bugün klasikleşmiş olan ve genel olarak bütün dilbilimi literatüründe yer alan, mantık açısından sınıflandırmayı ele alıyoruz. Mantık açısından anlam değişmeleri başlıca şu üç türde toplanabilir:(67) Anlam daralması, Anlam genişleme ve genelleşmesi, Anlam kayması (başka anlama geçiş). Şimdi bu türler üzerinde ayrı ayrı duralım:
a) Anlam Daralması: Bir kelime, eskiden anlattığı bir nesnenin, ancak bir bölümünü, bir türünü anlatır duruma gelirse buna anlam daralması adı verilir. Bu olayı bazı yazarlar (ör. Vendryes) "genel bir anlamdan özel bir anlama geçiş" olarak nitelendirirler. Çeşitli etkenlerle bütün dillerde bu türlü daralmalar meydana gelmiştir. Örneğin Türkçede bu daralma ile ilgili olarak "oğlan" kelimesi misal verilebilir. Göktürk yazıtlarında geçen oğlan, eski Türkçede uzun yıllar boyu hem kız, hem erkek çocuk için kullanıyorken (un oğlan= erkek çocuk; kız oğlan=kız çocuk) biçiminde bugün yalnız erkek çocuk için kullanılmaktadır.(68) Oruç anlamında kullanılan "es-Sıyam" kelimesi, İslamiyet öncesinde, genel anlamda "tutmak (bir şeyden kendini alıkoymak)" anlamında kullanılırken, İslamiyet'in gelmesiyle birlikte bu anlam günümüzde kullanıldığı manaya(69) doğru bir daralma göstermiştir.(70) Secde kelimesi, S-C-D kökünden gelen bir mastar olup, "eğilmek, başı öne doğru eğmek, boyun eğmek, saygı göstermek, selam vermek, alını yere koymak"(71) gibi anlamlara gelir. Bu kelime, Kur'an'da çeşitli türevleriyle birlikte 92 yerde(72) geçmektedir. Secde kelimesi, Cahiliye döneminde sadece "başı öne doğru eğmek" anlamında kullanılırken,(73) Türkçeye anlam daralmasına uğrayarak geçmiştir. Dolayısıyla "namazda alını, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere dayamaktan ibaret, ibadet vaziyeti" olarak kullanılmaktadır. Dr. Emrullah İşler, secde kelimesinin, günümüz Türkçesine anlam daralmasına uğrayarak geçmiş bir kelime olması sebebiyle, bu kelimenin, sadece bu anlamıyla ele alınarak birçok çeviri hatalası yapıldığına dikkat çekmektedir.(74)
b) Anlam Genişlemesi: "Bir varlığın bir türünü ya da bir bölümünü anlatan, kullanılış alanları dar olan şeyleri gösteren kelimelerin zamanla o varlığın bütününü, bütün türlerini birden anlatır duruma gelmesi, daha geniş alanlarda kullanılan şeyleri yansıtması" şeklinde tanımlanmaktadır.(75) Burada temel olan, ilk belirtilen ya da temel anlam diye isimlendirilen şeydir; bunun en eski şekli esas alınarak sonradan uğradığı değişiklik ortaya çıkartılır. Başka dillerde bu olayın pek çok örneği vardır. Denizcilik terimi olarak kullanılan Lat. Adripare "kıyıya değmek, varmak" sonradan anlam genişlemesine uğramış; Fransızcada "arriver" şeklini alan fiil "varmak, ulaşmak" anlamıyla geniş bir alanda kullanılır olmuştur. Türkçede de "ödül" kelimesi eskiden sadece "güreşlerde kazananlara verilen bir mükâfat" anlamında kullanılırken, günümüzde ise her türden yarışma sonunda verilen mükâfatı anlatan bir kelime haline gelmiştir, (...dil ödülü, bilim ödülü...gibi). Genelleşme adı verilen bir anlam olayı da anlam genişlemesi çerçevesi içinde, onun bir türü olarak kabul edilmektedir. Genelleşme; "kimi özel adların, ilgili olduğu şeylere, aynı türden başka şeylere de ad olması, genelleşmesi ve bir tür adı haline gelmesi" şeklinde tanımlanmaktadır.(76) Kur'an'daki anlamıyla "münafık" kelimesinde anlam genişlemesi görülmektedir. Bu kelimenin kökü N-F-K'dır. Bu kökün sözlükte, "tükenmek, azalmak, ölmek, ruhu çıkmak, alışverişin çok olması, yaranın kabuk bağlaması"(77) gibi anlamları vardır. Fakat münafık kelimesinin esas anlamı, el-Yerbû' denilen bir hayvanın yuvası anlamına gelen en-Nâfikâu kelimesinden gelmektedir. Çünkü bu hayvanın yuvasının iki ağzı vardır. Birisine el-Kâsiâu, diğerine de en-Nâfikâu denilir ve hayvan bu kapılardan birisinden yakalanmaya çalışılırsa, diğerinden kaçar kurtulur. Aynen bunun gibi münafık da kendisi için iki çıkış yolu koyar. Birisi, İslâm olduğunu ifade etmesi, diğeri de kâfir olduğunu saklamasıdır. Bu ikisinden, hangisi hususunda onu yakalamak istersen, o diğerinden çıkıp kurtulur.(78) İşte münafık kelimesi, "bir çeşit tarla faresi yuvası" anlamından, kişinin inanç durumunu yansıtan manevi bir kavrama doğru anlam genişlemiş ve yepyeni bir anlam kazanmıştır. "Kâfir ve mümin"den ayrı, yerilen, iki yüzlü bir insan tipini anlatan bir kelime olmuştur.
c) Anlam Kayması (başka anlama geçiş): "Bir kelimenin eskiden yansıttığı kavramdan tamamen ayrı yeni bir kavramı yansıtır duruma gelmesine anlam kayması denir."(79) Eski Türkçede "düşünmek, kederlenmek, yas tutmak" anlamına gelen "sakınmak" kelimesi, günümüz Türkçesinde "bir şeyi yapmaktan herhangi bir korku veya endişe ile uzak durmak, önleyici tedbirler almak, korunmak" gibi anlamlarda kullanılmaktadır.(80) Yine Türkçede tütün (dütün) kelimesindeki değişme ise tipik bir başka anlama geçiştir. Eskiden yalnız "duman" anlamında olan bu kelime, yakılarak içilen bitkinin ülkemizde yayılıp genelleşmesinden sonra Türkiye Türkçesinde sadece bu bitkinin adı olarak yerleşmiştir.(81) Cahiliye döneminde "mel'ek" kelimesi, tanrı niteliğinde tapılmaya layık ruhi bir varlığı ifade ederken, Kur'an konteksinde bu kelime anlam kaymasına uğrayarak, "tanrılık" vasfını kaybetmiş, yerine "yaratılmış ve sürekli Allah'a itaat eden varlık" anlamını kazanmıştır.(82) Izutsu, kelimelerin, içinde bulunduklan kültür sisteminden etkilenerek yeni yeni manalar kazandığını "God and Man in the Koran" adlı kitabında çeşitli örnekler vererek açıklamıştır.(83) Izutsu, kelimelerin yalnız başlarına ifade ettikleri anlamdan ziyade sistem veya sistemler içinde kazandıkları anlamların önemli olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla kelimelerin" iki tür anlamı olduğunu söylemektedir. Izutsu, bu anlamlardan birincisine, "esas mana", ikincisine de "izafi mana" demektedir. Bu yapmış olduğu ayırımın da semantik metodolojinin en önemli sorunlarından biri olduğunu belirtmektedir.(84) Burada Izutsu'nun esas mana ve izafi manayı nasıl açıkladığını örneklerle izah etmek istiyoruz: Esas Mana: Izutsu, esas manayı şu şekilde açıklamaktadır: "Kur'an'ı alıp içindeki kelimeleri bizim görüş açımızdan gözden geçirirsek bazı kelimelerin manasının, izaha ihtiyaç duymayacak derecede, gayet açık olduğunu görürüz. Yani her kelimenin kendine özgü manası vardır ki biz o kelimeyi, bulunduğu münasebet sistemi dışında da mütalaa etsek, kelime yine o manayı taşır. Örneğin "kitap" kelimesi, gerek Kur'an'da, gerek Kur'an dışında olsun daima aynı şeyi ifade eder. Konuşma dilinde kitap deyince her zaman belli bir şey anlaşılır. İşte kelimenin bu sürekli manasına esas mana denir."(85) İzafi Mana: Izutsu, izafi manayı da şöyle açıklamaktadır: "Kelimenin manası, bu esas manadan ibaret değildir. Burada ikinci bir mana daha vardır. Kur'an içinde kitap, dinî bir kutsallıkla çevrili önemli bir mana kazanır. Çünkü kelime, tanrısal vahiy fikrine yakından bağlıdır. İşte bundan ötürü basit kitap kelimesi, özel sistem içerisinde yer alınca, sistemin diğer düşünce ve kanaatleriyle irtibat kurar. Onlardan yeni elemanlar alır. Çoğunlukla yeni elemanlar, kelimeyi öyle etkiler ki onun asıl manasını kökünden değiştirir. Böylece kitap kelimesi, İslâm düşünce sisteminde Allah, vahiy, tenzil, nebiy ve ehl-i kitap (Hristiyan, Yahudi vs. gibi vahiy mahsulü kitaplara sahip olan kimseler) kelimeleriyle yakından ilişki kurar. Bundan dolayı Kur'an'da bu kelime geçince, ilgili bulunduğu diğer kelimelerle münasebeti içinde anlaşılmalıdır. Bu bağlılık, kitap kelimesine özel ve çok karışık bir semantik anlam verir. Eğer kelime bu sistemin dışında olsa kesinlikle bu manayı taşımaz. Şuraya da işaret edilmelidir ki kelime, Kur'an'da olduğu sürece bu anlam, kitap kelimesinin manasının bir kısmıdır ve bu mana, kelimenin esas manasından çok daha önemlidir. İşte ben, kelimenin kökünden gelmeyen, fakat içinde bulunduğu münasebet sisteminden doğan bu manaya izafi (göreli) mana diyorum. İki mana arasında bir ayırım yapmak için bu ismi veriyorum. Kitap kelimesi, kendi başına bildiğimiz basit anlamı ifade eder. Aynı kelime, vahiy alanında "Kur'an" demektir."(86) Kısaca ifade etmek gerekirse esas mana, kelimenin her zaman taşıdığı asıl manadır. İzafi mana ise, kelimenin içinde bulunduğu özel sistemden, bu sistemdeki diğer kelimelerle olan münasebetinden kazandığı özel manadır.(87)
5- Kur'an'ın Doğru Anlaşılmasında Semantik Metodun Önemi Bilindiği gibi kelimeler dilin yapı taşlarıdır. Eğer kelimelerin doğru anlamları iyi tespit edilemezse cümleler anlaşılamaz. Dolayısıyla okunan metin de doğru anlaşılmamış olur. Özellikle insanların dünya ve ahiret saadetini temin etmek için gönderilen Kur'an'ın, Yüce Allah'ın indiriş gayesine uygun olarak doğru anlaşılması çok önemlidir. Bu ise, ancak, Kur'an kelimelerinin delalet ettiği manaları ortaya çıkarmakla mümkün olur. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Kur'an kelimeleri, Kur'an düşünce sistemi içinde aslından daha kuvvetli izafi manalar kazanmaktadır. Ayetlerdeki kelimelerin tarihî gelişimini ve zaman içerisinde uğradıkları mana değişikliklerini bilmeden isabetli bir tercüme ve yorum yapmak mümkün değildir. Zira, bu gelişmelerin kelimelerin hayatına ve manaya delaletlerine büyük etkileri olmuştur. Bir müfessir, Kur'an ayetlerini meydana getiren kelime ve kavramların ilk ortaya çıktıkları sırada ve onların ilk okuyucusu olan Rasulullah (s.a.v.) tarafından okunduğunda, onun etrafında bulunan kimselerin onlardan ne anladıklarını tespit etmeye özellikle dikkat etmesi gerekir. Çünkü bize göre, müfessirin ayette geçen kelime ve kavrama yüklemesi gereken mana, Kur'an'ın ilk nüzulü sırasında delalet ettiği mana olmalıdır. Kur'an kelimelerinin manalarının anlaşılmasında birinci esas bu olunca, mevcut lügatlerimiz de bu işe kolaylık sağlayıcı ve yardımcı olacak bir halde değildir. Bu durumda, bir Kur'an müfessirinin önünde, Kur'an kelimelerinin ilk manasını öğrenmek istediği zaman, bunun için, bizzat kendisinin bir araştırma yapmasından başka bir çare yoktur. Kelimelerin zaman içerisindeki mana değişiklikleri semantik ilminin konusudur. Bu mana değişikliklerini ancak kelimelerin semantik tahlillerini yaparak bilebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, semantik, bir dilin anahtar terimleri üzerindeki analitik çalışmadır. Yani kelimelerin tarihî seyir içerisinde kazandığı manalar bakımından yapılan bir incelemedir. Anlambilim çalışmalarının başlangıcından beri araştırmacılar, genellikle kelimeleri tek tek ele alarak anlam yönünü incelemişlerdir. Daha sonra bu kelimelerden hareket ederek kavrama, kavram çekirdeğine ulaşmaya, anlam değişikliklerini ve bunların nedenlerini belli etmeye çalışmışlardır. Biz burada semantik bir analiz nasıl yapılır, bu konuda Izutsu'nun takip etmiş olduğu metodu da göz önünde bulundurarak, açıklamaya çalışacağız. Ayrıca, Izutsu'nun Kur'an'daki bazı kelimelerle ilgili yapmış olduğu semantik analizlere de örnekler vereceğiz.
6- Semantik Analiz Nasıl Yapılır? Izutsu, semantik analizin yapılma metoduyla ilgili olarak şöyle demektedir: "İlk bakışta bu iş kolay görünür. Allah, selâm, nebî, iman vs. gibi çok önemli Kur'an kelimelerini toplayıp Kur'an'da ne anlam ifade ettiklerine bakmakla bu işin yapılmış olacağı sanılabilir. Fakat hakikatte mesele öyle sanıldığı kadar basit değildir. Çünkü bu kelimeler, Kur'an'da birbirinden ayrı, yalın halde bulunmazlar, her birinin ötekiyle yakın bir ilişkisi vardır. Bu kelimeler, somut anlamlarını, birbiriyle olan bu ilişki sisteminden alırlar. Diğer bir deyişle bu kelimeler, kendi aralarında büyük küçük çeşitli gruplar teşkil ederler ve birbirlerine muhtelif yollarla bağlanırlar. Bu suretle sonunda gayet düzenli bir bütün, son derece karışık kavramsal münasebet ağı kurarlar... İşte önemli olan bu anlam sistemidir. Bu sistem, kelimelerin kendi yapılarından çok, Kur'an'da vardır. Kur'an'daki anahtar kavramları tahlil ederken, sistem içinde kelimelere özel anlamlar kazandıran bu çeşitli kelime ilişkilerini gözden uzak tutmamalıyız."(88) Demek ki, semantik analiz, sabır gerektiren yorucu bir çalışma ile başarılabilir. Bazen bir kelimenin doğru anlamını tespit etmek, çok zaman alabilir. Çünkü bu faaliyet ile kavram kargaşasını önleme ve doğru anlamı bulma gibi zor ve çetin bir işin üstesinden gelinmeye çalışılmaktadır. Bize göre, başarılı bir semantik tahlil yapabilmek için şu merhaleleri takip etmek gerekmektedir: a) Bir kelimenin veya bir kavramın semantik analizini yapabilmek için önce o kelimenin veya kavramın etimolojisi(89) iyi bilinmelidir. Anlamı tespit edilecek kelimenin mümkün olduğunca ilk dönem kaynaklarına inilerek taranması gerekir. Bu kaynakların başında da "Lisanu'l-Arab, Tâcu'I-Arûs, es-Sıhah ve Müfredatu'l-Kur'an" gibi eserleri sayabiliriz. b) Bu işlemlerden sonra etimolojideki anlam esas tutulmak kaydıyla, hepsinde gizli olan söz konusu kelimenin bu kök manası aranmalıdır. Buna uygun olmayanlar sonradan kazandırılmış anlamlardır. Uygun olanlar ise, zaten semantik tanımın kapsamına girmektedir. c) Semantik analiz, sadece incelediğimiz kelimenin anlamını oluşturan kök manayı tespit etmek değildir. Aynı zamanda kelimenin kök anlamından hareket ederek tarihî süreç içerisinde kazanmış olduğu yeni anlamların da bir analizini yapmak gerekir. Analizi yaparken de gerek bu anlamların ve gerekse türevlerin içinde ilk (kök) mananın olup olmadığına bakmalıyız. Dolayısıyla semantik tahlil yapan kişi, bir kelimenin anlamının, tarihî süreç içerisinde ne gibi mana değişikliklerine -daralma, genişleme veya başka anlama geçiş- uğradığını da tespit etmek mecburiyetindedir.(90) d) Izutsu'nun da dediği gibi, Kur'an terimlerinin tarihî bakımdan yalnız İslâm'dan önceki yani Kur'an'dan önceki devir önemlidir. Çünkü bu devir, Kur'an'daki kelimelerin esas manalarına ışık tutar. Yoksa Kur'an'dan önceki çağlarda manaların tarihî gelişimi, bizi pek ilgilendirmez.(91) Dolayısıyla semantik analizini yaptığımız kelimenin Kur'an öncesi anlamlarını da araştırıp öğrenmemiz gerekmektedir. Kelimelerin Kur'an öncesi anlamlarını ise, Cahiliye devri Arap şiirlerinden istifade ederek tespit etmeliyiz. Bu iş için de elbette Cahiliye devri Arap şiirleri; "Muallaka-i Seb'a, Divanu Antera, Divanu İmrii'l-Kays" gibi eserlere müracaat etmeliyiz. e) Kelimenin Kur'an öncesi anlamları açığa çıkarıldıktan sonra, bu kelime ve kavramın Kur'an'da kullanıldığı mananın tespitine geçebiliriz. Izutsu, bu merhalenin çok önemli olduğunu şöyle ifade etmektedir: "Kur'an'da kullanılan kelime ve kavramların hemen hemen hepsi, İslâm'dan önceki zamanda şu veya bu şekilde kullanılmakta idi. İslâm vahyi bunları kullanmaya başlayınca bütün sistem -kelimelerin kendileri ve manaları değil, fakat kelimelerin kullanıldığı genel ilişkiler sistemi- Mekkeli müşriklerin hiç duymadıkları, bilmedikleri ve bundan dolayı kabul edilemez yabancı bir şey gibi geldi. Bu kelimeler, yedinci asırda kullanılmakta idi. Mekke'nin dar ticari toplumu içinde olmasa bile en azından Arabistan'daki şu veya bu dinî çevrelerde kullanılıyordu. Yalnız bunlar, değişik kavram sistemlerine ait idiler. İslâm bunları bir araya getirip, bilinmeyen, yepyeni bir kavram şebekesinde birleştirdi. İşte Arapların dünya ve insanlık görüşlerini kökünden değiştirip yükselten başlıca etken, bu mana değişikliği ve bunun sebep olduğu ahlaki ve dinî inkılap idi."(92) Semantik tahlilini yaptığımız kelimelerin, Kur'an'da geçtiği yerlerdeki manalarını araştırıp, böylece o kelimenin Kur'an'da kullanıldığı manalar hakkında bir neticeye varabiliriz. Yani, o kelime çeşitli tarihlerde ve çeşitli münasebetlerde aynı manada mı kullanılmış; yoksa Kur'an'ın muhtelif yerlerinde farklı manalarda mı kullanılmış ve bu manalar nelerdir bunları tespit etmiş oluruz. f) İzutsu'ya göre, herhangi bir kelimenin tam manasının, kelimelerle tasvir yolu ile, somut bir biçimde ve konumda aydınlığa kavuşturulması mümkündür. Izutsu buna, "konumsal tanımlama" ismini vermektedir.(93) Dolayısıyla kelimenin ayet içinde geçtiği manaları tespit ederken siyak-sibağa çok dikkat edilmelidir. Çünkü bu manalar bazen ancak siyak ve sibak göz önünde bulundurularak anlaşılabilir. Bazı kelimeler Kur'an'da asıl kök anlamında kullanıldığı gibi farklı yerlerde farklı anlamlarda da kullanılabilmektedir. Dolayısıyla bütün bu tahliller sonucunda, Kur'an'ın kendi düşünce sistemi ve semantik alanı içerisinde bu kelime ve kavrama yüklediği yeni anlamları da belirtmeliyiz. g) Şayet bu kelime ve kavramda Kur'an'dan sonraki devirlerde bir anlam değişmesi olmuşsa ona da çalışmamızda yer vermemiz gerekmektedir. Burada Izutsu'nun Kur'an'da yapmış olduğu bazı semantik kelime tahlillerine örnek vermek istiyoruz.
