Yazanlarda |
|
polat27 Newbie
Katılma Tarihi: 22 subat 2007 Gönderilenler: 9
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayın arkadaşlar;
www.aliumuc.com adlı sitedeki "kardeşlerimizin katkıları" bölümündeki yazıyı gördünüz mü? yazı hakkındaki düşünceleriniz nedir?
|
Yukarı dön |
|
|
şeyma Uzman Uye
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 179
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Eline,yüreğine sağlık.Güzel anlatmış.Allah ilmini arttırsın.
__________________ FATİHA: 6, 7/ Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hilmi POLAT (İlahiyatçı Öğretmen)
Said-i Nursi; 3 aylık kısa bir
ilim tahsiliyle nasıl “Allame-i cihan” olup ulaşılmaz bir makama çıkmıştır?
Şuâlar, 542, Onbeşinci Şua’da
geçen; “Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil
yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u
evvelîn ve âhîrine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve
hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i
ulyâya kimse nail olmamıştır. ”
Kur'an-ı Kerim’e göre
peygamberler bile böyle bir bilgiye ve makama ulaşmamışken, bu iddia için Allah
(c.c)’tan korkmak gerekmez
mi?   ;
Said Nursi; ne olursa olsun her
zaman her şeyi bilen birisi midir?
Tarihçe-i Hayat, c. II, s.
2123-2124 de geçen
“.. daha çocukken asrın bilgini olarak
tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap
vermiştir”
İctimâi Reçeteler I, 11,
Tarihçe-i Hayat/Rü'ya’da geçen
“ Herhangi ilme sorulan suale
bila-tereddüd derhal cevap verirdi.”
İctimâi Reçeteler I, 14,
Tarihçe-i Hayat’ta geçen
“Sorulacak suallere cevap vermeye
hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda
yirmi sene sebat etti.”
Her zaman her şeyi bilen sadece
Allah değil midir? Böyle bir inanç şirk, küfür değil midir?
Risale-i Nur denen kitaplar
kutsal mıdır, değil midir? Ya da Kur'an-ı Kerim’in taklidi midir?
Şualar, Birinci Şua, c. I, s.
833.de geçen;
“Resailin
Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve
fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki
semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden
iktibas edilmiştir.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 92,;
“Risale-i Nur müminlere şifa ve rahmettir.”
Zülfikar Mecmuası, 436 da geçen;
“EY RİSALE-İ NUR! (...) Sen,
"Ben, Rabbânî ve Kur'anîyim. Öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şa’şaalı
ve nûrâniyim. Bir Hayy-ı Lâyemût’un eserinden fışkıran, lâyemût san'atlı ve
kerâmetli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Bin,
dertlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahmânım. İnat ve ısrarı bırak. Beni oku
ve beni dinle. Karanlığa ve hiçe giden, hesapsız ve hedefsiz yolundan seni
kurtarıp, kokocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım." diye
nidâ ediyorsun”.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 89-90’da
geçen;
“o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir
bürhanı Resâil-in-Nur’dur
Sözler, 645-646’da geçen; “Nur
Risaleleri de 23 senede tamamlandı.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da
geçen; &nbs p;
"ve lâ ratbin ve lâ yâbisin
illâ fî kitâbin mubînin" sırrıyla, Kur'anda elbette bu istikametli
tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur'an o tefsirine hususî
bakıyor.”
( Söz konusu ayet madem Nur
Risaleleri’ne işaret etmektedir, başka risalelere, başka kitaplara... da işaret
etmektedir.İslâm fukahası, söz gelimi beş vakit namazın kaçar rekât olduğunu
bile Kur'an’da bulamamışlarken; Said Nursî kendi adını, doğum tarihini,
risalelerinin isim ve yazılış tarihlerini onda bulabilmiştir!... Demek fakihler
aramayı bilememişler!...)
Zülfikar Mecmuası, 433’de geçen;
“İslâmiyet güneşinin doğuşundan
tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve
yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması,
acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni’met bizlere ve bu
asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!.
Türkçemiz seninle iftihar edip
dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.”