Örnek1: Allah Kavramı: Izutsu, Allah kavramının önemini şu şekilde belirtmektedir: "Allah, Kur'an düşünce sisteminde en yüksek odak kelimedir. Derece ve önem bakımından ondan üstün bir kelime yoktur. Kur'an düşünce sistemi, esas olarak merkezinde Allah olan bir sistemdir. Onun için bu sistemde Allah fikri yukarıdan aşağı her şeye hakim olur ve bütün anahtar terimlerin semantik yapısı üzerinde derin tesir gösterir. İnsan, Kur'an düşüncesini hangi bakımdan incelemek istese, her şeyden önce bu düşüncenin semantik yapısı hakkında bir fikir sahibi olmalıdır."(94) Bu bakımdan Izutsu, bu kavramın semantik analizi için "God and Man in the Koran" adlı kitabında müstakil bir bölüm ayırmış ve dördüncü bölümde bu kavramı tahlil etmiştir.(95) Izutsu'ya göre, "Allah adı, Cahiliye ve İslâm devirlerinde ortak bir ad olarak kullanılmaktaydı. Yani Kur'an vahyi, bu kelimeyi kullanmaya başladığı zaman Arapların kullandıklarına yeni ve yabancı bir isim getirmiyordu.(96) Allah adı, İslâm'dan önce de bilinmekteydi. Bu kelime, İslâm öncesi Arap şiirlerinde geçtiği gibi eski kitabelerde de yer almıştır. Arabistan'da bazı insanlar ya da kabileler Allah adıyla bilinen bir tanrıya inanırlardı. Bu tanrıyı göğü ve yeri yaratan tanrı olarak kabul ederlerdi. Bu husus, Kur'an'ın bazı ayetlerinden açıkça anlaşılır.(97) Bu insanlar, çok tanrılı sistemde Allah'ı tanrıların başı, Mekke'deki Kabe'nin Rabbi (Rabbü'l-Beyt) olarak kabul ediyor, öteki tanrıları da bu üstün tanrı ile insanlar arasında aracı sayıyorlardı. Onların tanrılar arasındaki bu hiyerarşik inancı, Kur'an'da pek açık olarak anlatılır. Zümer suresinde bazı müşriklerin şöyle dediklerini işitiyoruz: "Biz onlara, sadece bizi, Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz."(98) Izutsu, "Bu ayette anlatılmak istenen, tanrıların şefaatidir. Şefaat fikri, ta İslâm öncesi zamanlara kadar Arapların ve Müslümanların dini düşünce tarihlerinde çok önemli bir rol oynar." demektedir.(99) "Ahkaf suresinin 27-28. ayetlerinde de Allah'tan başka edinilen tanrılara Allah'a yaklaştıran şefaatçiler gözü ile bakıldığı anlatılır. Allah'a inanmamakta direnen ve bu direnişleri nedeniyle helak olan eski milletlerin durumuna acı bir alayla işaret edilir: "Allah'tan başka, kendilerine (Allah yanında) yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeylerin, onlara yardım etmesi gerekmez miydi?'(100) Bunlar ve diğer birçok ayet açıkça gösteriyor ki, Cahiliye çağında, tanrılar arasında Allah denen ve bütün tanrılardan üstün olan bir tanrı tanınırdı. Bu tanrı, diğerlerinden üstün olmakla beraber neticede yine tanrılardan biriydi. İslâm peygamberi davetine başlayınca bu eski dinî sistem, büyük tehlike içine düştü. Çünkü İslâm'da Allah, tanrılar hiyerarşisinde üstün bir tanrı değil, var olan tek tanrı idi. Öteki tanrılar uydurma, gerçek karşısında aslı olamayan (batıl), hakikati olmayan sadece hayal edilen şeyler durumuna düşüyordu. Eğer Araplar, bu yeni öğretiyi kabul etselerdi, genel durum kökünden değişecek, yalnız dinî inançları değil, hayatın bütün safhaları, ferdî ve sosyal durumlar bu değişiklikten etkilenecekti. Tabii Hz. Muhammed'in (sorumluluğu) altında başlayan bu harekete karşı büyük bir muhalefet gelişti."(101) "Şurası da bilinmeli ki bu dava yalnız Arapların Allah hakkındaki inançlarının mahiyetini değiştirmiyor, daha önce bahsettiğimiz bütün düşünce sistemini değiştiriyordu. Yeni İslâmî Allah düşüncesi, kâinat hakkındaki bütün düşünce yapısını derinden etkiliyordu. Arap tarihinde ilk defa monoteis ve theocentric bir sistem kurulmuştu. Bu sistem ki, merkezinde insan hareketlerinin bütün varlık ve oluş şekillerinin kaynağı olan tek ve mutlak Allah vardı. Bütün varlıklar ve değerler yeni baştan düzenlenme alanına taşınıyordu. Tek istisnası olmaksızın bütün kâinat unsurları, eski yerlerinden alınıyor, bu yeni alana yerleştiriliyordu. Varlıklar arasında yeni bir ilişki kuruluyordu. Eski sistemde birbirine yabancı olan manalar, yeni sistemde yakın irtibat kurarken, eskisinde birbirine yakın olan manalarda yeni sistemde tamamen birbirinden ayrılıyordu. Üstün varlıklar alanında Allah'ın bütün kainatın tek Rabbi tanınması yukarıda da işaret edildiği gibi diğer tanrıları hükümsüz kılıyordu. Âlihe denen o tanrılar şimdi sözden ibaret, sadece isimden ibaret birer kavram haline geliyordu. Modern semantik terminolojisinde bu hususu şöyle ifade etmemiz gerekir: Bu yeni inançta ilâh (çoğulu âlihe) kelimesi, eğer Allah'tan başka bir varlığa işaret ediyorsa karşılığı olmayan boş kavramdan başka bir şey değildi."(102) Yusuf suresinin 40. ayeti şöyledir: "Sizin ondan başka taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın uydurduğu isimlerden başka bir şey değildir; Allah, onlar hakkında bir yetki indirmemiştir." (103)
Örnek2: Izutsu, vahiy kavramını da esaslı bir biçimde tahlil etmekte şöyle demektedir: "Kur'an'da vahye çok özel bir yer verilmiştir. Vahiy olağanüstü, insan aklının kavrayamayacağı esrarengiz bir olay olarak ele almıştır.... İslâm'a göre vahiy Allah'ın konuşmasıdır. Kendi iradesini dil aracılığı ile bildirmesidir. Fakat insana ait olmayan esrarengiz bir dille değil, insanın açıkça anlayabileceği bir dille konuşmasıdır. Burası çok önemli bir husustur. Allah'ın kendi iradesiyle yaptığı bu konuşma olmasa yeryüzünde İslâm'ın anladığı manada hiçbir gerçek din olmaz." (104) Izutsu'ya göre, vahyi böyle olağan üstü bir konuşma durumuna getiren şey, o konuşmada konuşanın Allah ve dinleyenin de insan olmasıdır. Yani burada konuşma, üstün bir varlıkla alelade varlık arasında cereyan etmektedir. Öyle ki konuşanla dinleyen arasında hiçbir ontolojik(105) denge yoktur.(106)
Vahiy Kelimesinin Esas Manası: Izutsu, vahiy kelimesinin esas manasını şöyle açıklamaktadır: "Vahiy kelimesi, İslâm öncesi şiirde sık geçen kelimelerden biridir ve bu durum, vahiy kavramının Kur'an'dan önceki kökünü tahlil etmemizi büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Izutsu, vahiy kelimesinin Cahiliye devri şiirlerinde kullanılışını göz önünde bulundurarak kelimenin asıl semantik şartlarını üç noktada toplamaktadır: Vahiy her şeyden önce haberleşmedir. Vahiy kelimesi, iki şahıs münasebetli bir kelimedir. Yani vahiy olayının vuku bulabilmesi için sahnede iki şahsın bulunması lazımdır. Bu şahısları Izutsu, A ve B şeklinde göstermekte; burada A, aktif hareket eder. (A______B), B'ye naklinden ibarettir. Burada karşılıklı bir münasebet olamaz. Yani B den A ya bir cevap söz konusu değildir. (B sadece alıcı durumdadır.) Bu haberleşme, tamamen tek yönlüdür.(107) Bu haberleşmenin sözlü olması zaruri değildir. Yani haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işaretleri olması gerekli değildir ama dil işaretleri de kullanılabilir. Bu haberleşmede daima bir sırlılık, gizlilik ve özellik vardır. Başka deyişle bu tür haberleşme esoteriktir. A ile B arasındaki konuşma tamamen özeldir. A, kendisini açıkça B'ye tanıtır ama yalnız B'ye, başkası onu göremez. İkisi arasında mükemmel bir haberleşme vardır, ama bu haberleşme öyle bir yoldan yapılır ki haberleşmenin muhtevasını dışandakiler anlayamaz.(108)
Vahyin Semantik Yapısı: Izutsu'ya göre, Kur'an vahyinde Allah (A), Muhammed'e (B) onun dili olan Arapça ile konuşmaktadır. Ancak A ve B aynı kategoriye mensup, aynı düzeyde varlıklar olmalıdır. Fakat vahiy halinde -ki vahyin gerçek özelliği burada başlar- bu ana kural bozulur. Çünkü vahiyde A ve B yani Allah ve insan birbirinden çok farklı varlıklardır. Yatay olarak aynı düzeyde varlıklar olmazlar. Aradaki ilişki dikeydir: A yukarıdadır, en yüksek varlık düzeyini temsil eder. B ise aşağıdadır, aşağı bir varlık düzeyini temsil eder. Bu ontolojik durum, Kur'an'ın vahiy telakkisinde önemli bir rol oynar... Arada bu ontolojik uyuşmazlık bulunduğu sürece A ile B arasında lisani bir anlaşma olamaz. Bu dil kuralına rağmen ikisi arasında lisani bir konuşma olması için ya A'da veya B'de olağan üstü bir şey vuku bulmalıdır. Izutsu, bu noktayı el-Kirmanî'nin, "el-Buharî'nin hadis kitabını şerhinde" çok güzel bir şekilde şöyle açıkladığını belirtmektedir: "Vahiy, Allah ile insan arasındaki konuşmadan meydana gelir. İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçekleştirilmedikçe, yani konuşan ile dinleyen ilişkisi olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-verişi, öğretim ve öğrenim mümkün değildir... Bu iki zat arasında iletişimin meydana gelebilmesi için ya dinleyen konuşanın galip etkisi ile derin bir kişisel değişikliğe uğrar, ya da konuşan aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatına bürünür..." dedikten sonra, Hz. Muhammed için, bu iki hâlin de vuku bulduğunu sözlerine ekler."(109) Izutsu, Kur'an'ın vahiy anlayışını ise şöyle açıklamaktadır: "Kur'an'da olağanüstü bir hadise olan vahiy, üç şahıs münasebetli bir kavramdır. Bu durum, Kur'an vahyini yapı itibariyle insan konuşmasından ayırdığı gibi, kaynağı cin olan bütün ilhamlardan da ayırır... Hz. Muhammed'e peygamberlik hitabı geldiği sıralarda daima Allah ile kendisi arasında, Allah'ın sözlerini onun kalbine getiren esrarengiz bir şahıs vardır. Kur'an vahyinin temel yapısı A------------M------------B şeklinde gösterilebilir. A Allah, M melek, B Hz.Muhammed'dir. (110) Izutsu, Kur'an'a göre Allah insanla ancak üç yolla konuşur demekte ve bu hususun da Kur'an'da Şuara suresinde şöyle açıklandığını söylemektedir: "Allah bir insanla (doğrudan) konuşmaz. Ancak vahiyle (kulunun kalbine, dilediği düşünceyi doğurarak), yahut perde arkasından konuşur, yahut, izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık."(111) Bu ayete göre vahyin üç yolu şunlardır: 1) Gizli konuşma, 2) Perde arkasından konuşma, 3) Elçi gönderme. "Hz. Muhammed'e gelen vahiy, başlıca iki çeşittir: Biri zil sesi veya arı uğultusu gibi bir ses duyması ki peygamber bu hâlde bir ses işitiyor, o anda manasını anlamıyordu, o hâlden ayılınca gelen ses, anlamlı kelimeler hâlini alıyordu. Diğeri de meleğin insan şekline girerek gelmesiydi ki bu hâlde peygamber, konuşulan gerçek kelimeler işitmekteydi. Hz. Muhammed, yalnız dinleyici değildi. Aynı zamanda görücüydü de."(112) "Allah, gök elçisi vasıtasıyla iradesini Hz. Muhammed'e bildirir; sırf Muhammed'le konuşmuş olmak için onunla konuşmaz. Konuşması, onu aşarak insanlara ulaşmalıdır. Normal durumda konuşma B'ye varınca durur. Eğer arada bir diyalog olacaksa bu kez A dinleyici, B konuşan durumuna geçer. Fakat bizim özel durumumuzda B konuşur ama, aynı doğrultuda konuşur. Yani B, sadece A'nın söylediklerinin vericisi olur. İşte burada tebliğ meselesi ortaya çıkar. Ve B, Tanrı'nın sözlerini taşıyan nebi veya resul adını alır. Böylece İslâm vahiy kavramı, dört şahıs münasebetli bir kavram haline gelmektedir. A--------M-------B-------C. B, A'nın vericisi olduğuna göre ondan gelen sözleri hiç değiştirmeden olduğu gibi C'ye, insanlara nakletmelidir. Yani ilahî kelimeler B'ye ulaşıp B tarafından alınınca objektif bir varlık, Almanların deyişiyle bir Sprachwerk olmalıdır. İşte bu manada bir objektif Sprachwerk olan ilahî sözlere Kur'an denir. Kur'an kelimesi, etimolojik manası ne olursa olsun, burada ilahî vahyin objektif bir parçasını ifade eder." (113)
Örnek 3: Izutsu, semantik analiz sonucu, Cahiliye ve İslâm'ın insan kaderi hakkındaki düşüncelerini de şöyle tespit etmiştir: Normal olarak "insanın kaderi başlıca ölümden sonraki hayatla ilgili olduğu hâlde Cahiliye devrinde ahiret fikrine ilgi gösterilmemiştir. Cahiliye Arapları, sadece ölümle uğraşmışlar, ondan öteye gitmemişlerdir. Onlara göre, vücut toprağa girince çürür, toz toprak olur. Ruh da bir rüzgâr gibi uçup gider. Şu şiir onların bu konudaki inançlarını özetlemektedir: "Biz sadece toprak altına giren cesetlerle rüzgâr gibi (uçup giden) ruhlardan ibaret değil miyiz?" Araplara göre de insanı Allah yaratmıştır ama yaratma sona erince Allah'ın işi bitmiştir. İnsan yaratıldıktan sonra artık yaratanıyla bütün bağlarını keser ve yeryüzüne geldiğinden itibaren hayatını çok daha kuvvetli bir diktatör patronun yönetimine verir. Bu patron, onu ölümüne kadar pençesinde sürükler. Ölüm de bu patronun insana vurduğu son ve en acı darbedir. Bu patron dehr dedikleri zamandır. Şu ayette kâfirlerin ağzından bu inanç açıkça nakledilmektedir: "Dediler ki: Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur. Ölürüz ve yaşarız; bizi helak eden, dehr den başkası değildir."(114) "Gerçekten bu, çok karamsar bir hayat görüşüdür. Bütün hayat, tabiatın büyüme ve çürüme kanunlarıyla yönetilen bir sürü felaketler yığını haline gelmektedir. Karanlık, kör, yarı insan şeklindeki bu tabiat canavarının elinden kurtuluş yoktur. İşte bu acıklı atmosferin durumuna baktığımız zaman Kur'an görüşünün önemini tam manasıyla anlamaktayız. Kur'an, insan için tamamen değişik şartlar getirir. Birden bire gök açılır, karanlık bulutlar dağılır, acıklı, ıstıraplı bir hayat yerine ebedî hayatın parlak mutluluğu görünür. Bu hususta iki dünya görüşü arasındaki fark, tam gece ile gündüz arasındaki fark gibidir. İslâm sisteminde de Allah, yaratıcı olarak insan hayatının başlangıç noktasını işaretler (insan hayatını başlatır). Fakat burada daha ilk anda derhâl büyük değişikliği fark ederiz. Cahiliye sisteminde Allah'ın yaratma işi, sadece O'nun, hayatın başında ve sonunda insanın işlerine yaptığı bir müdahaleden ibarettir. İnsanı yarattıktan sonra artık onun işlerine karışmaz; bundan sonra iş, dehr denen bir başka kuvvetin eline geçer. İslâm sisteminde ise bunun tersine, yaratma, yarattığı şeyler üzerindeki Allah yönetiminin başlangıcıdır. İnsanın bütün işleri, en ince aynntılarına kadar hayatın bütün safhaları Allah'ın kontrolü altında cereyan eder. Kur'an'a göre Tanrı adalet tanrısıdır. Hiç kimseye asla zulüm yapmaz, haksızlık etmez. Artık ne dehr ne dehrin gizli tuzağı kalır. Dehr diye bir varlık tanınmaz, bu hayalî kâbus inancı sökülüp atılır, insanlığın hayatı yalnız ve yalnız Allah iradesinin kontrolüne verilir. Tabii ölüm meselesi yine kalır. Ölüm kaçınılmaz bir şeydir."(115)
Dipnotlar * Bu makale, Soysaldı, Mehmet, "Toshihiko Izutsu ve Semantik Anlayışı”, İslami Araştırmalar, cilt:18, s: 1, 2005, 61-75'te yayımlanmıştır. Soysaldı Mehmet; Doç. Dr., Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı, [email protected] (1) Işıcık, Yusuf, Kur'an'ı Anlamada Temel İlkeler, Burak Matbaası, Ankara 1997, s. 7. (2) Yakıt, İsmail, "Doğru Bir Kur'an Tercümesinde Semantik Metodun Önemi", S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy. 1, İsparta 1994, s. 19. (3) Muhakkik, Mehdi, "Izutsu hem reft", Tahkikat-ı İslâmi, Tahran 1371, s. 156. (4) Kalın, İbrahim, Toshihikolzutsumd.", T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, istanbul 2001, XXIII, 552. (5) Masataka, Takesh*ta, "Japanese Works of Toshihiko Izutsu with Special Reference to Reading the Koran", Annals of Japan Associaöon for Middle East Studies, sy. 2, Tokyo 1987, s. 492. (6) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 156; Kalın, İbrahim, "Toshihiko . Izutsu md.", XXID, 552. (7) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 155. (8) Masataka, Takesh*ta, a.g.m., s. 492. (9) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 155; Kalın, İbrahim, "Toshihiko Izutsu md.", XXIII, 552; Izutsu, Tao-culuk'daki Anahtar Kavramlar (trc. Ahmed Yüksel Özemre), İstanbul 2001, (kitabın giriş sayfasından) http://www.insanyayinlari.com.tr/authors.aspx7ID" 261 (26.04.2004). (10) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 159. (11) Kalın, İbrahim, "Toshihiko Izutsu md.", XXIII, 552. (12) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 156; Kalın, a.g.md., XXIII, 553; Izutsu, Taoculuk'daki Anahtar Kavramlar (trc. Ahmed Yüksel Özemre), (kitabın giriş sayfasından). (13) Muhakkık, Mehdi, a.g.m., s. 163. (14) Bk., Izutsu, Toshihiko, God and Man in the Koran, Tokyo 1964; Kur'an'da Allah ve İnsan (trc. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul ts. (15) bk. Izutsu, Toshihiko, The Concept of Belief in Islamic Theology, Yurindo Puplishing Co., Ltd., Yokohama 1965. İslâm Düşüncesinde İman Kavramı (trc. Selahaddin Ayaz), Pınar Yayınları, İstanbul 1984. (16) Muhakkik, Mehdi, a.g.m., s.163. (17) Bk., Izutsu, Toshihiko, Ethico-Religious Concepts in the Qur'an, Kur'an'da Dinî ve Ahlaki Kavramlar (ire. Selahattin Ayaz), Pınar Yayınları, 2. bs., İstanbul 1991. (18) Izutsu, Tao-culuk'daki Anahtar Kavramlar (trc. Ahmed Yüksel Özemre), İstanbul 2001, s. 7. (19) Bk., Izutsu, İslam'da Varlık Düşüncesi, İnsan Yayınları, 1995, s. 13-14. (20) Izutsu, İslamd'a Varlık Düşüncesi, s. 7; http: //www.ir lari.com.tr/authors.aspx?ID=261 (21) M., Takesh*ta, a.g.m., s.502. (22) M., Takesh*ta, a.g.m., s. 502; Kalın, a.g.md., XXIII, 552. (23) Kalın, a.g.md., XXIII, 553. (24) M., Takesh*ta, a.g.m., s.495; Kalın, a.g.md., XXIII, 553. (25) M., Takesh*ta, a.g.m., s.495; Kalın, a.g.md., XXIII, 553. (26) M., Takesh*ta, a.g.m., s.495, 503; Kalın, a.g.mad., XXIII, 553. (27) M., Takesh*ta, a.g.m., s.494; Kalın, a.g.md., XXIII, 553. (28) M., Takesh*ta, a.g.m., s.491-503; Kalın, a.g.md., XXIII, 553. (29) Muhakkik, Mehdi, a.g.m., s.155. (30) Kalın, a.g.md., XXIII, 553; http:// www.highbeam.com/ubrary/doc0.asp?docid=lG 1:555406 19&refid=" ink_overture_110_pub. (31) http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp7sids NCZPF74M7M6MX0MF2GYV (32) Korzybski, Alfred, Science and Sanity, Amerika 1958, s. 21. (33) Türkçe Sözlük, T.D.K., Ankara 1983, II, 1033. (34) Palmer, Frank R, Semantics, Cambridge University Press, Second Edition, Cambridge, 1991, s.l. (35) Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Savaş Yayınları, Ankara 1975, s. 7, 18; Gezgin, Ali Galip, Tefsirde Semantik Metod ve Kur'an'da "Kavm" Kelimesinin Semantik Analizi, (Basılmamış Doktora Tezi), İsparta 1999, s. 75. (36)Vardar, Berke, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, T.D.K.Y., Sevinç Basımevi, Ankara 1980, s. 21, "Eşsüremli: Evrim dışında ve süreden, artsüremden bağımsız olarak ele alman; birbiriyle aynı dizge içinde bağıntılar kuran öğeleri, olguları vb. belirtmek için kullanılır. (Bk., Vardar, a.g.e., s. 78) "Artsüremli: Evrim açısından ele alınan, süre içinde birbirini izleyen demektir." (bk., Vardar, a.g.e., s. 28)]; Gezgin, a.g.d.t., s. 75. (37) Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 14. (38) Izutsu, a.g.e., s. 15. (39) Izutsu, a.g.e., s. 14. (40) Izutsu, a.g.e., s. 15. (41) Izutsu, a.g.e., s. 15. (42) Aksan, Doğan, Anlambilim ve Türk Anlambilimi Ana Çizgileriyle, Ankara 1971, s. 12. (43) Ulmann, Stephan, Semantics, Oxford, New York 1979, s. 354; Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil, III, 465; Aksan, Anlambilimi, s.12. (44) Ulmann, Stephan, a.g.e., s. 6. Semantik, Michel Breal, tarafından "Essai de Semantigue" adlı eserinde literatüre maledilmiştir. Alfred Korzybski, Science and Sanity, s. 15. (45) Ulmann, a.g.e., a.y. (46) Ulmann, a.g.e., a.y'den nakil. (47) Ulmann, Semantics, s. 8. (48) Tarski, Alfred, 'Semantics md." The Encyclopedia of Philosophy, New York 1972, VIII, 78. (49) Tarski, a.g.m., a.y. (50) Palmer, Frank. R, a.g.e., s. 35. (51) Anklı, N, Tunçdoğan, T, Vardar, B, Semantik Akımları, Yeni İnsan Yayım, İstanbul 1969, s. 5; Gezgin, a.g.d.t, s. 77. (52) Guıraud, Pierre, La Semanügue (Anlambilim) (trc. Berke Vardar), Gelişim Yayınlan, Hilal Matbaacılık, İst. 1990, s. 10. (53) Guıraud, a.g.e., s.10-11; Aynca bk., Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara 1978, s. 12. (54) Arıklı, N, a.g.e., s. 17. (55) Arıklı, N, a.g.e., s. 18. (56) Gezgin, a.g.d.t., s. 78. (57) "Gösterge, genel olarak bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan, kendi dışında bir şey gösteren her türlü nesne, biçim ya da olgu; özel olarak, dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan birim" (Daha geniş bilgi için bk., Vardar, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ankara 1980, s. 86); Gezgin, agdt., s.78. (58) Arıklı, N, a.g.e., s.8,9. (59) Arıklı, N, a.g.e., s.9; Gezgin, agdt, s. 78-79. (60) Arıklı, N, a.g.e., s.ll; Gezgin, agdt., s. 79. (61) Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil, T.D.K. Yay., Ankara 1995, III, 469; Gezgin, a.g.d.t., s. 79. (62) Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 38. (63) Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 118. (64) Atalay, Besim, Türkçe Kelime Yapma Yollan, T.D.K./ Dem..27, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul 1946, s. 67. (65) Atalay, a.g.e., s. 68. (66) Atalay, a.g.e., s. 67. (67) Aksan, a.g.e., a.y. (68) Aksan, Her Yönüyle Dil, III, 537; Anlambilimi, s. 137. Anlam daralmasıyla ilgili başka örnekler için bk., Üçok, N., Genel Dilbilim, s. 75. (69) Belirli bir vakitte yemek, içmek ve cinsi ilişkiden geri durmakla yerine getirilen bir ibadet şeklidir. (70) Belâsî, Muhammed Ali, "Delâletü'l-Elfâz ve Tatavvuruha", Mecelletü's-Sakafiyye, XXVI, Amman, 1992, s. 101. (71) İbn Manzur, Ebu'1-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mekerrem, Lisanu'l-Arab, Dâru Usani'1-Arab, Beyrut ts., VI, 175,177. (72) Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu'cemü'1-Müfehres li Bfazi'l-Kur'an, Dâru İhyai't-Türasi'l-Arabî, Beyrut ts, s. 344-345. (73) Küçükkalay, Hüseyin, Kur'an Dili Arapça, İlim Yayma Cemiyeti Neşriyatı, Konya 1969, s. 163. (74) İşler, Emrullah, "Secde Kelimesi ve Türkçeye Çeviri Sorunu", İslamiyat, 1-3, Ankara, 1998, s. 107. (75) Aksan, a.g.e., s.120. (76) Aksan, a.g.e., s.121. (77) el-Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sihah Tâcu'1-Luga ve Sıhahu'l-Arabiyye, Dâru'1-İlm, Beyrut 1979, IV, 1560; İbn Manzûr, a.g.e., HI., 694; el-Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Yakub, el-Kâmusu'l-Muhît, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 1987, III, 296. (78) er-Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer, et- Tefsîru'l- Kebir, (Mefâtihu'l-Gayb), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Tahran ts., III, 134; Küçükkalay, Kur'an Dili Arapça, s. 163; Soysaldı, Kur'an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, Çağlayan Yay., İzmir 1997, s. 85. (79) Aksan, Her Yönüyle Dil, IH, 538; Anlambilimi, s. 121. (80) Aksan, Anlambilimi, s. 145. Anlam kaymasıyla ilgili başka örnekler için bk., Üçok, N, Genel Dilbilim, s. 75-76. (81) Aksan, a.g.e., s.146. (82) Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 23-25; Soysaldı, Kur'an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, s. 129. (83) bk., Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 17-21. (84) Izutsu, a.g.e., s. 21. (85) Izutsu, a.g.e., s. 21. (86) Izutsu, a.g.e., s. 21; Kitap kelimesinin geniş bir semantik analizi için bk., Soysaldı, Kur'an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, s. 130-139. (87) Izutsu, a.g.e., s. 22. (88) Izutsu, a.g.e., s.15-16. (89) Etimoloji, bir dildeki kelimelerin ilk anlamlarını meydana çıkarmayı amaç edinen bir ilim dalıdır. Daha açık bir ifadeyle etimolojiyi, kelimelerin şekil yapılarıyla anlamlan arasında irtibat sağlayan ve bu kelimelerin yapı ile anlamlarını köklerine doğru takip ederek ilk defa hangi köke dayandıklarını, hangi kavramları yansıttıklarını ve zaman içinde hangi evrelerden geçerek ne gibi gelişmeler gösterdiklerini inceleyen ve köken bilgisi ile diğer konulan araştıran dilbilim dalıdır. (Daha fazla bilgi için bk., Palmer, F.R, Semantics, s. 11; The New Encyclopedia Brittanica, "Etymology" md., IV, 587; Webster's Third New International Dicüonart, s. 782; Üçok Necip, Genel Dilbilim, Sakarya Basımevi, Ankara 1947, s. 41-42; Korkmaz, Zeynep, Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s.104; Gezgin, a.g.d.t., s.98.) (90) Gezgin, a.g.d.t., s. 84. (91) Izutsu, a.g.e., s. 36. (92) Izutsu, a.g.e., s. 16. (93) Izutsu, a.g.e., s. 63. (94) Izutsu, a.g.e., s. 88. (95) bk., Izutsu, a.g.e., s. 88-113. (96) Izutsu, a.g.e., s. 88. (97) Bu tür ayetler için bk., Ankebut, 29/61, "Onlara 'gökleri ve yeri yaratan güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren kimdir?' diye sorsan mutlaka 'Allah' derler."; Ankebut, 29/63, "Onlara: 'Kim gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla diriltti?' diye sorsan 'Allah' derler."; Lokman, 31/25; Zümer, 39/38; Zuhruf, 43/9, 87. (98) Zümer, 39/3,4. (99) Izutsu, a.g.e., s.17. (100) Ahkaf, 46/27-28. (101) Izutsu, s.g.e., s.17. (102) Izutsu, a.g.e., s. 18. (103) Yusuf, 12/40. (104) Izutsu, a.g.e., s. 142, 143. (105) Varlık bakımından. (106) Izutsu, a.g.e., s. 145, 146. (107) Izutsu, a.g.e., s. 148. (108) Izutsu, a.g.e., s. 148. (109) el-Kirmânî, Şemsuddin Muhammed b. Yusuf b. Ali, Şerhu Sahihi'1-Buhârî, Kahire 1939, s. 28'den Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 157. (110) Izutsu, a.g.e., s. 165. (111) Şûra, 42/51,52. (112) Izutsu, a.g.e., s. 166. (113) Izutsu, a.g.e., s. 168. (114) Câsiye, 45/24. (115) Izutsu, a.g.e., s. 123.
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Atatürk Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 22, Erzurum, 2004 228
KUR’AN’I ANLAMADA ODAK KAVRAMLARIN BILINMESININ ONEMI UZERINE ANALITIK BIR DEGERLENDIRME.
Okt. Dr. Hasan YILMAZ *
ÖZET
Bu makale, Kur’ân’ı anlamada odak kavramların bilinmesinin önemi üzerine
analitik bir degerlendirmeyi kapsamaktadır. Arastırmanın temel hedefi modern
dönem Kur’ân tefsirinde kavramların önemini vurgulamaktır. Zira Kur’ân, ilahi mesaj
ve dünya görüsünü kelimelerle anlatmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Tefsir, Anlam, Anlama, Odak kavram, Anahtar kelime.
ABSTRACT
An Analitic Evaluation On The Importance of Knowing Focus Concepts
in Understanding Qur’an
This article contains an analitic evaluation on the importance of knowing focus
concepts in understanding Qur’an. The basic purpose of investigation is to
emphasize importance of concepts in the Qur’an interpretation modern age. Because
the Qur’an tells divine message and world-view with words.
Key Words : Interpretation, Meaning, Understanding, Focus concept, Key
word.
* Atatürk Üniversitesi lahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı (e-posta: [email protected]).
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 229
Giris
Bilindigi üzere herhangi bir metni anlama ve yorumlamada odak kavramların
bilinmesi çok önemli bir husustur. Kutsal metin ve dini nassların anlamlandırılması
sürecinde ise kavramların anlasılması diger metinlere göre daha büyük bir önem arz
etmektedir. Zira kutsal metinlerin gönderildigi insanlara vermek istedigi mesaj, varlık
ve evrene bakısı kavram kalıpları içerisinde takdim edilmektedir. Baska bir ifadeyle,
dildeki sonsuz mu’cize olan ilahi mesaj tüm muhataplarına kavram örgüsü içinde
sunulmaktadır.
Kavramlar objektif dıs dünyaya ait nesnelerin zihindeki tasavvurları 1 olup,
içerikleri çok çesitli ve zengin anlam katmanlarına sahip birer mana kozasını
çagrıstırmaktadır. Bu sebeple Kur’ân’ın kainat tasavvurunu dogru bir biçimde
anlayabilmek için ilgili mana kozaları ve Kur’ânî siyakta kazandıkları anlam alanlarını
sahih olarak belirlemek gerekmektedir.
Ayrıca bu hususta ifade edilmesi gereken çok önemli bir nokta sudur:
Kur’ân’da kullanılan kelime ve kavram hazinesi geçtikleri ayetlerde temel sözlük
anlamlarından farklı olarak çesitli yan anlamlara da delalet etmektedir. Bazı
kelimeler, Kur’ân’ın düsünce sistemi içerisinde esas sözlük anlamlarından daha
kuvvetli izafi manalar ve yepyeni içerikler kazanmaktadır 2.
Dolayısıyla bu kavramları sadece Arap dili ve gramer kaidelerine dayanarak
anlamlandırmak isabetli bir yöntem olmayacaktır. deal bir anlamada ilgili kelimelerin
Kur’ân bütünlügü çerçevesinde kazandıgı anlam alanlarını göz önünde
bulundurmanın tefsir metodolojisi açısından bir gereklilik oldugu kanaatini
tasımaktayız.
Kur’ân metnini anlamlandırma etkinliginde bulunacak olan müfessir, Kur’ân’ın
odak kavram ve anahtar kelimelerinin degisik baglamlarda çesitli mana içerikleri
kazandıgını çok iyi bilmelidir. Aksi takdirde yorumcu, çesitli siyakta farklı anlamlara
delalet eden Kur’ân kelimelerine, zengin mana içeriklerine dikkat etmeden her geçtigi
ayette aynı veya benzer anlamları yüklemesi suretiyle isabetsiz bir tutum sergilemis
1 Klasik mantık disiplini açısından kavramın tanımı ve kavramlar-arasındaki çesitli iliskiler sistemiyle
ilgili genis bilgi için bkz. Öner, Necati, Klasik Mantık, A.Ü..F.Yay., 5.bsk., Ankara-1986, s. 14-21; krs.
a.mlf., “Kavram”, Felsefe Yolunda Düsünceler içinde, M.E.B.Yay., stanbul-1995, s. 118-124.
2 Bkz. Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve 3nsan, çev. Süleyman Ates, Yeni Ufuklar Nesr., stanbultsz.,
s. 5-11 (Çevirenin Önsözü), 18-25, 26-32; krs. a.mlf., God and Man in the Koran-Semantics of
the Koranic Weltanschauung , The Keio Institute of Cultural and Linguistic Studies Press., Tokyo-
1964, s. 15-17, 18-20.