Şuâlar, 241’de geçen;
“(...) Risale-i Nur’a hücum
edilmez. O doğrudan doğruya Kur'an’a bağlanmış ve Kur'an dahi arş-ı a’zamla
bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün.”
Müdâfaalar, 104’te geçen;
“Risale-i Nur’un arkasında otuzüç
âyât-ı Kur'aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’in üç kerâmât-ı
gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A’zâm’ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm,
bunlara hücûmdur.”
Alıntı yaptığımız bu cümlelerde
anlatılmak istenenler düpedüz Kuran-ı kullanarak Risaleleri kutsallaştırmak
değil midir? Bu iddia yeni bir din, yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber
demek değil midir? Bu İslam’a göre küfür değil midir?
Kur’an’da Hz.Muhammed’e
açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei
Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?
Şualar, Birinci Şua, Yirmi
dördüncü Ayette geçen; “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte
bize iniyor!!...”
Kastamonu Lâhikası, 231,
Yirmiyedinci Mektubda geçen; “Risale-i Nur, yüze yakın din
tılsımlarını ve hakâik-ı Kur'aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir
tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden
kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o
tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler.”
Şualar, Birinci Şua, Yirmi
ikinci Ayet ve Ayetler, c. I, s. 841’de geçen;
“Resailin Nur denilen otuz üç
aded Söz ve otuz üç aded Mektub ve otuz bir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitabı
Mübin'deki âyetlerin âyetleridir”.
Bu iddiaları ileri sürenlere
göre; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir ilahi kitap, Kur’an
sırlarla dolu açıklanmamış gizli bir kitap, Risale-i Nur’lar imanı kurtaran
kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları
ümmetten saklamış bir peygamber olur ki böyle bir iddia küfürdür.
Risalei Nur denen kitaplar
kusursuz, eksiksiz, izaha ihtiyacı olmayan ve mükemmel bir kitap mıdır?
Barla Lahikası, Yirmi Yedinci
Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415. de geçen;
“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı
Mübin'in nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber
küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.
Barla Lâhikası, 56’da geçen;
“Kimin haddidir ki, bu Nurlarda
yanlışlık bulsun. (...) Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum
telâkki ediyorum.”
Barla Lâhikası, 194’de geçen;
“Kimin haddi var ki, risâlelerin
birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini
tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına
itirazda bulunsun.” (Malumdur ki, Kur'an’ın bazı harflerinde, hatta
kelimelerinde ve vakıf (duraklama) yerlerinde, dolayısıyla noktalamasında
çeşitli ihtilâflar vardır. Buna karşın Nur Risaleleri’nin noktasına bile itiraz
edilemez, bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır)
Rehberler, 194, Hanımlar
Rehberi’inde geçen;
“ Risale-i Nur, yer yüzünde
emsaline rastlanmıyan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmıyan bir
derya-yı îmân ve bir tevhid hazinesidir.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da
geçen;
“Ey Risale-i Nur! (...) Bütün
eller ve dillerde kemâl-i iştiha ve iştiyakla dinlenip okunacak ve yazılıp
yayılacak en tatlı ve en halâvetli, en câzibedar ve en revnekdar yegâne eser-i
metin ve nûr-u mübîn ancak sensin!
Bu iddialar hangi cesaretle
söylenmektedir. Kur'an-ı Kerim’e iman etmiş bir Müslüman için; Kur’an dışında
kusursuz, tam ve mükemmel bir kitap olabilir mi? Bu iddia insan eliyle yazılmış
bir kitap için fuhşiyat/ aşırı gitmek değil midir? Bu görüşler kişiyi şirke,
küfre götürmez mi?
Bu devirde; “Urvet-ül vüska”,
yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” (Allah’ın ipi) olan kitap
Kuran mıdır yoksa Risalei Nur mudur?
Şualar, On Birinci Şua, c. I, s.
985.de geçen;
“Risale-i Nur bu asırda, bu
tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir
“hablullah” yani Allah’ın ipidir.”