Okt.Dr. Hasan YILMAZ _______________ ____________________________________ 230
olacaktır. Bu sebeple söz konusu hatayı veya yanlısı yapmamak için yorum
etkinliginde sahih anlamlandırma kriterlerine dayanılması bir zorunluluktur.
Ayrıca bu noktada bütünüyle öznel anlamaları azaltabilecek nitelikte
geleneksel yorum külliyatı ve metotlarıyla birlikte çesitli yeni yorum yöntemlerine hala
ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü yorum faaliyeti kesintisiz devam edecek olan bir
süreçtir. Dolayısıyla yeni yöntem arayısları çok büyük bir önem arz etmektedir.
I. Kur’ân’ı Anlamada Metodoloji Sorunu
Yeni yorum arayısları, slam tefsir külliyatına daha bir zenginlik katacak ve
dinamizm getirecektir. Kur’ân’a ve tefsir ilmine uygulanan klasik anlama
metodolojilerinin gelistirilerek zenginlestirilmesi; eksik ya da yetersiz olarak görülen
yönlerinin tespit edilerek giderilmesi; böylece Kur’ân metninin sahih bir biçimde
anlasılmasının geregi 3 gayet açıktır.
Bu çerçevede sonuçta Kur’ân yorumunda objektif alan genisleyecek bununla
birlikte isabetli olmayan sübjektif yorum alanı ise daralacaktır. Böylece Kur’ân
tefsirinde nesnel alana öznel alandan daha fazla yer verilecektir. Tarihsel süreçte
Kur’ân yorumu alanında gelistirilerek uygulanan geleneksel tefsir yöntemlerinin
günümüzde yeterli bir düzeyde bulundugunu ifade etmek isabetli bir yaklasım tarzı
olmayacaktır.
Söz konusu eksiklik veya yetersizligin kanaatimize göre çok önemli bir sebebi
metodoloji arayıslarının slam dünyasında gündeme geç gelmesi ve bu alanda
yapılan arastırmaların hem nitelik hem de nicelik olarak ideal bir seviyeye henüz
ulasamamıs olmasıdır. Bu konuda seviyenin ve kalitenin artması Kur’ân’ın dogru bir
biçimde anlasılmasına çok önemli bir açılım saglayacaktır.
Binaenaleyh bu noktada gerçeklestirilen metodoloji arayısları çogaldıkça
nitelik ve kalite de gelecektir. saret etmeye çalıstıgımız söz konusu yeni yaklasımlar
birtakım metodoloji sorunlarını da beraberinde getirecektir. Kur’ân’ın
yorumlanmasında bir yöntem arayısının ifadesi olan bu ve benzeri çabaların
sorunlarını da yine yöntem eksikligine veya yetersizligine indirgemek mümkündür.
slam te’vil geleneginde günümüze kadar ortaya konulan uygulamaların bünyesinde
birtakım yetersizlik ve yöntem hatalarının bulunabilecegini kabul etmekteyiz.
3 Koç, Turan, “Kur’an Dili Açısından Söz–Anlam liskisi”, Kur’an ve Dil–Dilbilim ve Hermenötik–
Sempozyumu , 17-18 Mayıs 2001, Y.Y.Ü..F., Van-2001, s. 19-20; Kırca, Celal, “Kur’an’ı Anlamada
Dil Problemi”, Kur’an Mesajı, 1998/9, s. 34-35.
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 231
Ancak her seye ragmen bu yetersizliklerin giderilmesi ve Kur’ân üzerine
yapılan incelemelerde benimsenmesi gereken yöntemlerin belirlenmesi ilgili
metodoloji arayıslarının katkısıyla mümkün olacaktır. Zira bu alanda yapılan veya
yapılacak olan nitelikli arastırmalar Kur’ân yorum mirasına çok önemli birer katkı
olarak degerlendirilmelidir.
Bütün bunlarla birlikte önemine dikkat çekmeye çalıstıgımız Kur’ân’ı
anlamlandırma ve yorumlama etkinligi sorunu günümüzde hala birçok arayısı 4 gerekli
kılmaktadır. Bunlardan her birini nitelik, mahiyet ve nicelik açısından inceleyerek
çözüm üretmedikçe bir bütünlük içinde Kur’ân’ı anlamak oldukça zor görünmektedir.
Bunun için söz konusu sorunların öncelikle belirlenerek çözüm öneri ve
tekliflerinin ortaya konulmasında çok büyük bir yarar bulunmaktadır. Kur’ân metninin
sahih bir biçimde yorumlanabilmesine imkan vermek için yeni yöntemlerden de
istifade edilmesi 5 yorum sürecine bir zenginlik katacaktır.
II. Kur’ân Kavramlarını Açıklama Yöntemi
Bu baglamda Kur’ân kavramlarını anlamlandırmak isteyen müfessir, ilgili
lafızların anlam katman ve delalet yönlerini göz önünde bulundurmalıdır. Kur’ân
lafızlarında var olan mana akısının önünü kapatmamalı; bunları sınırlayarak
daraltmamalı; bilakis ilgili lafzın delalet alanını elverdigi oranda genis tutmalı; nihayet
lafzın delalet etmesinin muhtemel oldugu manaları en son sınırına kadar
götürmelidir.
Kur’ân’ın Arap dili gibi çok zengin beseri ve tarihsel bir dil ile nazil oldugu
evrensel gerçegi göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hususta ayrıca Kur’ân dili
Arapça’nın sentaktik, lengüistik, semantik alan ve delalet keyfiyetlerine, açıklama
4 Daha genis bilgi için bkz. Paçacı, Mehmet, “Anlama (Fıkh) Usulüne Dair”, 3slami Arastırmalar, 1995,
8/2, s. 85-87; Kırca, 3limler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelisler, Tugra Nesr., stanbul-1993, s.
294-295; Albayrak, Halis, Kur’an’ın Bütünlügü Üzerine–Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, Sule Yay., 2.bsk.,
stanbul-1993, s. 50-52, 56, 84; a.mlf., Tefsir Usulü–Yöntem, Ana Konular, 3lkeler, Teklifler, Sule
Yay., stanbul-1998, s. 11-13, 123-129; Özsoy, Ömer, Sünnetullah–Bir Kur’an 3fadesinin
Kavramlasması , Fecr Yay., Ankara-1994, s. 15, 27-32; Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’an Nedir?–
3nsanın Anlam Arayısı, Sule Yay., 2.bsk., stanbul-1999, s. 11-17, 23-28; a.mlf., Kur’an’ın
Anlasılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü , Sule Yay., stanbul-1994, s. 27-57, 156-171; Görmez,
Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlasılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, T.D.V.Yay.,
Ankara-1997, s. 137 vd..
5 Ebu Zeyd, Nasr Hamid, Mefhumu’n-Nass–Dirase fi ‘Ulumi’l-Kur’an, Kahire-1990, s. 27 vd., 271; krs.
a.mlf., 3lahi Hitabın Tabiatı–Metin Anlayısımız ve Kur’an 3limleri Üzerine, çev. M. Emin Masalı,
Kitabiyat, Ankara-2002, s. 21, 47 vd., 291.
Okt.Dr. Hasan YILMAZ _______________ ____________________________________ 232
etkinliginde çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede Arap dilindeki çokanlamlılık
boyutları da gözden uzak tutulmamalıdır 6.
Bütün bu hususlar Kur’ân metnini açıklama ve yorumlama etkinliginde dikkate
alınması gereken ilkelerdir. Önemine vurguda bulunmaya çalıstıgımız bu noktada
Kur’ân’ı anlamak için slam düsünce geleneginde gelistirilerek uygulanan beyani
yönelisleri, dil ilimlerini ve yorum mirasını çok iyi bir biçimde kavramak
gerekmektedir. Önemine isaret etmeye çalıstıgımız bu ilimler içsellestirilerek
özümsenmeli, pratik bir deger ve kullanım alanına dönüstürülerek daha iyi bir
seviyeye kavusturulmalıdır.
Bu veriler, Kur’ân kavramlarının degismeyen ve degisken çesitli anlamlara
delalet etme yönlerini belirlemede, kelimelerin seçiklik ve açıklık 7 keyfiyetlerini tespit
etmede vazgeçilemeyecek bir ilimler bütünü olarak addedilebilir. Yeni durum ve
yaklasımlarla ayetler arasında derin münasebet baglantılarını kurarken her zaman su
temel te’vil metodolojisi ilkesine riayet edilmelidir: Kur’ânî lafzın Arapça olarak delalet
yönünün elverisli bulundugu temel anlam alanı çerçevesinin dısına çıkmamak; kesin
bir karine bulunmadan apaçık esas manadan uzaklasmamak; nihayet zorlama ve
asırı yorumlara 8 bir tefsir etkinliginde yer vermemek...
6 Daha genis bilgi için bkz. el-Gazali, Ebu Hamid, 3hyau ‘Ulumi’d-Din, Daru hyai’l-Kutubi’l-‘Arabiyye,
Beyrut-tsz., I, 99, 290; ez-Zerkesi, Bedruddin Muhammed b. ‘Abdillah, el-Burhan fi ‘Ulumi’l-Kur’an,
tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl brahim, Daru’l-Ma’rife, 2.bsk., Beyrut-tsz., II, 154, 169-170; bn ‘Asur,
Muhammed et-Tahir, Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir (Mukaddimetu’t-Tahrir ve’t-Tenvir), ed-Daru’t-
Tunusiyye li’n-Nesr, Tunus-1984, I, 34, 95-97; Kılıç, Sadık , “En deal Tefsir En Gerçekçi Tefsirdir”,
3slam’da Sembolik Dil içinde, nsan Yay., stanbul-1995, s. 27-48; a.mlf., “Dil ve nsanın Tarihselligi
Baglamında Dini Metin”, Kur’an ve Dil–Dilbilim ve Hermenötik-Sempozyumu, 17-18 Mayıs 2001,
Y.Y.Ü..F., Van-2001, s. 95-105; Eroglu, Ali, Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayısları, Ekev Yay.,
Erzurum-2002, s. 123-136; Hacımüftüoglu, Nasrullah, “Kur’an’ı Yorumlamada Dilin Gücü: Dil,
Edebiyat ve Edatlar Baglamında Bazı Ayetlerin Hermenötik Analizi”, Ekev Akademi Dergisi-Sosyal
Bilimler , 2001/2, s. 7-31; nam, Ahmed, “Hermenötik’in Anlam Dünyamızdaki Tekabülleri: Mana,
Te’vil ve Tefsir”, Kur’an ve Dil-Dilbilim ve Hermenötik-Sempozyumu, 17-18 Mayıs 2001, Y.Y.Ü..F.,
Van-2001, s. 81-92; sler, Emrullah, “Secde Kelimesi ve Türkçeye Çeviri Sorunu”, 3slamiyat, 1998,
1/3, s. 105-115; a.mlf ., “Fitne Katilden Beter mi?–Fitne Kelimesi ve Türkçeye Çeviri Sorunu”,
3slamiyat , 1999, 2/2, s. 137-153; a.mlf., “Çokanlamlılık, Anlam Daralması ve Kur’an’ın Türkçe
Çevirilerinde Yapılan Yanlıslar”, Kur’an ve Dil-Dilbilim ve Hermenötik-Sempozyumu, 17-18 Mayıs
2001, Y.Y.Ü..F., Van-2001, s. 385-397; Kur’an-ı Kerim Tefsiri 3stisari Toplantı Notları, 11-12 Haziran
1994, D..B.Yay., Ankara-1995, s. 7 vd.; Demir, Sehmus, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması-Batı’yla
Münasebetin Kur’an Yorumuna Yansımaları , nsan Yay., stanbul-2002, s. 118-127, 150-160; Erten,
Mevlüt, Nass-Yorum 3liskisi, (Basılmamıs Doktora Tezi), A.Ü.S.B.E., Ankara-1998, s. 49-50, 68-80.
7 Günümüzde yogun olarak yasanan kavram kargasasına düsmemek için ilgili kavramın seçikligi ile
açıklıgının, her zaman herkeste aynı olan yönü ile hem fertlere hem zamana göre degisen yönünün
bilinmesi ve maksudun, muhataplara iletilmesi açısından çok önemli bir husustur. Binaenaleyh bir
kavramda degismeyen onun seçikligi, degisen ise açıklıgıdır. Bkz. Öner, “Kavram”, s. 118-119.
8 Bkz. bn ‘Asur, I, 44-45.
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 233
Ayrıca Kur’ânî lafızların nazil oldugu dönemdeki kullanım biçimi ve temel
mana alanının dısına çıkılmamasına çok büyük bir özen gösterilmelidir. Bu konuda
lafızların esas sözlük mana ve içeriklerinin yorum sürecinde göz önünde
bulundurulmasının bir gereklilik oldugu açıktır. Kur’ân kavramlarının genel mana
çerçevesini zorlayacak olan böyle bir açıklama ve yorumlama teknigi; Kur’ân-ötesi
degil, Kur’ân-dısı veya daha açık bir deyisle, Kur’ân’dan baska bir sey olacaktır. O
halde Kur’ân kelimelerinin manaya delalet imkanlarını, çok-anlamlılık 9 yönlerini ve
lafızlara yüklenecek delaletleri uygun olan en son mana sınırına kadar tasımak
gerekmektedir.
Bunlar yapılırken Kur’ân lafızlarının etimolojik, semantik alanı ve manaya
delalet çerçevesi çok iyi bir sekilde tespit edilmelidir. Tefsir etkinligi çesitli
anlamlandırma yönelislerinin uygun olan delalet çerçevesi dısına çıkamayacakları 10
ve yorum bakımından lafzın elverisli oldugu alanı tasamayacakları daha nesnel bir
alan olmalıdır.
Bir metnin en uygun bir biçimde anlamlandırılmasında odak konumda bulunan
temel anlamlı birim, kelime ve kavram hazinesidir. En uygun ve objektif
anlamlandırma alanı ise lafızların onayladıgı alandır. Bunun ötesi ise bir asırılık ve
zorlamadır. Asırı ve zorlama bir te’vildir. Daha açık bir deyisle, ilgili lafza yepyeni bir
delalet imkanı ve mana içerigini yüklemektir. Lafızların onaylamadıgı ve imkan
vermedigi bir kavramsal alan, sahih anlam alanı olmayacaktır.
Anlamlandırma ve yorumlama etkinligi ne kadar nesnel kıstaslara dayanıyor
ise söz konusu anlam o oranda sahih olup, lafzın temel sözlük anlam dünyası ile
örtüsen bir anlam demektir. Bir diger ifadeyle, gerçek anlamları bünyesinde
barındıran, mantuk ve mefhumunda tasıyan yegane metinsel araç ise lafızlardır.
9 Dilbilim ve Anlambilimi açısından çok-anlamlılık olgusu hakkında bkz. Aksan, Dogan, Anlambilimi ve
Türk Anlambilimi (Ana Çizgileriyle) , A.Ü.D.T.C.F.Yay., Ankara-1971, s. 76 vd.; Kur’an
kavramlarındaki çok-anlamlılık/el-Vucuh boyutlarına dair genis bilgi için bkz. ez-Zerkesi, I, 102-103;
sler, “Çokanlamlılık, Anlam Daralması ve Kur’an’ın Türkçe Çevirilerinde Yapılan Yanlıslar”, s. 385-
397; Cerrahoglu, smail, Tefsir Usulü, T.D.V.Yay., 5.bsk., Ankara-1985, s. 184-186; Çetin, Osman,
“Kur’an’da Vucuh ve Nezair”, Diyanet Dergisi, 1989, XXV/3, s. 97-106; Turgut, Ali, Tefsir Usulü ve
Kaynakları , .F.A.V.Yay., stanbul-1991, s. 201 vd.; Eroglu, Kur’an Tarihi ve Kur’an 3limleri Üzerine,
Ekev Yay., Erzurum-2002, s. 264-268; Gezgin, Ali Galip, Tefsirde Semantik Metod ve Kur’an’da
‘Kavm’ Kelimesinin Semantik Analizi , Ötüken Nesr., stanbul-2002, s. 145-146, 150-153, 164-167.
10 bn ‘Asur, I, 95-97; el-Huli, Emin, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, çev. Mevlüt Güngör, Kur’an
Kitaplıgı Yay., stanbul-1995, s. 84-90; Kur’an-ı Kerim Tefsiri 3stisari Toplantı Notları, s. 76-77, 96,
154-156.
Okt.Dr. Hasan YILMAZ _______________ ____________________________________ 234
Buraya kadar ifade etmeye çalıstıgımız söz konusu izafiligi önlemek veya en
az bir düzeye indirgemek için Kur’ân kavramlarının mana içeriklerinde fikir birligine
varmak ve ortak bir dil ile dini terminoloji gelistirmek düsüncemize göre bir
gerekliliktir 11. Aksi takdirde, kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak kavram kargasası ve
buna baglı olarak düsünce herc-ü merci, lafızların anlam açıklıgında fikir birligi
olusturuluncaya kadar devam edecektir.
Bunun için anahtar kelimeler ve odak kavramlara üzerinde fikir birligine
varılan anlamları yüklemenin bir zorunluluk oldugunu ifade etmek mümkündür. Nihai
tahlilde, bu kavramların mana içerikleri üzerindeki konsensüs için Kur’ân’ı
anlamlandırmak isteyen bilim adamları ve yorumcuları arasında temeli kavram
analizine dayalı çok güçlü bir diyaloga hala ihtiyaç bulunmaktadır 12.
III. Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların Önemi
Bilindigi üzere bir dil manzumesinin kavramları, dünya görüsü ve düsünce
sistemleri açısından çok önemli olup, cümlenin en küçük anlamlı iletisim unsurlarıdır.
Çünkü bunlar insanlar arasında genel olarak iletisimi simgeleyen bir dil dizgesinin
anlamlı en küçük yapı tasları olup, bütün bir dünya görüsünün en özlü bir sekilde
anlatım biçimidir.
Bu anahtar kelimeler ve odak kavramlar iç dünyaların dısa vuruldugu inanç,
duygu ve beklentilerin diger insanlarla paylasılmasında en önemli anlasma
vasıtalarıdır. Bundan dolayı ilgili semboller, insanoglunun bireysel ve sübjektif varlık
alanından objektif varlık alanına, yani iç dünyadan dıs dünyaya geçerek kendisini
diger insanlara ifade etmesini saglayan en temel iletisim araçlarıdır.
Kelimeler, öznel düsüncelerin sembollere dönüserek, nesnel dünyaya
yansıtıldıgı anlamlı göstergelerdir. Bu anlamda kelimelerin reel dıs dünyayı
algılamada belirleyici ve yardımcı en temel unsurlar oldugunu belirtmek mümkündür.
Anlama, anlatma ve anlasmanın odak noktasında kelimeler yer almaktadır.