Âsâ-yı Mûsa, 82’de geçen;
“Buna rağmen bizzat Kur'an-ı
Kerim, Risaletu’n-Nur’un çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir
"Hablullah" olduğunu "Ona (Nur Risaleleri’ne) elini atıp
yapışanın necat bulacağını" mana-yı ********yle haber verir.” cümlelerine ne
demeli? Yorumu siz yapın!!
Müslümanların şeriat, dua, ve
ibadet kitabı Kuran mıdır, yoksa Risaleler midir?
Emirdağ Lahikası I, c. II, s.
1719. de geçen “Risale-i Nur'un menşur-u hakikatında tam tecelli
ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı
hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr-ü davet, hem bir kitab-ı
zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı
tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlmi Kelâm, hem bir kitab-ı
İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir
kitabı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır”.
Cümlesi Said Nursi’nin Risalelerini Kur’anlaştırma çabaları değil midir?
Bu devirde Müslümanlar Kurana mı
yoksa Risalelere mi muhtaçtır? Müslümanların tekrar tekrar okuması gereken
kitap Kuran mı yoksa Risaleler mi?
Kastamonu Lâhikası, 73’te geçen;
“Risale-i Nur, hakaik-ı
İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.
Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve
tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene
yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder.
Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul
olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda
elzemdir.”
İctimâi Reçeteler II, 193’te
geçen;
“Hem şu hakikat zahir ve bahirdir
ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur’un ve Müellifinin talebesidir;
Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendini
aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa büyük bir
mahrumiyete düçar olur.”
Bediüzzaman Said Nursî, 666’da
geçen;
“Bütün bunlar, Risale-i Nur’un
dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri
değil midir? Bütün beşeriyet, Kur'âna ve dolayısiyle asrımızda onun mânevî
i’cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur’a muhtaçtır.” Cümlelerinde geçen
telkinler Müslümanların, Kur’an’ı suiistimal eden Risalelere muhtaç olduğunu
ortaya koymaktadır.
Zamanımızda İmanı kurtarmanın
veya kurtuluşun tek yolu Nur cemaatına girip Risaleye mi tabii olmaktır?
Emirdağ Lâhikası (1),
Mektup No: 81, c. II, s.1733. de geçen;
“Bu acip ve dehşetli ve hiç misli
görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok
dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi
sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz,
sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur'un nurânî siperlerine iltica etmekle ve
onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak,
idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz”.
Rehberler, 134, Gençlik
Rehberi’nde geçen;
“Evet bu asırdaki insanları
saadete kavuşturacak eser ancak Risale-i Nur’dur. Bu hüküm Nur Risalelerini
okuyanların kat'i bir hükmüdür. (...) Nasıl Kur'an-ı Kerim’e sarılanların dünya
ve âhiretleri mamur olursa; O’nun parlak ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i
Nur’u okuyup amel edenler de hakiki saadete erişeceklerdir.”
Bediüzzaman Said Nursî, 277,
Kastamonu Hayatı’nda geçen;
“(...) işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade
eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını
kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye
müjde verirler.”
s. 312’de geçen;
Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli
zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir; Başka
şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.
Birinci Neticesi: Sadakat ve
kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli
senetler var.”
Kastamonu Lâhikası, 47’de geçen;
“fefi’l-cenneti hâlidîne”
âyetinin sırrıyle, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre
gireceklerdir" tebşîratının (...)” Cümlelerde Said Nursi; kurtuluşun,
cennetin, gerçek saadetin yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatine
girmeyi, Kur’an’la yetinilmeyip Risalelere tabi olunması gerektiğini
söylemektedir.
Risalelerin yolunda çalışmak,
hizmet etmek günahlara kefaret midir?
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, c. II, s.
2061. de geçen;
“Kur'an lemeatlarına ve dellâlı
bulunan Risale-i Nura değil ilişmek, tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları
elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belâlara ve
anarşistliğe bir sed olabilsin.” Cümlesiyle Said Nursi af olmanın yolu olarak
Risale propagandasını ve yazımını göstermektedir.
Risale-i Nur; bela ve musibetleri
def edip kendisine itiraz edenlerin başlarına bela veya musibetler getirir mi?
Şuâlar, 308-311, Onüçüncü Şua’da
geçen;
“İşte Üstadımız Bediüzzaman
Hazretleri uzun senelerdenberi "zındıklar Risale-i Nura dokunmasınlar ve
şakirdlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlar ve ilişirlerse, yakından bekliyen
felâketler, onları yüz defa pişman edecek," diye Risale-i Nur ile haber
verdiği yüzler hadisat içinde işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen
dört hakikatlı felâket daha…Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam
ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza
geldi, Risale-i Nur’u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek
Cenab-ı Hak’tan halâs ettik.(Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal
sakin oldu…Zındıka tarafdarları mübarek Üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i
Nur’un büyük kerametlerinden olup... zelzele eliyle gelen beliyyelere ehemmiyet
vermek istemiyorlardı.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 270’de
geçen;
“Şimdi tam tahakkuk etti ki;
zelzele, Risale-in-Nur ile alâkadardır. …bu şiddetli zelzelenin gelmesi
gösteriyor ki; Risale-i Nur, bir vesile-i def'-i belâdır... tatile uğradıkça
belâ fırsat bulup gelir.”
Kastamonu Lâhikası, 14’de geçen;
“Kardeşlerim, bu zelzele benim
itikadımca Şakk-ı Kamer gibi bir mu’cize-i Kur'an’dır. En mütemerridi dahi
tasdike mecbur eden bir vaziyete girdi.”
Bediüzzaman Said Nursî, 557,
Afyon Hayatı’nda geçen;
“ Pek çok tecrübelerle ve
hâdiselerle kat'î kanaat verecek bir tarzda Risale-i Nur’un ağlamasiyle, ya
zemin titrer veyahut ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemelerde
dahi isbat ettiğimiz gibi, tahminimce, bu kış, emsalsiz bir tarzda bidayette
yaz gibi gülmesi, Risale-i Nur’un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve
intişarına tevafuku ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla
ağlamasına, birdenbire kış, dehşetli hiddeti ve ağlamasiyle tetabuku, kuvvetli
bir emaredir ki, hakikat-ı Kur'aniyenin bu asırda parlak bir mu’cize-i
kübrasıdır. Zemin ve kâinat onun ile alâkadar.” (Risale için asfalt-yer ağlamış
bee!)
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 35’te
geçen;
“Risalet-ün-Nur’un intişarına
karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zîr ü
zeber etti.”(Hayret abartının bu kadarına..Risale farelerin eline kalmış!)
Şuâlar, 361-362, Ondördüncü
Şua’da geçen;
“Her ihtimal var ki; mübarek
soba, benim teessüratımı ve tazarruatımı dinliyen tek ve menfaatli arkadaşım
bana haber veriyor ki: "Bu zindan ve hapishaneden gideceksin, bana ihtiyaç
kalmadı..." (Said; sobayla konuşup sobadan alıyor haberi!!)
Şuâlar,
413, Ondördüncü Şua’da geçen;
“ Aynı saatte, ağır penceremiz
adeta sebepsiz kablarım ve şişelerim ve yemeklerim üzerine düştü. Biz tahmin
ettik ki, hem camlar, hem bütün şişe ve bardaklarım kırıldılar ve içlerindeki
taamlar zâyi’ oldular. Halbuki, hârika olarak hiçbir kırık ve zâyiat olmadı.
Yalnız bana hediye gelen pişirdiğim et döküldü. Fakat Nur’un namzed yeni
talebelerine kısmet oldu, benim de hediye kabul etmemek olan kaidemi muhafaza
etti ve birinci hâdiseye hârikalığıyle tasdik edip imza bastı.” (Kapların,
şişelerin ve yemeklerin dökülmesi Saidin doğruluğuna delil!!)