Anlamın temelinde daha önce degindigimiz üzere lafızlar bulunmaktadır. Çünkü
lafızlar makalenin ilgili yerinde daha önce atıfta bulundugumuz üzere, çesitli
anlamların elde edilerek istinbat edildigi en temel cümle birimidir. Bir baska ifadeyle
11 Daha genis bilgi için bkz. Yılmaz, Hasan, Kur’an Kelime ve 3fadelerini Anlamada Kavram Tefsiri ve
Semantik Analiz Yöntemi , (Basılmamıs Doktora Tezi), A.Ü.S.B.E., Erzurum-2003, s. 109-126.
12 Kırca, “Kur’an’ı Anlamada Dil Problemi”, s. 38-42, 54-60.
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 235
kelimeler, aynı zamanda düsündüklerimizi, inandıklarımızı ve istediklerimizi diger
insanlarla paylasmanın en basta gelen esas ögeleridir 13.
Binaenaleyh kendi kavram dünyasını, kavramlarla düsünebilme yetenegini
insa edememis kültür ve medeniyetler kalıcı olamazlar. Bunun için öncelikle dil
manzumesinin kavram dünyasını ortaya çıkarma ve ortak terminoloji gelistirmenin bir
gereklilik oldugunu ifade etmek mümkündür.
Ancak en az insa edilip olusturulmaları kadar kelimelerin hakiki delalet
alanlarıyla dogru olarak kullanılmaları da çok önemli bir gerçektir. Asırlar öncesinde
insa edilmis kavramların mana açıklıklarının doldurulabilmeleri ise, insa edildikleri her
türlü siyakın çok iyi bilinmesine baglı 14 bir realite oldugunu burada vurgulamak
mümkündür.
Kur’ân metninin dogru bir biçimde anlasılabilmesi için Kur’ân dili Arapça’nın
tenzil-öncesi dönemdeki genel durumunu ve bir dil manzumesini bagımsız olarak
düsünemeyecegimiz sosyo-kültürel dinamik bünyeyi 15 çesitli yönleriyle analiz etme
geregi ısrarla tekrar edilmeye deger bir noktadır.
Kur’ân metni bazı kavramların tabii semantik degisim ve anlamsal evrimlerine
çok olumlu katkılarda bulunarak kelimelere yukarıda vurgulamaya çalıstıgımız üzere
yepyeni izafi anlamlar kazandırmaktadır 16.
Kur’ân kelimelerinin anlamlarını tespit ederken içerisinde yer aldıgı kavramsal
iliskiler 17 sistemini; yakın ve karsıt anlamlılarını; metin-içi ve metin-dısı çesitli anlam
karinelerini 18 çok iyi biçimde anlama zorunlulugu bulunmaktadır.
Kur’ân nüzul-dönemi öncesi Arab’ın hiç bilmedigi fikirleri anlatmak için
yepyeni kavramsal örgüler icat etmedi 19. Kanaatimize göre semantik gelisim süreci
kullanılan kavram agında degil, içerik ve mana alanlarında meydana gelmistir. Bir
13 Condon, John C., Kelimelerin Büyülü Dünyası-Anlambilim ve 3letisim, çev. Murat Çiftkaya, nsan
Yay., 2.bsk., stanbul-1998, s. 35, 129-130; Palmer, F.R., Semantik-Yeni Bir Anlambilim Projesi, çev.
Ramazan Ertürk, Kitabiyat, Ankara-2001, s. 31-43, 75 vd..
14 Özler, Mevlüt, 3slam Düsüncesinde Ehl-i Sünnet Ehl-i Bid’at Adlandırmaları, Ekev Yay., Erzurum-
2001, s. 7-8.
15 Ebu Zeyd, Mefhumu’n-Nass, s. 27 vd.; krs. a.mlf., 3lahi Hitabın Tabiatı, s. 19-20, 47 vd.
16 Bkz. Ullmann, Stephen, Semantics–an Introduction to the Science of Meaning, Basil Blackwell
Press., New York-1964, s. 54-55; Palmer, s. 15, 48; Guiraud, Piérré, Anlambilim, çev. Berke Vardar,
Multilingual Yay., 3.bsk., stanbul-1999, s. 42; Aksan, s. 55, 59-60; Vardar, Berke ve digerleri,
Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlügü , A.B.C.Kitabevi Yay., 2.bsk., stanbul-1998, s. 224.
17 Condon, s. 132-135; es-Sa’ran, Mahmud, ‘Ilmu’l-Luga, Mensuratu Haleb, Dımesk-1994, s. 263 vd..
18 Dil-dısı göstergeler ve dil-ötesi siyak (siyaku’l-hal, context of situation) hakkında genis bilgi için bkz.
es-Sa’ran, s. 310-313.
19 Özsoy, Sünnetullah, s. 26, 33-34.
Okt.Dr. Hasan YILMAZ _______________ ____________________________________ 236
diger deyisle kavramsal degisim, lafızların dall veya kullanılan ham madde
boyutunda degil, medlul veya delalet alanı yönünde gerçeklesmistir.
Bundan dolayı tarihin belirli bir kesitinde vahyedilen ‘apaçık ve anlasılır
Arapça Kur’ân vahyinin’ 20 sahih bir biçimde anlasılabilmesi için genelde tenzil-dönemi
öncesine özgü sosyo-kültürel dinamik bünyenin; özelde ise ‘Arapça Kur’ân’ 21
vahyinin nüzulüne her yönüyle tanıklık eden ilk muhatapların dünya görüslerinin;
toplumsal göreneklerinin 22 çok iyi bilinmesinin önemli bir husus oldugu da asikardır.
Arastırma konusuyla alakalı yararlı buldugumuz bir diger metodik 23 ilkeyi de
su sekilde belirtmek mümkündür: Kur’ân’ı anlamada Allah, insan, dünya, ölüm,
ahiret, iman, takva, rahman, rahmet, Rab, ibadet, dua, sünnetullah, kelimetullah, ed-
Din, slam, tevekkül, tefekkür, adalet, sulh, hilm, tevbe, tevhid, ihsan, ma’ruf, akıl,
kalb, zikir, sükür, hamd, el-Kitab, furkan, affetme, kavm, millet, emir, sura, sefaat,
hayr, mal, el-birr, hikmet, sıdk, gayb, ilim, hidayet, felah, cennet, salah, hüküm, ameli
salih, hak, sabır, gaflet, hasyet, cihad, azab, nur, zulmet, ahid, misak, fıtrat,
yaratma, denge, zaman, inkar, küfür, zulüm, günah, ser, heva, nefs, sirk, nifak,
cehennem, batıl, fısk, fitne, fesad, hüsran, fücur, fahsa, münker, dalalet, cehalet ve
benzeri kavramların çok önemli bir yeri oldugunu vurgulamak bir zorunluluktur.
Kur’ân tefsirinde bu odak kavram ve anahtar kelimelerin göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. lgili kavramların analiz ve yorumları yapılarak anlam
alanları sahih bir biçimde tespit edilmelidir.
IV. Ayetleri Anlamlandırmada Odak Kavramlar
Kur’ân kavramlarını, öncelikle yer aldıgı ilgili ayetler çerçevesinde bundan
sonra da Kur’ân vahyinin külli manzumesi ve tüm muhataplarına sunmak istedigi
20 Daha genis bilgi için bkz. el-Huli, s. 80-90; bn ‘Asur, I, 18-20; Cebeci, Lütfullah, “Kur’an’ın
Anlasılmasına Dogru”, Kur’an Sempozyumu , Zaman Gazetesi Yay., stanbul-1989, s. 143 vd.;
Simsek, M. Said, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası Yay., Konya-tsz., s. 28 vd.; Kırca,
3limler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelisler , s. VIII, 2, 290-295; a.mlf., “Kur’an’ı Anlamada Dil
Problemi”, s. 34-60; Albayrak, Tefsir Usulü, s. 143-147; Paçacı, “Kur’an’da Dil ve Varlık Alanları”, II.
Kur’an Sempozyumu , Bilgi Vakfı Yay., Ankara-1996, s. 123 vd.; Çelik, Ahmet, Kur’an Semantigi
Üzerine , Ekev Yay., Erzurum-2002, s. 3.
21 lgili ayetler için bkz. Nahl, 103; Yusuf, 1-2; brahim, 4; Zuhruf, 1-3; Su’ara, 195; Ra’d, 37; Zümer,
28; Fussilet, 3, 44; Sura, 7; Ahkaf, 12; Taha, 113; Sad, 29; Duhan, 58.
22 Watt, W. Montgomery, Modern Dünyada 3slam Vahyi, çev. Mehmet S. Aydın, Hülbe Yay., Ankara-
1982, s. 47.
23 Daha genis bilgi için bkz. Demir, Sehmus–Yılmaz, Hasan, “Kur’ani Konu, Kavram ve Sure Tefsirine
Metodik Bir Yaklasım”, Ekev Akademi Dergisi-Sosyal Bilimler, 2003/14, s. 113-124.
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 237
dünya görüsü içerisinde anlamlandırmanın bir gereklilik oldugunu belirtmek lazımdır.
Çünkü bazen cümlenin tamamlayıcı unsurlarından herhangi biri degerlendirmeye
alınmadıgı takdirde varılan veya varılacak sonuç, Kur’ân’ın o bölümde vermek
istedigi fikirlerden az çok farklı ya da karsıtı bir düsünce olabilir. Bu itibarla Kur’ân
kavramlarını anlamlandırırken, öncelikle ilgili siyak ve ayet bazında anlatılanları tespit
etmek bir zorunluluktur.
Bir ayet grubunun, delalet ettigi mana alanı ve ibare bütünlügünden
kavramların koparılarak tamamen farklı bir gayeye hizmet ettirilmesi isabetli bir
yaklasım tarzı olmayacaktır. Zira bu ve benzeri bütünlük ilkesinden kopuk olan
parçacı yaklasım biçimleri Kur’ân’ın ilgili ayet grubu çerçevesinde hiç kastetmedigi
çok farklı bir sonuca götürebilir.
Kur’ân kavramlarını anlama etkinliginde bu noktaya gereken önem verilerek
bütün-parça veya parça-bütün münasebeti kurulmalıdır. Bu husus günümüzde
gelistirilerek Kur’ân’a ve tefsir ilmine uygulanmaya çalısılan hermenötik/yorumbilimi 24
yönteminin agırlıkla üzerinde durdugu odak konuları arasında yerini almaktadır.
Nitekim kendi dogru, mezhebi gerçek ve ön-anlamalarını Kur’ân’a
onaylatmaya çalısanların kavramları çogunlukla ilgili ayet grubu çerçevesinden
kopararak yorumlamaya çalıstıkları bir vakıadır. Bu baglamda ‘su ayet veya ayetin su
bölümü bizim görüsümüzün dogrulugunu gösterir’; yahut ‘su kelimeden söyle bir
24 Bu kelime Antik dönemde bildirme, açıklama ve çeviri yapma sanatı olarak anlasılmıstır.
Binaenaleyh bu yeni yöntemi epistemolojik ve metodolojik açıdan incelemek gerekmektedir. Çünkü
hermeneutik yöntemi neticede bir yorumlama sanatı olup, bu yöntemin içerisinde Kur’an’a ve tefsir
ilmine uygulanabilecek çesitli yönler bulmak mümkündür. Bu baglamda ilgili yöntemden tefsir
arastırmalarında bir anlama ve yorumlama ugrasısı olarak mümkün oldugu oranda
yararlanılabilecegi kanaatini tasımaktayız. Fıkıh usulü ve tefsir usulü disiplinlerinin ulastıgı verilerden
istifade ederek, modern metotlara kavusmak mümkündür. nsanlıgın tarihsel yürüyüsü bir bakıma
hep bir anlama dogru kaymaktadır. nsan teki, “Rabbine dogru bir çırpınıs ile çırpınmaktadır ve
O’nunla mülaki olacaktır” (nsikak, 6). Kim bilir belki de o, Rabbine mülaki oldugu zaman insanın
anlam arayısı bitecektir. Zira, “sırların açıklanacagı gün,” (Tarık, 9) dür o gün. nsanın mutlak varlıga
ulastıgı, her seyin apaçık ve asikar oldugu o günde artık yorumun yorumlamaya medar bir nesnesi
kalmayacak, kim bilir belki de bütün mütesabihler, muhkem anlamlara dönüsecektir. Su halde yorum
“o güne” kadar; “yevm’ut-telak’a” (kavusma günü) (Gafir, 15) kadar; yani insanın, Tanrı’ya akacagı
güne kadar devam edecektir. Bu yöntemin, lahiyat alanında kullanımıyla alakalı daha genis bilgi için
bkz. Özcan, Zeki, Teolojik Hermenötik, Alfa Yay., stanbul-1998, s. 5-7, 10-12, 116-118; Göka, Erol-
Topçuoglu, Abdullah-Aktay, Yasin, Önce Söz Vardı: Yorumsamacılık Üzerine Bir Deneme, Vadi
Yay., Ankara-1996, s. 11-13, 25-28, 43; Göktürk, Aksit, Sözün Ötesi, nkılap Kitabevi Yay., 2.bsk.,
stanbul-1998, s. 104, 116, 189; Gadamer, Hans–George, “Hermeneutik”, Hermeneutik
(Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar içinde, derl.ve çev. Dogan Özlem, Ark Yay., Ankara-1995, s. 11-28;
Kılıç, “Nesnellikle Öznellik Arasında Yorum”, s. 103-114; Albayrak, Tefsir Usulü, s. 131-148; nam, s.
81-92; Demir, s. 117-149, 150-157; Erten, s. 68-80; Özsoy, “Kur’an Hitabının Tarihselligi ve Tarihsel
Hitabın Nesnel Anlamı Üzerine”, 3slami Arastırmalar, IX, 1996/1-4, s. 135-143; Gezgin, s. 92-101.
Okt.Dr. Hasan YILMAZ _______________ ____________________________________ 238
hüküm istinbat edebiliriz’ ve benzeri ifadeleri bütünlükten uzak parçacı yaklasım
biçiminin ürünü düsünceler olarak degerlendirilebilir.
slam düsünce geleneginde ihtilaf olgusunun en önemli amillerinden birinin,
önemine isaret etmeye çalıstıgımız genel ve özel sibak-siyak bütünlügünü 25 yorum
faaliyetinde nazarı dikkate alamama hatası oldugu apaçık bir biçimde ortadadır.
Degerlendirme ve Sonuç
Kur’ân-ı Kerim evrensel ve ilahi hitabını tüm muhataplarına kelimelerle
anlatmaktadır. Dolayısıyla Kur’ân’ın dünya ve insan hakkında görüsünü ortaya
çıkarması bakımından vazgeçilemez yapı tasları mesabesinde olan kelimelerine,
odak kavramlar 26 denilmektedir.
Modern psikolojide kelimelerin sahip olabilecegi çagrısım gücü ve psikolojik
etkiden söz edilmektedir. Kelimeler kupkuru topraklara düsen yagmur damlaları gibi
ruhları etkilemekte ve canlandırmaktadır. Bu anlamda dikkatle seçilmis kelimelerde
öylesine bir ima gücü vardır ki o kelimeleri algılamaya çalısmak bize ilgili esyanın
kendinden daha canlı ve güçlü fikirler ilham etmektedir, yani kavramlar çok karmasık
bir halde girift ve toplumsal-kültürel varlıklardır 27.
Daha önce belirtildigi üzere herhangi bir metni anlama ve anlamlandırma
etkinliginde kavramların bilinmesinin çok önemli bir ilkedir. Bu husus, dini nasslar için
diger beseri metin ve ürünlere göre daha büyük bir öncelik arz etmektedir.
Kelimelerin dıs dünyayı algılamada etkin dilsel araçlardır. Bir baska ifadeyle
kelimeler, hissettiklerimizi, inandıklarımızı baskalarıyla paylasma ve nesnel kılmanın
temel ögeleridir. Çünkü kavramlar insanoglunun en önemli iletisim vasıtalarıdır 28.
Kur’ân’ın dogru bir biçimde anlamlandırılmasının, bir bakıma kullandıgı odak
kavramlar ve anahtar kelimelerinin sahih olarak anlasılmasına baglı oldugu 29
evrensel gerçegini burada vurgulamak mümkündür.
25 Daha genis bilgi için bkz. Albayrak, Kur’an’ın Bütünlügü Üzerine, s. 44-52; Ünver, Mustafa, Kur’an’ı
Anlamada Siyakın Rolü-Bütünlük Üzerine , Sidre Yay., Ankara-1996, s. 73, 110-113, 128 vd.;
Soysaldı, H. Mehmet, Kur’an’ı Anlama Metodolojisi, Fecr Yay., Ankara-2001, s. 115-158; Rickman,
H.P., Anlama ve 3nsan Bilimleri, çev. Mehmet Dag, Etüt Yay., 2.bsk., Samsun-2000, s. 15-17, 18,
118.
26 Bkz. Izutsu, Kur’an’da Allah ve 3nsan, s. 32-46.
27 Çelik, Muhammed, Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, Sule Yay., stanbul-1998, s. 14-16.
28 Bkz. Condon, s. 35, 129; Palmer, s. 31-43, 75-110.
29 er-Ragıb el-Isfahani, Huseyn b. Muahmmed, Mufredatu Elfazi’l-Kur’an, nesr. Safvan Adnan Davudi,
Daru’l-Kalem, Dımesk-1992, s. 54-55; Bu hususla ilgili genis bilgi için bkz. Abduh, Muhammed–Rıza,
Kur’ân’ı Anlamada Odak Kavramların... _____ __________________________________ 239
Kur’ân’ın anlamlandırılması baglamında kelimelerin önemiyle ilgili er-Ragıb el-
Isfahani (502/1108)’nin su ifadeleri bize göre çok manidardır: “Kur’ân ilimlerinden
öncelikli olarak mesgul olunması ve incelenmesi gereken ilimler, lafzî ilimlerdir.
Lafızlarla alakalı ilimler den de ilgili lafızların kök mana ve etimolojilerini tahkik
etmektir. Kur’ân kelimelerinin kök manalarını bilmek bir bina insa etmek isteyen
kimse için en basta gelen araçlar olan tugla ve kerpiç mesabesindedir. Bu lafızlarla
ilgili ilim ve kök manaları bilmenin yararı sadece Kur’ân ilimlerine has degil, bütün
3slami ilimlere samildir” 30.
Kur’ân’ın anlamlandırılmasında Allah, insan, iman, takva, ibadet, dua,
sünnetullah, slam, adalet, ihsan, ma’ruf, akıl, kalb, el-birr, hikmet, ilim, cennet, amel-i
salih, cihad, azab, nur, zulmet, fıtrat, küfür, zulüm, günah, ser, sirk, nifak, cehennem,
fısk, dalalet ve benzeri kavramların çok önemli bir yeri oldugunu burada vurgulamak
bir gerekliliktir.