Lem'alar,
246, Yirmialtıncı Lem'a’da geçen;
“Risalet-ün-Nur
şâkirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette
kusur edenler dahi tokat yediklerini, Isparta’da olduğu gibi burada dahi
gözümüzle gördük. Hacı Osmanla gelince, kapı güya lisan-ı hâl ile ona demiş ki:
"üstadım seni kabul etmeyecek fakat ben sana açılacağım" diyerek
arkasından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mustafaya açılmış. Demek üstadımın
onun hakkında, "Mustafa istikbale lâyıktır" diye söylediği sözü
istikbal gösterdiği gibi, kapı da buna şahid olmuştur. Evet Husrevin yazdığı
doğrudur, tasdik ediyorum. Kapı bu mübarek Mustafayı benim bedelime hem
istikbal etti, hem de kabul etti. Said Nursî” (Kapıları konuşturan bir mucize!!
Ve Said bunu tasdik ediyor??)
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 39-40’da
geçen;
“Üstadımız diyor ki: "Benim
de kanaat-ı kat'iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risalet-ün-Nur’un
tashihatiyle meşgul olduğum zaman, pek zâhir bir tarzda hem rızkımda bereket,
hem suhulet görüyordum. Ne vakit çalışmazsam, o hali göremiyordum." (Haşa
Rezzak Risale olmuş!!)
Şuâlar, 322-323, Onüçüncü Şua’da
geçen;
“ Ona "Meyve"deki
gençlik ve namaz mes'elelerini okudum ve dedim: Kumar oynama, namaz kıl. Kabûl
etti. Fakat haylazlık galebe etti, namaz kılmadı, kumar oynadı. Birden, hiddet
tokadını yedi. Üç-dört def'ada daima mağlûb oldu, fakir hâliyle beraber kırk
lira ve sako ve pantolonu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi. Bu gibi
tokatlar daha var; fakat kâğıt bitti, mâna da bitti. Said Nursî”
Cümlelerde değindiğimiz ve
değinemediğimiz onlarca saçma sapan iddialara dinî bir cevap veremiyoruz,
söyleyecek söz bulamıyoruz. Sadece şunu soralım Nurculara;
Üstadınızın tutuklandığı veya Nurculuğunuz yüzünden size menfi bir şey
yapıldığı veyahut üstadınız öldüğü gün güneş veya ay tutulsaydı; siz de üsve-i
hasene şanlı Resul (s.a.v.) gibi mertçe "güneşin veya ayın tutulmasının bu
olaylarla bir alâkası yoktur" diyebilir miydiniz?
“Risalei Nur” darda kalanlara ve
günahkârlara yardım eder mi?
Sikke-i Tasdik-i Gaybî
s.2102 de geçen bir şiirde:
“Cürmümüzle külhan gibi pürnârız,
Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u
rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi
kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem
Risaletü'n-Nur!”
Bu şiir Kuran’a göre şirktir.
Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah’tır;
alemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur'an-ı Kerim’dir.
Risale-i Nur'un manevî kişiliği
(her kimse artık!!), ve talebelerinin manevi kişiliği Gavs-ı Âzam mıdır?
İslama göre “Gavs”
(kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah ‘tır. Aksi inanç ise şirktir.
Fakat Kastamonu Lâhikası 121.Mektup ta geçen cümlede Said-i Nursi
yardım için şöyle diyor:
“Ben, eskide, Risale-i Nur'un
şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki,
Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi
bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet
makamının mazharıdır” (Bu inanç düpedüz şirktir.)
Risaleler itfayeciler gibi
yangına engel olabilirler mi?
Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci
Mektup, c. II, s. 1723. de geçen:
“ bîçare Ceylan yanıma geldi,
dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında
bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için
söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de
Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar"
dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti.
Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve
Âyet-ül Kübra'nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve
altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said
Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk
işlemiyor mu?
Risale-i Nur’daki uydurma
Hadisler ve Said-i Nursi’nin Hadis Uydurmacılığı
Yirmisekizinci Lem'a’da geçen;
"Ben ilmin şehriyim Ali’de onun kapısıdır.”
Nur Risaleleri’nde
"Keramet-i Aleviye" diye sunulan zırvaların temel dayanağı, işte bu
hadistir.