Binaenaleyh, Kur’ân’ın sahih bir biçimde yorumlanması, anahtar kelimeler ve
odak kavramlarının delalet ettigi mana içeriklerini yerli yerinde belirlemekle mümkün
olacaktır.
Eger bir cümlede yer alan kelimelerin hakiki delalet alanları dogru olarak
tayin edilemezse, o takdirde ait oldugu ilgili cümleler ve siyakın da sahih bir biçimde
anlasılamayacagı asikârdır.
Sonuç olarak, herhangi bir metnin de dogru bir biçimde anlasılamayacagını ve
yorumlanamayacagını burada ifade etmek mümkündür. Bu evrensel gerçegin, dildeki
sonsuz mu’cize ve ilahi kelam olan Kur’ân kavramları için de geçerli bir ilke oldugu
hususu açıktır.
Muhammed Resid, Tefsiru’l–Menar-Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Daru’l-Menar, 4.bsk., Mısır-1954, I, 7-
16, 17-31.
30 Bkz. er-Ragıb el-Isfahani, s. 54-55.
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
iKTIBAS DERGISINDEN
Kur'an Meallerinde Anlayış Faktörü II
Erhan Aktaş
Aynı konuda geçen ay yaptığımız konuşmada, Kur'an Meallerinde "insanın sahip olduğu anlayış"ın nasıl belirleyici bir rol oynadığını izah etmeye çalışmış ancak zamanımızın yetersizliği nedeniyle konumuzu örnekleme yapmadan anlatmıştık. Bugünkü konuşmamız, önceki konuşmanın devamı niteliğinde olup, "insanın sahip olduğu zihniyetin" meallere nasıl yansıdığını kimi ayetlerin örnekliğinde izah etmeye çalışacağız. Öncelikle şu husus çok iyi bilinmelidir: Kur'an'ın oluşturmadığı, yani Kur'an'a göre oluşmamış bir zihniyetin Kur'an'ı doğru anlaması, idrak etmesi, kavraması mümkün değildir. En büyük sorun, hatta bütün sorunların ana kaynağı Kur'anî bir zihniyete sahip olunmayıştır. İnancın ve düşüncenin merkezine Kur'an'ın dışında başka bir kaynağı referans alarak, "Kur'anî" bir zihniyete sahip olmak mümkün değildir. Günümüzdeki meal sahiplerinin büyük bir çoğunun inancında ve düşüncesinde Kur'an'ı merkeze almadıkları yaptıkları meallerden açıkça anlaşılmaktadır. "Kur'an'ın merkeze alınması"ndan kastımız, diğer bilgilerin gereksizliği anlamına alınmamalıdır. Burada öncelik söz konusu edilmektedir. Yani esas olan şey, Kur'an'ın her türlü referansın ve bilginin üzerinde ve önünde görülmesidir. Bilginin önem derecesi ve sırasına titizlikle uyulmasıdır. Ne yazık ki elimizdeki meallerin çoğunluğunda bu hususun yeterince dikkate alınmadığını görüyoruz. Beşeri bilgi ve ilim ilahi kelamın önüne geçmiş durumdadır. Özellikle hadis, kelam, tefsir, fıkıh, tasavvuf, siyer, mezhep gibi beşeri bilgi çevresinde oluşmuş anlayış "belirleyici" konuma yükselmiş Kur'an "tabii bağlamı"ndan koparılarak; "İlahi Kelam", beşeri "malumata" göre tanımlanır olmuştur. Kur'anî bir zihni yapıya sahip olunmadan, Kur'an'ı doğru anlamak ve isabetli bir çeviri yapmak mümkün değildir. Örneğin mevcut Kur'an meallerini yapanların anlayışlarına baktığımızda; onların, Kur'an'ın kesinlikle kabul etmediği bir çok konuda, batıl inanç sahibi olduklarını görmekteyiz. Başta "mezhep imamı" dediklerimiz olmak üzere, büyük İslam alimi olarak görülen kimselerin tamamına yakın bir kısmına göre; Kur'an'ın nasih ve mensuh ayetler içerdiği, ayetlerin zahir ve batın anlamları olduğu, hadislerin ayetleri açıkladığı ve hatta nesh ettiği, şefaatin, kabir azabının, miracın, Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkacağı haktır. Bunlara inanmayanlar dalalettedir. Şimdi! Bu zihniyete mensup bir kimsenin İlahi Kelam'ı doğru anlaması ve aktarması mümkün olabilir mi? İslam'ın ana kaynakları olarak sunulan kitaplara bakıldığında Kur'an'ın açıkça reddettiği, cahiliye olarak nitelediği birçok konunun, şirk unsuru içeren, bidat ve hurafenin o kitaplarda İslam adına kabul gördüğü, hatta İslam'ın temel esaslarıymış gibi algılandıklarını görmekteyiz. Kur'an'ın açıkça cahiliye olarak tanımladığı ve işaret ettiği birçok konuyu İslami olarak benimseyen bir zihniyetin, Kur'an'ı, Kur'an'ın istediği şekilde anlaması ve aktarması mümkün olabilir mi? O bakımdan sahih İslami anlayışla yapılmış Kur'an meallerine acil ihtiyaç vardır. Meallerde dikkate alınması gerektiği halde dikkate alınmayan unsurlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz: 1. Kur'an'ın Bütünlüğüne Uygunluk: Ayetlere anlam verilirken Kur'an'ın bir bütün olarak ortaya koyduğu anlama uygun olup olmadığına yeterince özen gösterilmemesi. 2. Kavramsal Anlam: Kavramlar, özgün anlamlarıyla kavranmadıkça, algılanmadıkça; Kur'an'ın mesajını doğru anlamak mümkün değildir. Örneğin Tevhid, zikir, ilah, veli, infak, ihsan, rabb, gayb, abd, yaratma, şirk, küfür, iman, sabır, dua, tövbe… ve daha yüzlercesi. Bunların anlamları doğru bilinmedikçe Kur'an'ı doğru anlamak, İslam'ı cahili düşüncelerden arındırmak, Kur'anî bir zihniyete sahip olmak mümkün değildir. 3. Kök Anlam: Eğer kelime sözcük anlamı ile kullanılmışsa onun kök anlamı esas alınmalıdır. Eğer kelime kök anlamı ile değil de yan anlamı ile kullanılmışsa, yan anlamın kök anlama uygun olmasına dikkat edilmelidir. 4. Kelimelerin "Sözcük" Anlamıyla mı "Deyim" Anlamıyla mı Kullanıldığı: İki kelime yan yana gelerek yalın anlamlarından farklı olarak yeni bir anlam kazanabilirler. O nedenle kelimelerin "deyim" anlamlarıyla mı, "sözcük" anlamlarıyla mı kullanıldıkları çok önem arz etmektedir. Kur'an'da deyim anlamıyla kullanılan kelimeler büyük bir yekun teşkil etmektedir. Ancak bu durum meallerde büyük oranda gözden kaçmış bulunmaktadır. Örneğin: Meallerde Tebbet suresi 4.cü ayet: "Odun taşıyıcısı olan karısı da" diye çevrilmiştir. Ayet kelime anlamıyla böyledir. Ancak "hamele'l-hatab" deyim olarak laf getiren götüren kişi anlamına gelmektedir. Doğru anlam: "laf getirip götüren karısı da" olmalıdır. Zira Ebu Leheb'in karısı odun taşıyıcısı değildi. Keza İnşirah Suresi 1. ayet: "Senin göğsünü açmadık mı?" diye anlamlandırılmıştır. Ayet, kelime olarak bu anlama gelmektedir. Ancak göğsün açılması kelime olarak değil, "sana sıkıntı veren şeyi giderip, seni rahatlatmadık mı" olarak deyimsel anlamıyla kullanılmıştır. Zira, göğsün fiilen açılması diye bir şey söz konusu değildir. 5. Kelimelerin Siyak ve Sibakı: Ayetlerin siyak ve sibakları olduğu gibi kelimelerin de siyak ve sibakları vardır. Kelimelerin hangi anlamda kullanıldıkları cümle içinde kendilerinden önceki ve sonraki kelimelerle birlikte ele alınarak anlaşılabilir. 6. Kelimelerin Birincil Anlamlarıyla mı, İkincil Anlamlarıyla mı?… Hangi Anlamda Kullanıldığı: Bazı kelimelerin birden çok anlamı vardır. Öyle ki onlarca anlamı olan kelimeler vardır. Ancak meallerde genellikle kelimelerin birincil anlamı tercih edildiğinden, kimi ayetlerde ciddi anlam kaymaları ve yanlışlar yapılmıştır. Örneğin, "Enezele/İnzal" kelimeleri birincil anlamı olan "yukarıdan aşağı indirme" formatında kullandığından A'raf-26 da "elbisenin inzal edilmesi, Zümer 6'da "hayvanların inzal edilmesi, Hadid 25'te "demirin indirilmesi" olarak meallerde yar almaktadır. Oysa bu kelimenin "bağışlama/verme/lütfetme/ihsan etme" gibi anlamları da bulunmaktadır. Şayet bağışlama anlamı tercih edilseydi o zaman elbise, hayvan ve demir için indirildi demek yerine bağışladı denilirdi ki bu daha uygun olurdu. 7. Kelimenin; Söz, Anlam ve Amaç Üçlemesine Uygun Anlamını Dikkate Almak: Kelimelere anlam verilirken sadece "ne dediğine" bakılmıştır. Oysa ki "ne dediği" kadar "ne denmek istendiği" ve "amacın ne olduğu" da önemlidir. 8. Beşeri Rivayetleri Referans Almak: Ayetin orijinalinde olmadığı halde hadis, siyer, fıkıh, tefsir, kelam ve tasavvuf gibi beşeri bilgilere uygunluğu sağlamak için ayetlere ayetin orijinalinde olmadığı halde varmışçasına ilaveler yapılması veya bazı kelimelerin yok sayılması. Örneğin, Nisa/15. "Kadınlarınızdan fahişelik yapanlara gelince; onların fahişelik yaptıklarına dair aranızdan dört kişinin tanıklık yapması halinde onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerinde gözetim altında tutun." Bu ayetin orijinalinde "zina yapma" kelimeleri olmadığı halde, mevcut içtihatlara ve rivayetlere uydurma adına meallerde "zina yapanların, zina yaptıklarına dair" diye çevrilmekte ve zinanın sabit olması için dört şahit gerekir denmektedir. O zaman dört değil de üç olsa olmaz mı diye insanın sorası geliyor. Dört şahit olmadığı halde zina yapılırsa zina sayılmayacak mı? Oysa ayette açıkça söylenen şudur: Eğer bulunduğunuz yerde fahişelik yaptıkları söz konusu edilen birileri varsa onların fahişelik yaptıklarına dair en az dört kişinin tanıklık etmesi gerekir. Eğer dört kişi falanca kimse fahişelik yapıyor diye tanıklık ederse bu durumda fahişelik yapan kimse toplumdan soyutlanarak evine hapsedilecek; kendisini düzeltinceye kadar, düzeltmediği takdirde Allah canını alıncaya kadar göz hapsinde tutulacaktır. 9. Muhatap, Konu, Yer, Zaman: Kur'an belli bir topluma, belli bir tarihte, belli bir mekana, belli bir toplumsal yapıya gönderilmiştir. Kur'an'ın bu "doğal bağlamı" yeterince dikkate alınmadığından yanlış anlamlandırmalar yapılmıştır. 10. Orijinale Bağlı Kalmada Yeterince Özen Gösterilmemesi: Sanki söz konusu olan Allah'ın kelamı değilmişçesine rahat davranılmaktadır. Konuşma dilini yazı diline aktarırken, konunun anlaşılmasını sağlamak adına birçok ilavenin yapılması. Ve o ilavelerin de sanki orijinalinde varmışçasına çok rahat yapılması. Bu rahatlık insanı hayretlere düşürecek, deyim yerinde ise tüylerini diken diken edecek kadar hemen hemen her mealde var. Özellikle son dönem meallerde, Kur'an'ı, Allah'ın kelamı olmaktan çıkaracak kadar rahat davranılmış. Bence meallerdeki en önemli sorun budur. Bu durum sanki bu mealleri yapanların samimiyetsizliklerini yansıtmaktadır. Allah'ın kelamına karşı bu kadar lakayt olunması çok düşündürücüdür. 11. İlk Çalışmaların Tekrarı Sorunu: Geçmişte yapılmış çalışmalar, o çalışmaları yapanların çok büyük alim oldukları varsayıldığından; o büyük alimlere ters düşmenin doğru olmayacağı düşüncesiyle daha sonra yapılan çalışmalar adeta onların birer kopyası gibidir. Yani dünü bugüne getirmek yerine bugünü düne götürmek gibi bir şey yapılmaktadır. Diğer örnek ayetler: Bakara - 30 : Ayette, "cailun" kelimesinin" yapma, tayin etme, görevlendirme" olarak anlaşılması gerekirken, "yaratma" olarak anlamlandırıldığından, ayete "Ben yer yüzünde bir halife tayin edeceğim" yerine "Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım" diye anlam verilmiştir. Oysa ki burada yaratma söz konusu değildir. Zaten Kur'an yaratma için "haleke" kelimesini kullanmaktadır. Bakara - 34: Ayette, meleklerden ademe secde etmeleri isteniyor. Oysa ki secdenin diğer bir anlamı olan "kabullenme" tercih edilseydi, o zaman meleklerden "ademin halifeliğini kabul etmeleri" istendiği görülecekti ki ayetin tamamı ve anlattığı konu dikkate alındığında böyle olduğu açıkça anlaşılmaktadır. O zaman ayetin anlamı şöyle olmaktadır: "Sonra meleklere: "Âdem'in halifeliğini kabullenin" dedik. İblis'in dışında bütün melekler Adem'in halifeliğini kabullendiler. İblis yüz çevirip büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu." Zaten Kur'an'a göre Allah kulluk ve tapınma anlamındaki secde etmeyi, kendisinden başka hiç kimse için müsaade etmemektedir. Bakara - 62: Şüphesiz Müminlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden (*) Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman edip, salih amel işleyenlerin ödüllerini Rableri verecek. Ve onlar için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." -(*) Yani bu inançlarının hak din olarak geçerli oldukları dönemde.- Bu ayet, gerek sözlü ifade şekliyle ve gerek Kur'an'a uygunluğu esas alınması durumunda Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve Sâbiîliğin hak din olduğu zamanlarda iman edip Salih amel işleyen Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden söz ettiği anlaşılmaktadır. Yoksa bugünkülerden değil. Bakara - 178: "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür. Ancak öldüren, öldürülenin kardeşi(yakını, velisi) tarafından bağışlanırsa, örfe uygun şekilde diyeti güzellikle ödemelidir. Bu Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. Bundan sonra kim haddi aşarsa onun için can yakıcı bir azap vardır." Ayette "Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür" denemektedir. "Söylenen" lafzen böyle ise de "söylenmek istenen" şudur: "Hürse hür, kadınsa kadın, köleyse köle, her kim öldürdüyse o öldürülecek. Yani öldüren ister hür, ister kadın, ister köle olsun; her kim öldürdüyse o öldürülür. Yoksa, lafız olarak anlam verildiğinde o zaman karşımıza; ya hür, hürü değil de köleyi ölürdüyse veya kadın kadını değil de hürü öldürdüyse o zaman ne olacak sorusu çıkar. Ki bu soruya cevap verilmesi pek mümkün görünmemektedir. Maide -13: (*) Anlaşmalarını bozmaları nedeniyle onlara lânet ettik ve kalplerini katılaştırdık. Kelimeleri bağlamından kopararak çarpıtıyorlar, hatırlatıldıkları şeyden nasiplenmeyi unuturlar, içlerinden çok azı hariç daima onların hainlik ettiklerini görürsün yine de onları afet ve onlardan yüz çevir. Kuşkusuz Allah iyi davrananları sever. -(*)Celaleyin bu ayetin nesh edildiğini söylüyor.- Maide - 63: "Rabbanilerin ve ahbarların günah söz söylemeden ve haram yemeden nehyetmeleri gerekmez miydi? Yaltaklanmaları ne kötüdür." Meallerin tamamında bu ayetteki "yaltaklanmaları" kelimesine, "yaptıkları" diye anlam verilmiştir. Bu anlam kelimenin orijinalinin "yesneun" olmasına dayanmaktadır. "Sanea" kelime olarak sanat yapma anlamına gelmektedir. Oysa ki bu ayette bu kelime deyimsel anlamı olan "yaltaklanma" anlamında kullanılmıştır. Yani kendilerini Allah'a bağlamışların ve bilginlerin insanları günah söz söylemekten ve haram yemekten engellemeleri gerekirken, insanların levminden çekinerek veya kimi çıkarları adına susarak olup bitene seyirci kalmaları kınanmaktadır. Maide -71: "Hiç bir fitne olmayacak sandılar. Oysa kör ve sağır oldular. Sonra Allah onların üzerine tövbe etti. Sonra onlardan birçoğu kör oldular ve sağır oldular. Allah ne yaptıklarını gerçeğiyle görmektedir." Ayette "Allah tevbe etti" denmiş olmasına rağmen, sanki Allah'ın yanlışını düzeltircesine meallerde "Allah onların tövbesini kabul etti" denmektedir. Maide - 90: "Kuşkusuz sarhoşluk veren şeyler, kumar, putlar ve şans oyunları şeytan işinden bir pisliktir. Ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." "Hamr" kelimesine mealler ya içki ya da şarap olarak anlam vermişler. Oysa, doğru olan şarap ta değil içki de. Doğrusu şarabı da içkiyi de kapsayan "sarhoşluk veren şeyler"dir. Zira, hamr "örten" demektir. Aklı örten, aklın düzgün çalışmasını engelleyen, aklı perdeleyen anlamında kullanılmıştır. Sadece "şarap" olarak anlamlandırılırsa o zaman diğer alkollü içkiler; veya "içki" olarak alınırsa diğer uyuşturucular ne olacak. Aklı örten ne varsa hepsi bu kelimenin kapsamına girmektedir. Bir de "fal okları" diye çevrilen "ezlam" kelimesi ile kastedilen şey "şans oyunları"dır. Bunun illa fal okları diye sınırlandırılması doğru olmaz. Milli Piyango, Toto v.b. de dahil şans oyunlarının tamamı "ezlam"dır.
|
|
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
_kuran çevirilerinde karşılaşılan müşkillerden hareketle bu bölümde bazı sorunları dile getirmeye çalıştık ve bazı çözüm önerilerinde bulunduk. bunu yapmaktaki amacımız kuran çevirilerinde (aktüalitesi nedeniyle bilhassa türkçe çevirilerde) ‘yöntem’ sorununu gündeme getirmek ve tartışılmasını sağlamaktır. bu bakımdan işaret edilen sorunlar, bu sorunları aşmaya yönelik çözümlerden daha ehemmiyetli addedilmeli, doğru sualler sorulmadığı sürece, doğru cevapların bulunamayacağını hatırda tutulmalıdır.
_bu bölümdeki açıklamalara istinaden türkçe çevirilere ilişkin tesbitlerimizi şu şekilde sıralayabiliriz.
_1. tercümeler sırasında kuran’ı kerimin bir ‘sözlü metin’ olduğu dikkate alınmamakta, bu nedenle kuran’ın kendisine özgü dili çevrilmeden kalmaktadır.
_2. kuran’ı kerimin bir ‘sözlü metin’ olması dolayısıyla metninin düzeni, pasajlarının kurgusu ve ifade özellikleri yazılı metin kompozisyonundan farklıdır. tercümelerde bu farklılık tamamiyle ihmal edilmiş, metnin düzeni hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
_3. kuran’ı kerim’in ‘yazılı’ halini ifade eden terim mushaf’tır ve mushafın bugünkü halini alması; yani metne ayet duraklarının konulması, numaralanması, kelimelerin noktalanması, harekelenmesi, hiziblerin, aşırların, secavend işaretlerinin yerleştirilmesi gibi düzenlemelerin yapılması zaman içerisinde olmuştur. çevirilerde, bu düzenlemelere nerelerde ve nasıl riayet edilmesi gerektiği üzerinde düşünülmemiş, bunlar olduğu gibi çeviri metne yansıtılmıştır. kıraat farklılıklarına gelince çoğu çevirinin hiçbir zaman böyle bir meselesi olmamıştır.
_4. türkiyede estetik değerinin yanısıra, hafızların ezberlemelerini kolaylaştırmak maksadıyla hattatların mushafları berkenar olarak yazmaları güzel bir adettir. ancak bu adetin, çeviri metni olumsuz yönde etkileyebileceği dikkate alınmamış ve bu ihmal nedeniyle, meallerde anlam sorunları ortaya çıkmıştır.
_5. cümlelerin ayet duraklarıyla bölünmesinin arap dili açısından bir manası ve işlevi vardır. ancak bu işlev, çeviri metinde geçersiz olmakla birlikte, sakıncalar da doğurmaktadır. bu yüzyılda ayet duraklarının numaralanması, bazı açılardan faydalı olmakla birlikte, bazı anlam bozukluklarına yol açabilmektedir. çevirilerde bu hususlar gözardı edilmiş ve herhangi bir tedbir almak nedense akla gelmemiştir.
_6. arapça ile türkçe farklı dil ailelerine mensup olduklarından aralarında ciddi yapısal farklılıklar mevcuttur. her iki dilin, içinden çıktıkları toplumsal yapı ve çevre de birbirinden çok ayrıdır. çevirilerde -bu farklılıklar göz ardı edildiğinden dolayı- ne arapçaya ne de türkçeye benzemeyen* garip bir gramer yapısı ortaya çıkmıştır.
_7. her dil belli bir muhitin hatta belli bir dünyagörüşünün izlerini taşır ve çeviriyi güçleştiren hususlardan biri de bu izleri her zaman aktarmanın mümkün olmayışıdır. çevirilerde ifadelerin ‘yanlanlamları’nın zayiine yol açan bu durum önemsenmemiş ve yaygınlaşan standart form nedeniyle miktarı artan bu kayıpların, çeşitli tedbirlerle (msl. ‘dipnotlar’ yoluyla) önünde geçilmesi pek düşünülmemiştir.
_bilgi vakfınca düzenlenen 2. kuran sempozyumunun kitaplaşmış halinden alıntıdır. bu alıntı dücane cündioğlu’nun “mealler” oturumunda, “matbu türkçe kuran çevirileri ve kuran çevirilerinde yöntem sorunu” başlığı altında sunduğu tebliğten bir bölümdür.
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
_8. kuran’ı kerim’in üslubunun zaman zaman nesre, zaman zaman nazma yakınlaşması sebebiyle, çevirilerde bu inceliğin dikkate alınması gerekli olmaktadır. Yananlamların, nazma yakın bir üslubun kulanıldığı yerlerde yoğunlaşması doğaldır. amaç dilde seçilecek kelimelerin ve yapı biçimlerinin, kaynak dildeki değişkenlere göre ayarlanması, sadece estetik bir kaygunun değil anlama sadakatın da bir gereğidir. ancak çevirilerde, bu denge gözetilmeyerek standart bir dil kullanılmış, mananın üsluba bağlı bir keyfiyet olduğu adeta unutulmuştuır.
_9. arapça ile türkçe arasında aykırılıklar olduğu kadar yakınlıklar da vardır ve bu durumun, çeviriye bir kolaylık sağlayacağı muhakkaktır. ancak bu müşterek kelimelerin arapçanın kuran sonrası asırlarda kazanmış olduğu manaları da içerdikleri düşünülecek olursa, kelime seçimlerinin titiz bir şekilde yapılması ve farklı manaların akla gelebileceği durumlarda, -kuran’da kullanılıyor olsa bile- bu kelimelerden vazgeçilmesi, çevirilerin sıhhati gereğidir. ancak mevcut çevirilerde bu hususa riayet edilmemiş, kelimelerin kullanımı gelişi güzel yapılmıştır.
_10. hiçbir dil, diğerinden daha üstün değildir; sadece daha farklıdır. bu bakımdan bir dilden bir dile yapılacak çevirilerde karşılaşılacak güçlükler, dillerin birbirinden üstün olmasından değil, farklı olmasından kayaklanmaktadır. türkçe çevirilerde görülen başarısızlık, türkçenin yetersizliğiyle izah edilmek isteniyorsa da bu makul ve makbul bir bahane değildir. sorun mütercimlerin sadece arapçaya değil aynı zamanda türkçeye hakim olmamalarından kaynaklanmaktadır.
_bütün bunlardan sonra, türkçe kuran çevirilerin en ciddi zaafının, tek kelimeyle yöntemsizlik olduğunu söyleyebiliriz. çünkü her çevirinin bir yoruma, her yorumun ise bir yönteme dayanmak zorunda olduğunun farkına varılmamıştır.
_sonuç
_kuran’ı kerimin türkçe çevirilerinde yöntem sorununu tartışabilmek için türkçedeki çeviri birikimini ele alıp, bu birikimin ortaya çıktığı koşulları saptayama çalıştık ve mevcut çevirilerin zaaflarının bu koşullardan kaynaklandığı göstermeyi hedefledik. ardından da, daha başarılı bir çevirinin ortaya çıkabilmesinin, evvelemirde, sağlıklı bir yöntemin tesbit edilebilmesine bağlı olduğunu ve ‘yöntemsizlik’ devam ettiği sürece, çeviri teşebbüslerinden başarılı olmalarının beklenemeyeceğini anlatmaya çalıştık.
_merhum mevdudi, tefhimul-kuran’ın önsözünde, muhtevazı ya da biçimi itibariyle daha önce yapılan mealleri aşmak gibi bir maksada sahip olunmadıkça sırf Allah rızası için meal hazırlanmayacağını, Allah’ın rızasını başka yolarda da kazanılabileceğini söyler. acaba bugünkü türkçe meallerin Allah rızasını kazanmak(!) dışında, önceki çalışmaları aşmak gibi bir maksatları var mı? başka bir deyişle, bugün elde dolaşan türkçe mealler daha önceki çalışmalara nazaran bir faikiyet, bir üstünlük taşıyorlar mı? bir bu suallere olumlu bir cevap veremiyoruz.
_bilgi vakfınca düzenlenen 2. kuran sempozyumunun kitaplaşmış halinden alıntıdır. bu alıntı dücane cündioğlu’nun “mealler” oturumunda, “matbu türkçe kuran çevirileri ve kuran çevirilerinde yöntem sorunu” başlığı altında sunduğu tebliğten bir bölümdür. bu kitabı bize hediye eden, bilgi vakfı yöneticilerine teşekkür etmeyi bir borç bilirim. alıntıladığımız bölümde geçen ifadeler elbette ki tartışmaya açıktır. günümüzde meallerle ilgili ciddi bir sıkıntı olduğunun müslümanlarca kavranılması ve bu yönde çalışmalar yapılması önem taşımaktadır. işin üzücü yanı, tebliğin yapıldığı 1995 senesinden şu ana kadar bu açığın önemli ölçüde kapatıldığını hala söylüyor olamamamız. bu tebliğ, şu anda yapılsa yine yüksek bir haklılık payına sahip olacaktır. şu ana kadar okumaya çalıştığımız meallerden; muhammed esed, elmalılı hamdi yazır, yaşar nuri öztürk, ahmet varol, sadi ırmak, ali bulaç meallerini(devam ettiğimiz “diyanet vakfı meali” ve “fizilalil kuran tefsiri”ni de bu listeye katabiliriz) birbirleriyle karşılaştırdığımızda bazı “önemli” sorunlar çıktığını belirtmek durumundayız. inşallah yapılmakta olan/yapılacak çalışmalarla Kuran ile aramızdaki engelleri yıkmak, gerçeğe daha da yaklaşmak bizlere nasip olur. arapça bilmeyen bir müslüman olarak, Kuran’ın iletisine ulaşabilmemiz için mealleri oldukça önemsiyoruz. ayrıca bir diğer konu da, islam hakkında yazılan –lehte ya da aleyhte- kitaplarda verilen bazı ayet meallerinin yetersiz ve yanlış olması islam hakkında insanların tasavvurlarını(zihinde kurma) arzu etmeyeceğimiz bir şekilde etkilemektedir. müslümanlara düşen en önemli görevlerden biri de “islam”ın doğru anlaşılmasına engel olan herşeyle mücadele etmektir. durumun bu şekilde olması bizi umutsuzluğa itmemeli, aksine yapılması gereken; geçmişten ders alıp, şu anki sorunların kökenine inip, mevcut durumda en büyük etkenlerden birinin islam’ın anlaşılmaması olduğunun farkına varıp, islam’ın bugünü ve dolayısıyla geleceği için samimi bir gayretle çalışıp, yüce Allah’tan yardım istemektir.
|
Yukarı dön |
|
|
osman1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 19 kasim 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 178
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kur'an kelimelerinin anlamları sözlüklere bakılarak anlaşılamaz....
Anlaşılamaz derken güvenilmezlerdir....İsabet de var isabetsizlik de...
Kalın kalın sözlüklere bakın farklı kelimelere aynı manaların verildiğini göreceksiniz...
Bence yöntem şu olmalıdır ve en sağlıklı yolun bu olduğu kanaatindeyim:
1-Kelime tüm Kur'anda nerelerde geçmektedir bu tespit edilmeli..
2- Bu kelimeye sözlük anlamları veya düşündüğünüz anlam verilebilir ve verildiğinde anlam bozuklukları varmı?
3- Bir ayette anlam doğru ama öbürüne oymuyor...
misal: salat namazdır deniliyor onu diğer ayetlerde denediğinizde anlam kayması oluyor..öyleise bu mana denklemlerde yalancı kökler olur ya ..tıpkı onun gibi buda yalancı kök mesabesindedir ve manası bu değildir...
5- tüm ayetlere uygun olan anlam o kelimenin GERÇEK manasıdır
(Bu taramaları yaparken arapça mu'cemden istifade etmenizi tavsiye ederim...)
Aksi takdirde Kuran kelimelerine anlam verirken Araplar böyle kullanır sözlüklerde mana budur gibi yaklaşımlardoğru sonuç vermeyecektir...
Bu takdirde kıste adl, adle de kıst, fahşaya zina, zinaya fahşa,necme yıldız ,kevkebede yıldız....vs diyerek anlam kaymalarına sebebiyet veriririz...
selamlar
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Muhliskul kardeşim;
Yazdıklarını inceleyeceğim. Başlık dağılmasın. Bu başlık altında, Kuran'ın korunmuşluğundan ne anladığınızı Kuran'daki ilgili ayetleri de irdeleyerek anlatmanızı rica edeceğim.
Mesela, Surelerin tertibi / sıralaması, ayetlerin tertibi kimler tarafından gerçekleştirilmiştir ?
Resul'ün sağlığında Kuran, derli toplu bir vaziyette ve yazılı olarak var mı idi ?
Harekelendirme anlamda ne gibi değişiklikler meydana getirir ?
Ayetler arası işaretlerin konması demek, bunun beşer eliyle yapıldığı anlamına gelebilir mi ? Yani, surelerdeki ayet sayılarının belirlenmesi daha sonraki bir zamanın ürünü müdür ?
Kıraat farklılıklarının boyutu nedir ? Kuran'da kıraat farklılığı olan kelime sayısı nedir ? Bu farklı kıraatler anlamda değişiklik oluşturur mu?
Kıraat farklılıkları ilk ne zaman ortaya çıkmıştır ?
Sizin alıntıladığınız yazıları bir inceleyeyim, bir kaç söz de ben edeceğim inşaallah.
Bu başlık altında bütün bu hususları bir irdeleyelim.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayin Ali Aksoy teklifiniz icin tesekkurler. Elimde bu konuya dair bir cok malzeme mevcut. Bunlarin bilgisayar formuna sokulmasi belli bir zaman alacak. Insallah bu imkani en kisa zamanda bulurum. Simdilik tam detayli olmasada ana hatlari ile konunun degerlendirmesini yapabiliriz. Bu konuyu islerken kullanacagimiz ifadeler; ben inaniyorumdan oteye gecip ilmi delillere dayandirilmali. Butun insanliga malolmus ilmi bakisacisina gore degerlendirilmeli. Iman konusundan ayri tutulmalidir.
Ben Kuran'in Allh'in indirmesi olduguna tum kalbimle ve beynimle ikna olmus bir kimseyim. Elimizdeki nushalarin Muhammed'in insanlara ilettigi Kuran olduguna inaniyorum. Diger mudahale olarak bilinen hususlarin Kuran mesajini etkiledigine inanmiyorum. Elimizdeki nushanin otantik anlami aktaran versiyon olduguna kesin guven duyarak bu konuyu hic korkmadan inceleyebiliriz. Yalniz burda bizim normlarimiz cok onemlidir. Kuran'in orjinalinde noktalarin ve harekelerin-sessiz harflerin seslendirilmesinin olmayisi ve sonrakilerin bunu ilave etmesini tahrif olarak goruyorsak o zaman sorunlarla karsilasiriz. Bilindigi gibi Kuran vahyolundugu donemde Arapca daha cok konusma dili idi. Konusma esnasinda sessiz harfler otamatikmen seslendiriliyordu. Bunlar yaziya aktarildiginda ise o dile asina kimseler cok sikinti cekmeden bunlari seslendirebiliyorlardi. Hic sorun cikmadigini soylemek gercekci olmaz. Cunku o gunku ortamda ve ozellikle arap yarimadasinda yazma ve okumanin yaygin olmadigida bilinmektedir. Arap dilini kurallarina uygun konusmak Mekke ve civar halkinin gururla ifade ettikleri bir husustu, zaten bu kelimeyide acemin-anlasilmaz ve karmasik olanin ziddi anlaminda arabi- apacik anlasilan anlaminda kullanmislardir. Bu kimselerin okuma yazma bilenleri dile hakimiyetlerinden oturu yazimdaki sorunlardan fazla gucluk cekmiyordular. Ama o gunku araplarin acem olarak degerlendirdigi kesimin, ki bunlara araplarin buyuk bir kismida dahil , bu konuda ayni durumda olmadigi gorulmektedir.
Bu konuyu detayli bir sekilde islemek icin,yeni bir baslik acip hepimizin kollari sivamasi guzel olur. Yalniz tek istirhamim yazilanlari okuyup anlama zahmetine bile katlanmayan arkadaslarin bizi rahat birakmalari.
Allah'a emanet.
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
15/Hicr/ 9 Hiç kuşkusuz, o Zikir'i/Kuran’ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz.
17/İsra/85-88 Sana ruhtan (vahiyden) sorarlar. De ki: "Vahiy Rabbimden gelir. Size verilen bilgi ise pek azdır." Dilesek sana vahyettiğimizi geri alırız ve bize karşı her hangi bir koruyucu da bulamazsın. Ancak Rabbinin rahmeti var... O'nun sana olan nimeti büyüktür. De ki: "Tüm insanlar ve cinler bu Kuran'ın bir benzerini oluşturmak amacıyla toplansalar ve bu konuda birbirlerine destek olsalar bile onun bir benzerini oluşturamazlar."
Kuran’ın korunarak gelmesi, ümmet üzerinden olmuştur. Bu ümmetin en iyi yaptığı iş desek yeridir. Öyle bir gelenek süre gelmiştir ki günümüzde de buna şahit olmaktayız, ezberleyen hafızlarımız teşvik edilmiş, etkisi günümüze kadar süregelmiştir. Ben bunun vahyin ilk indiği dönemlerde Resulullah’ın gösterdiği önemden kaynaklandığını düşünüyorum. Gösterdiği bu önem ve titizlik ümmete yansımış, uygulana gelmiştir. Bunu Kuran’a verdiği değerden anlayabiliriz.
25/Furkan/32 İnkar edenler dediler ki: "Kur'an ona toptan, bir kerede indirilseydi ya!" Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça/ayet ayet okuduk. 20/Taha/113 Biz sana onu böyle Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar. Yahut (Kur'an,) onlara bir hatırlama yaptırsın. 20/Taha/114 Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kuran'ı acele okumağa kalkma; "Rabbim, ilmimi artır!" de.
Hz peygamber gelen vahyin önemini çok iyi kavramış ve insanüstü bir gayrete kalkışmıştı. Yukarıdaki ayette de bunu bariz bir şekilde görmekteyiz. Ahiretde de Kuran’a verdiği değeri, Kuran’a bigâne kalanları şikayet ederken anlıyoruz.
25/Furkan/30 Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kuran’ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."
Kur’an indirilmeye başladığından bu güne kadar, büyük bir titizlikle ve dikkatle hep kayıt altına alınmıştır. Vahyin ilk indirilmeye başladığından, vahyin kesilmesine kadarki zaman dilimi (20 yılı aşkın bir zaman) boyunca, sahabelerin büyük bir bölümünün oluşturduğu, vahiy kâtipleri yazmış ve ezberlemişlerdir.
Resulullah (a.s) surelerin sıralamasını, ayetlerin yerlerini, tertip etmiş ve son inen ayete kadar 5/Maide 3…Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslamiyet'i seçtim.
Mushaf halinde ümmete teslim etmiştir. Zaten kendiside sahabelerine dönüp, veda hutbesinde “tebliğ ettimmi?” sahabeler hep bir ağızdan “ettin ya Resulullah” diyince, “resulde şahit ol yârab” diyerek artık görevinin bittiğinin farkına varmıştı. Kuran’ın toplanmasıyla ilgili Fereç HÜDÜR ün çalışmasından bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum.