Sözler, 269, Yirmiikinci Söz’de
geçen;
“Büyük bir nur lâmbası, Güneştir
ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında
Peygamberin (A.S.M.) yatmasiyle ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o
mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.” (Dünya tersine dönmüşşşşşşş!)
Mu’cizat-ı Ahmediyye/Onüçüncü
İşaret’te geçen;
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk, namazını kat'edip geçtiğinden,
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ﻩﺮﺜﺍ ﻊﻁﻗﺍ ﻢﻬﻟﻟﺍ demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş öyle kalmış, hırçınlığının
cezasını bulmuş.” (Peygamberimize atılan iftira)
Kastamonu Lâhikası, 35,
Yirmiyedinci Mektubda geçen;
“Ben namaz tesbîhatının âhirinde
otuzüç def'a kelime-i tevhîd zikrederken birden kalbime geldi ki: Hadîs-i
Şerîf’te "Bâzen bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer."
Risalet-ün-Nur’da o saat var, çalış o saati bul, ihtar edildi.” (işi gücü bırak
Risale-i Nur’la uğraşşşşş!)
Mektubat, 410, Yirmidokuzuncu
Mektup’ta geçen;
"Bir rivayette, lisanı ehli
cennetten sayılan Farisi lisanı….” (Eyvah
Farsça bilmeyenler yandı!)
Mektubat, 381-382, Yirmidokuzuncu
Mektub’ta geçen;
“ Hadîsin rivayetlerinde var ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş:
"Ben benim, sen sensin" Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş.
Yine demiş: "ENE ENE; ENTE ENTE". Hangi nevi azabı vermiş,
enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yâni aç bırakmış. Yine
sormuş: "MEN ENE VEMA ENTE" Nefis demiş: "Sen benim Rabb-ı
Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim..."( Said-in Allah’a ve
peygambere attığı iftira!!)
Şuâlar, 48, Üçüncü Şua’da geçen;
“Kur'an’dan ve münâcât-ı nebeviye
olan Cevşen-ül-Kebîr’den aldığım bu dersimi,..
( Said;
peygambere ait dediği bu cevşen hakkında maalesef hiçbir kaynak
gösterememiştir.)
Şuâlar, 484, Onbeşinci Şua’da
geçen;
“Binbir Esma-i İlâhiyyeye sarîhan
ve işareten bakan ve bir cihetle Kur'an’dan çıkan bir hârika münâcât olan ve
mârifetullahda terakki eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkınde bulunan ve
bir gazvede "Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku" diye Cebrail
vahy getiren "Cevşen-ül-Kebîr" münâcâtı içindeki hakikatlar ve tam
tamına Rabbine karşı tavsifler,”(Ey Said! nerde bu vahiy dediğin iftiranın
kaynağı)
Kastamonu Lâhikası, 130,
Yirmiyedinci Mektubda’da geçen şu sözdür:
Birden bu gelen Hadîs-i Şerif
ihtar edildi: "Ahir zamanda, ihtiyâre kadınların samimî dinlerine ve
kuvvetli itikadlarına tâbi olunuz.” (Kur’ana değilde ihtiyar kadınların
dinlerine!!!)
Mektubat, 165, Ondokuzuncu
Mektub’da geçen;
“Mi’rac gecesinin sabahında (...) Hem Resûl-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: "Yolda giderken, sizin bir
kafilenizi gördüm; kafileniz yarın filân vakite gelecek. Sonra o vakit kafileye
muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın
ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf
etmiş. Yâni Arz, O’nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir
saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş’in sükûnetiyle göstermiştir.” (Said
attığı iftirayla güneşi durdurduuuu!)