Fereç HÜDÜR KURAN’IN PEYGAMBERDEN SONRA TOPLANMIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETMELERİ:
15- ............ Zeyd İbn Sabit el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kuran’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti, Ebû Huzeyme el-Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım. Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu sahibeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı ..........................(Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 9 s. 4423-4424 Ötüken 1987)
16-............ Ebû İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ ( R )’ dan işittim, şöyle diyordu: “ Mü’minlerden oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz... “ Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47 cilt 6, s.2674. Ötüken 1987 )
HADİSİN TENKİDİ: Kuran’ın, Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olmadığı, sonradan rast gele bir araştırmayla, hurma dallarından, deri parçalarından, taş levhalardan, kürek kemiklerinden, hafızların ezberlerinden toplanmış bir kitap olduğu hususunda müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Öyle ki, Kur’an bu dedikleri şeylere yazılı bir Kitab olmuş olsaydı, bir ambarı doldurması gerekirdi, bu iddiaları Kur’an’a bir iftira ve saygısızlığın ifadesidir. Allah, Kur’an’da Kitab indirmiş olduğunu ayetlerle bildirmiştir. Kur’an Kitab halinde Peygamber zamanında mevcut değil idiyse insanlar Kitab mevcut olmadığı halde, ayetlerde niçin Kur’an’dan Kitab olarak bahsediliyor diye sorarlardı. Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına , hurma dallarına v.s. yazılmıyordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Andolsun Tûr’a (52/1) - Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2) - Yayılmış ince deri üzerine (52/3) İfadeleri Kuran’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Ayetler peygambere inmişti, eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı bu ayetleri duyanlar, siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar! Kuran’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:
- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11) - İsteyen onları idrak eder. (80/12) - Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13) - Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14) Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rast gele, taş parçalarından,ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur. Rivayetler uydurulurken, daha öncede belirttiğim gibi bazen kasıtlı, bazen de tutarsızlık şeklinde bir çok çelişkilere düşülmüştür. Fert ve kişilere kabul ettirmek ve sıkıştıklarında kendilerini kurtarmak için bazen doğrulara da yer vermişlerdir. Öyle ki bir konu hakkında bir rivayet uydurduklarında, muhakkak ona muhalif bir veya birden fazla rivayet uydurmaya özen göstermişlerdir. Sık sık bu tür çelişkili ifadeleri yan yana yazarak okuyucunun bu hususa dikkatini çekmeye çalışacağım. Zira hadis uydurma sistemlerinin kökü budur. Örneğin, Kur’an’ın sonradan rast gele toplanmış bir kitap olduğunu söylerken başka bir yerde, peygamberin onu Mushaf halinde bıraktığını rivayet etmek onlar için gayet normal bir durumdur. şöyle ki, uydurdukları diğer bir rivayette şöyle diyorlar:
17- ......Abdülaziz İbn Rufey’ şöyle dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn Ma’kıl, Abbas’a: -Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye sordu. İbn Abbas: - Mushaf ‘ın iki yanını kuşatan ciltler arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi. Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye de: - İki kapak arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi. (Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa 5112 Ötüken 1988)
Bu hadis evvelki hadislerle çelişkili olduğu gibi, Kur’an’ın Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olduğunu ve Peygamberin hiçbir rivayet bırakmadığını itiraf etmişlerdir.
Diğer bir rivayette de şöyle demektedirler:
18-.......Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi parlıyordu......” (Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)
Bu rivayette de peygamberin zamanında Mushaf’ın yani kitap halinde Kur’an’ın, parlak sahifelere yazılı olarak mevcut olduğunu itiraf etmişlerdir. Zira var idi ki peygamberin yüzünü onun sahifelerine benzetmişlerdir. Ayrıca, görüldüğü gibi 15 ve 16 no lu örneklerde verdiğim rivayetler. 17 ve 18 no.lu örneklerde belirttiğim rivayetlerle çelişki halindedirler. Fereç HÜDÜR
İslam ümmeti, resulden sonra, hiç kesintiye uğratmadan, aynı şekilde sahabelerden, tabiine, onlardan da günümüze kadar, aynı geleneği sürdürmüş, topluluklar halinde ya yazılı Mushaf aktarmış, yâda hafızlar sürekli ezberlemiş, tıpkı bir bayrak yarışındakiler gibi, bir önceki nesiller, sonrakine aktararak mütevatir olarak bize kadar ulaştırmışlardır. Çünkü Allah (c.c) öyle taktir buyurmuştur.
15/Hicr 9 Hiç kuşkusuz, o Zikir'i/Kuran’ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz.
6/Eam 91 "Allah hiç bir insana bir şey indirmez," demekle Allah'ı gereği gibi değerlendirmediler. De ki: "Halka bir hidayet ve ışık olarak Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi -ki göstermek için onu kâğıtlara/parşömenlere yazdığınız halde çoğunu gizliyordunuz. Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri onun yoluyla öğrendiniz-?" "Allah" de ve onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.
Son alıntıladığım ayette düşündürücüdür.. Tefekkür edenlere selam olsun..
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam;
Bu konuda Muhammed Nasıruddin El-Elbani'nin Tefsir Usulü isimli kitabında yazdıkları ibret verici satırlar şunlardır(Yorumumu Muhliskul kardeşim de görüşlerini açıkladıktan sonra yapacağım):
Kaynak: http://www.darulkitap.com/kuran/tefsirusulu/indexana.htm
Kur’ân'ın Tertibi
Kur’ân'ın tertibi mushaflarda yazılı, kalplerde ezberlenmiş olduğu şekilde ardı arkasına okunması demektir.
Bu tertip üç çeşittir:
Birincisi kelimelerin tertibidir. Herbir kelimenin âyetteki yerinde olması demektir. Bu da nas ve icmâ ile sabittir. Bunun vücubu ve ona muhalefetin haram olduğu hususunda muhalefet eden kimse olduğunu bilmiyoruz. Meselâ "Elhamdulillahi Rabbi'l-âlemîn" yerine (aynı anlamda): "Lillahi'l-hamdu Rabbi'l-alemin" diye okumak caiz değildir.
İkinci tür: Âyetlerin tertibidir. Bu da herbir âyetin surenin o âyete ait olan yerinde olması demektir. Bu da nas ve icmâ ile sabittir. Tercih edilen görüşe göre bu tertibe de uymak vaciptir, ona muhalefet haramdır. Bir kimsenin "er-Rahmani'r-Rahim mâliki yevmi'd-din" yerine "maliki yevmi'd-din er-Rahmani'r-Rahim" diye okuması caiz değildir.
Sahih-i Buhârî'de[15] rivayete göre Abdullah b. ez-Zübeyr, Osman b. Affan Radıyallahu anh'a yüce Allah'ın: "İçinizden geride eşler bırakarak vefat edecekler eşlerine (evlerinden) çıkarılmayarak bir yıllığına kadar faydalanmalarını vasiyet etsinler." (el-Bakara, 2/240) buyruğunu diğer âyetin, yani yüce Allah'ın: "İçinizden vefat edenlerin bıraktıkları eşler kendiliklerinden dört ay on gün beklerler." (el-Bakara, 2/224) âyetinin neshettiğini, halbuki tilâvette bunun (neshedici âyetin) daha önce yer aldığını söylemiş ve niye (böylece) yazmadın, diye sormuş. Osman Radıyallahu anh ona şöyle demiş: Kardeşimin oğlu, ben Kur’ân'daki hiçbir şeyi yerinden değiştiremem.
İmam Ahmed, Ebu Davud, Nesaî ve Tirmizî, Osman Radıyallahu anh'dan rivayet ettiklerine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e aynı zamanda birden çok sûre inmiş oluyordu. Üzerine herhangi bir buyruk nâzil oldu mu, (vahiy) katipliğini yapanlardan birilerini çağırır ve şöyle derdi: Bu âyetleri şu şu hususların sözkonusu edildiği sureye yerleştiririz.[16]
Üçüncü tür sûrelerin tertibidir. Herbir sûrenin mushaftaki yerini alması demektir. Bu ictihad ile sabittir. Dolayısıyla bu tertibe riayet vacip değildir. Muslim'in, Sahih'inde[17] Huzeyfe b. el-Yemân Radıyallahu anh'dan rivayete göre o bir gece Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte namaz kıldı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem önce Bakara suresini, sonra Nisa, sonra da Al-i İmran surelerini okudu. Buhârî[18] muallak olarak (sened zikretmeksizin) el-Ahnef'den namazın birinci rekatinde Kehf suresini, ikincisinde de Yusuf ya da Yunus suresini okuduğunu rivayet etmekte ve onun, Ömer b. el-Hattab ile birlikte sabah namazını kıldığını ve Ömer’in bu sûreleri (böylece) okuduğunu nakletmektedir.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye dedi ki: Bir surenin önce diğerinin sonra okunması caiz olduğu gibi, yazılışta da bu caizdir. Bundan dolayı ashab-ı kiram'ın yazdıkları mushafların yazılış sırasında surelerin sıralanışı çeşitlilik arzetmektedir. Fakat Osman Radıyallahu anh döneminde mushaftaki sıra üzerinde ittifak ettiklerinden ötürü bu sıranın ortaya çıktığını görüyoruz. Çünkü raşid halifeler sünnet olarak bunu böylece ortaya koydular. Hadis-i şerif de, onların sünnetlerine (din ile ilgili uygulamalarına) uymak gerektiğine delildir.
5. Kur’ân'ın Yazılması ve Toplanması
Kur’ân'ın yazılış ve toplanmasının üç aşaması vardır:
Birinci aşama: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem dönemindedir. Bu aşamada yazmaktan çok ezberlemeye dayanıldığını görüyoruz. Çünkü hafıza güçlü, ezberleme hızlı idi. Yazıcılar ve yazma araçları da azdı. Bundan dolayı onun döneminde Kur’ân bir mushaf halinde toplanmamıştır. Bunun yerine bir âyet duyan bir kimse onu ezberler yahutta bulabildiği hurma yaprakları, deri parçaları, düz taşlar ve kürek kemikleri üzerine yazardı. Kur’ân'ı ezberleyenlerin sayısı pek çoktu.
Sahih-i Buhârî'de,[19] Enes b. Mâlik Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kendilerine "kurra" denilen (ve Kur’ân'ı ezbere bilip öğrenen) yetmiş kişi göndermişti. Süleym oğullarından Ri’l ve Zekvân diye bilinen iki kola mensup kimseler, Bir-i Maune denilen yerde karşılarına çıktı ve onları öldürdüler.
Ashab-ı Kiram arasında onlar gibi pekçok kimse de vardı. Dört halife, Abdullah b. Mesud, Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim, Ubey b. Ka’b, Muâz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Ebu'd-Derdâ Radıyallahu anhum gibi.
İkinci aşama: Ebu Bekir Radıyallahu anh döneminde hicretin onikinci yılında gerçekleşmiştir. Sebebi de Yemame vakasında aralarında Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Kur’ân'ın kendilerinden öğrenilmesini emrettiği bir kişi olan Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim'in de bulunduğu çok sayıda Kur’ân okuyucusu şehid edilmiştir.
Bunun üzerine Ebu Bekir Radıyallahu anh Kur’ân kaybolmasın diye toplanmasını emretmiştir. Sahih-i Buhârî'deki[20] rivayete göre Ömer b. el-Hattab, Ebu Bekir (Allah ikisinden de razı olsun)'e Yemame vakasından sonra Kur’ân'ın toplanmasını teklif etmiştir. Ebu Bekir ise bunu yapmaya yanaşmamıştır. Ömer teklifinde ısrar edip durdu. Sonunda Allah Ebu Bekir'in kalbine bu hususta genişlik verdi. Zeyd b. Sabit'e haber gönderdi. Ömer yanında iken Zeyd de geldi. Ebu Bekir ona dedi ki: Sen aklı başında bir genç adamsın. Herhangi bir hususta tarafımızdan itham edilmiyorsun. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'a da vahy yazıyordun. O bakımdan sen Kur’ân olarak neyi tespit edersen onu biraraya getirip topla. Zeyd dedi ki: Ben de Kur’ân'ı hurma yapraklarından, taş parçalarından ve ezbere bilenlerin kalplerinden derleyip toplamaya başladım. Bu şekilde meydana gelen sahifeler vefatına kadar Ebu Bekr Radıyallahu anh'ın yanında kaldı. Daha sonra da hayatı boyunca Ömer'in yanında, daha sonra da Ömer Radıyallahu anh'ın kızı Hafsa'nın yanında kaldı.
Bunu Buhârî uzunca rivayet etmiştir. Müslümanlar da bu hususta Ebu Bekr Radıyallahu anh'a muvafakat etmiş ve bunu onun yaptığı iyilikler arasında saymışlardır. O kadar ki Ali Radıyallahu anh şöyle demiştir: Mushaflar hususunda insanlar arasında ecir ve mükâfatı en büyük kişi Ebu Bekir'dir. Allah'ın rahmeti Ebu Bekir'in üzerine olsun. O Allah'ın kitabını derleyip toplayan ilk kişidir.
Üçüncü aşama mü'minlerin emiri Osman b. Affan Radıyallahu anh döneminde hicretin yirmibeşinci yılında gerçekleşmiştir. Bunun sebebi ise, ashab Radıyallahu anhum'ın ellerinde bulunan sahifelerin farklılıklarına göre insanların da farklı okuyuşları olmuştur. Bu sebeple fitnenin başgöstermesinden korkulmuştur. Bunun üzerine Osman Radıyallahu anh bu sahifelerin tek bir mushaf halinde toplanmasını emretmiştir. Böylelikle insanların Allah'ın kitabı hakkında anlaşmazlığa düşerek çekişmelerinin ve tefrikaya düşmelerinin önü alınmak istenmiştir.
Sahih-i Buhârî'de[21] belirtildiğine göre Huzeyfe b. el-Yeman, Ermenistan ve Azerbaycan fethinden sonra Osman Radıyallahu anh'ın yanına gelmişti. Askerlerin Kur’ân okumaları hususundaki ihtilâflarından korkmuştu. Ey mü'minlerin emiri, demişti. Yahudi ve hristiyanların ayrılığa düştükleri gibi Kur’ân hakkında bu ümmet de ihtilâfa düşmeden bu ümmete yetiş.
Bunun üzerine Osman, Hafsa Radıyallahu anha'ya: Bizlere sahifeleri gönder de onları mushaflar halinde çoğaltalım, sonra aynı sahifeleri sana geri gönderelim, diye haber saldı. O da Osman'ın istediğini yaptı. Osman, Zeyd b. Sabit ile Abdullah b. ez-Zübeyr, Said b. el-Âs, Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam'a emir verdi, onlar da bu sahifeleri mushaflar halinde istinsâh ettiler (kopya edip, çoğalttılar). Zeyd b. Sabit ensardan, diğer üç kişi ise Kureyş'ten idi. Osman Kureyşli üç kişiye şunları demişti: Sizler ile Zeyd b. Sabit Kur’ân kelimelerinden herhangi birisi hakkında ihtilâf edecek olursanız onu Kureyş lehçesiyle yazınız. Çünkü Kur’ân onların lehçesiyle inmiştir. Onlar da dediklerini yaptılar. Nihayet sahifeleri mushaflar halinde istinsah etmelerinden sonra Osman o sahifeleri Hafsa'ya geri gönderdi ve herbir bölgeye istinsah ettikleri bir mushaf gönderdi ve bunun dışında Kur’ân diye yazılı ne kadar sahife ya da mushaf varsa yakılmasını emretti. Osman Radıyallahu anh bu işi ashab-ı kiram ile istişare ettikten sonra yapmıştı. Çünkü İbn Ebi Davud'un rivayetine göre[22] Ali Radıyallahu anh'dan şöyle demiştir: Allah'a yemin olsun ki, mushaflara yaptığını ancak bizden ileri gelenlerin görüşüne dayanarak yapmıştır. O şöyle dedi: Ben insanları tek bir mushaf etrafında toplamayı öngörüyorum. Böylelikle tefrika olmasın, görüş ayrılığı ortaya çıkmasın. Biz de: Senin bu görüşün çok isabetlidir, dedik.
Mus'ab b. Sad da[23] dedi ki: Ben Osman Radıyallahu anh'ın mushafların yakılmasını emrettiğinde insanların huzurunda pek kalabalık bir halde bulunduklarını da gördüm. Bu iş onların da beğenisini kazanmıştı. Ya da şöyle demiştir: Onlardan hiç kimse onun bu yaptığına karşı çıkmamıştı. İşte bu da mü'minlerin emiri Osman Radıyallahu anh'ın müslümanlar tarafından uygun görülen güzel işlerindendir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in halifesi Ebu Bekir Radıyallahu anh'ın toplama işini tamamlayıcı idi.
Onun toplaması ile Ebu Bekir Radıyallahu anh'ın toplaması arasındaki fark da şudur: Ebu Bekir Radıyallahu anh döneminde Kur’ân'ın toplanmasından maksat, Kur’ân-ı Kerim'in bütünüyle tek bir mushafta toplu olarak yazılıp kaydedilmesi idi. Böylelikle Kur’ân'dan herhangi bir şeyin kaybolmaması sağlanmak istenmiş, fakat insanların bir tek mushaf etrafında ittifak etmeleri için emir yoluna gidilmemişti. Zira onları tek bir mushaf etrafında toplanmaya mecbur etmeyi gerektirecek türden kıraatlerinde herhangi bir ihtilâf izi ortaya çıkmamıştı.
Osman Radıyallahu anh döneminde Kur’ân'ın toplanmasından maksat ise, Kur’ân-ı Kerim'in tamamının bir tek mushafta, bir arada toplu olarak kaydedilmesi ve bununla birlikte insanın onun etrafında birleşmeye mecbur edilmesi idi. Çünkü okuyuş farklılıkları dolayısıyla korkmayı gerektirecek etkenler ortaya çıkmaya başlamıştı.
Böyle bir toplamanın sonuçları daha sonra ortaya çıktı ve ümmetin biraraya gelmesi, söz birliklerinin sağlanması, aralarında kaynaşmanın başgöstermesi gibi müslümanlar lehine pek büyük menfaatler gerçekleşmişti. Diğer taraftan ümmetin dağılması, söz birliklerinin ayrılığa dönüşmesi, kin ve düşmanlığın yaygınlık kazanması gibi pek büyük bir kötülük de bertaraf edilmiş oluyordu. Kur’ân ilk hali üzre bugüne kadar devam etmiştir. Müslümanlar arasında bu hali üzerinde ittifak sağlanmış, aralarında tevatür yoluyla nakledilegelmiştir. Küçük büyükten onu böylece öğrenegelmiştir. Bozguncuların elleri ona bir değişiklik sokamamış, sapkınların hevâları onun herhangi bir bölümünü gizlemeye yetmemiştir. Göklerin, yerin ve âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|