Lem'alar, 272, Yirmisekizinci
Lem'a’da geçen;
Said Nursî, Hacc suresinin 73.
ayetinin tefsirinde, ayetin metninden sonra şöyle diyor:
“….Nemrud’u mağlub eden ve
Hazret-i Musâ (A.S.) onların ta’cizlerine karşı müştekiyâne: "Ya Rab, bu
muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?" deyince ilhamen cevap
gelmiş ki: Sen bir def'a sineklere itiraz ettin, bu sinekler çok defa sual
ediyorlar ki: "Ya Rab, bu koca kafalı beşer seni yalnız bir lisan ile zikr
ediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etse idin,
binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı," diye …”
(Bu da Hz. Musa’ya attığı iftira)
Şuâlar, 228, Onbirinci Şua’da
geçen şu;
“Hem meselâ küre-i arzın nevileri
adedince başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve
yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve
şuursuz ubûdiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarâne temsil edip dergâh-ı ilâhiyeye
takdim etmek için kırkbin başlı ve her başı kırkbin dil ile herbir dil ile
kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak
muhbir-i sâdık haber vermiş.” (Said’in Melekler hakkında ki iftirası)
Hz. Peygambere isnat edilen bütün
bu rivayetlerin kaynağı nedir? Bu haberler, hangi hadis kitabında geçmektedir?
İşkembeyi kübradan atmak kolay!!
Sözler, 233, Yirminci
Söz’de geçen;
(...) Nil-i mübârek, Dicle ve
Fırat gibi ırmaklar, (...) hadiste rivayet ediliyor ki: "O üç nehrin
herbirine Cennetten birer katre her vakit damlıyor ve ondan
bereketlidirler." Hem bir rivayette denilmiş ki: "Şu üç nehrin
menbaları, cennettendir."(Sait Dicle’yi hadise eklemiş)
Mektubat, 104, Ondokuzuncu
Mektub’da geçen;
“Sonra ehl-i keşfin tasdikıyla;
yetmiş def'a Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza hâlinde
O’nun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Suyutî gibi allâmeler ve
muhakkikler ehâdis-i sahîhanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik
ettiler.”
(Keşif yolunu kabul edince
, bu durumda; bazı mülhitlerin, fikirsizlerin, hıfzsızların, bilgisizlerin
karıştırdıkları uydurma hadisleri o büyük muhaddislerin ayırmalarının ne
kıymeti kalır?! Onlar ayırsınlar, siz Resule sorup (!) onların ayırdıklarını
tekrar sokuşturun... Bundan daha kötü ne olabilir ki! )
Şuâlar, 433; Müdâfaalar’da
Peygamberimize şöyle iftira atmaktadır:
“Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâm, bazı hâdislerle Ümmet-i Muhammediyenin ömrünün binbeşyüz seneyi pek
geçmiyeceğini söylüyor.”
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
RİSALE-İ NURUN
EBCED-CİFR YOLUYLA KURAN AYETLERİNİ TAHRİF ETMESİ
Hilmi
POLAT (İlahiyatçı)
Said Nursi; büyücü ve
sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal
mahsulü ve yalan olan ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini
(kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmiş
midir?
“Kimi Yahudiler kelimeleri
yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). …... Bunu
dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. ….” (Nisa 4/46)
“Yazık o kimselere ki
kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki,
karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı
onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara2/79)
Bu ayetlerin muhatabı sadece
Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir.
‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi) yapınca tefsir’ mantığı
yanlıştır.
Reşid Rıza Ebced-Cifir hakkında
şunları söyler:
“Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o
yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları,
valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi
görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber
cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.”
Katip çelebi ise der ki; “Cefr
ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının
baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha
sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline
gelmiştir.”
İşin ilginç bir tarafı da şudur:
Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu
gaybî anahtarı (!) "gelecek" kapısının kilidine sokmuşlardır.
Edebiyatçılar, ebced hesabını
meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de
geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı
anahtarı zaten açık olan "geçmiş" kapısının kilidine sokup
durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını
Kur'an ayetlerine ve hadislere, hatta Hz. Ali’ye isnat edilen uydurma
kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya
çalışmaktır. Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesapla
yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde
mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde
mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi.
Tefsirci Cerrahoğlu bu
konuda şöyle der; “Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler
ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur'an’ın asıl maksadını ve
manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya
koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca, remiz, işaret ve bâtın
adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının
ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek
için delillerini Kur'an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada
bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî
manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ”
Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir
hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini Risale-i Nur’daki
örnekleriyle görelim.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 67-68’de
şöyle anlatır;
(...) "Acaba Risale-i Nur’u,
Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acib sual
karşısında bulundum. Ben de, Kur'an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin
sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan "mâna-yı işârî"
tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur
olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını
bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir
şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını
Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime
mahrem tutulmak şartiyle verdim. (...)” (Ebced-manayi işari- ile Risale, Kur’an
tarafından
meşrulaştırılıyor!!) &n bsp;
Lem'alar, Onuncu Lem'a’da ilmi
cifr işe ilgili ilginç bir olay anlatır;
“(...) Seyranîdir. Bu zat, Husrev
gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur'aniyenin bir anahtarı
ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin
fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler.
O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle
beraber, beni de kat'î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana
dokunmuş bir mektup yazdı. "Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!"
Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat
tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.”
(İşte böyle, yersiniz şefkat
tokadını... Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i
cifre karşı olmasında ve Said Nursî’yi bunlardan vazgeçirmek istemesinde bulan
bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun
süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: "Sen bunca hapsi,
kendi hevana ve hevesine göre Kur'an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı
emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ
akıllanmıyorsun!" Ne cevap vereceksiniz?..)
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve
Birinci Şua 31.ayette;
"(... su da bulamadıysanız,
temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen "toprak" (ﺪﻳﻌﺻ )ın
Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir:
(...) Sad ve sin, birbirine tam
kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu
âyetteki "sa‘îden" kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un
tercümanını göstermesi”
Ayet; açıkça abdestten, gusülden,
teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki "eğer hasta
iseniz" anlamına gelen "ve in küntüm merzâ" cümlesi çarpıtılarak
"dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı,
Nur Risaleleri’nin Kur'anî ilaçlarıyla giderilebilir" anlamı verilmiş "Bir sapık fırka,
üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa-
faaliyetlerine devam edecektir" diye de tahrif sürdürülmüştür.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de
Nur suresi 35.ayet şöyle tahrif edilir;
"Allah, göklerin ve yerin
nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası
gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan
mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin
ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. ..."
(Nûr,35)
“Hem işaret eder ki;
Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders
meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin
bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi,
müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. … Hem, nasılki bu cümlenin mânevî
münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî
tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un
meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.”
Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan
bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu
söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları
bir yana, görüldüğü gibi, Kur'anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından
kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya
çıkabilmektedir.
Tılsımlar Mecmûası, 193’de;
"Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'an)den şüphe içindeyseniz,
haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan
başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz."
(Bakara,23) ayetinin ebcedî tefsirinde
“Fe'tû
bisûratin min mislihi" (ebced hesabı ile) 1880'dir. Son asırların tağut
dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur'ân’ın
ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Denmektedir.
Nur
Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre "tağut" Mustafa Kemal kabul
edilirken aynı yolun (Ebce-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in
"Mehdî" ilân edildiğini görüyoruz.
Bu da bizlere; uygulanmasıyla
aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir
yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar
sapıklık olduğunu gösterir.
Risale-i Nur’da ebcet yoluyla
tahrif edilen ayetlerin bazılarını gösterdikten sonra şimdi de tahrif edilen
hadislerden bazılarına göz atalım.
Tılsımlar Mecmûası, 186’da:
“Ve vasfuke’s-Sa‘îdu
fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (...) Yani:
(Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın "es-Said"dir. Sen,
Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye
"Hâşiye" düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍ ﺏﻧﺠ ﻦﻤﻠ ﺪﻴﻌﺳﻠﺍ ﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç
def'a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih
etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin
hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (...)" “Mes'ut
kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (...)" mealindeki bu hadiste
geçen "es-Sa‘îd" sözcüğünden kastedilenin "Said Nursî"
olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba?
Tılsımlar Mecmuası, 205’te Said
Nursî; “Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir'at-ı
Peygamberî’dir.”diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir.
Hâşâ ve kellâ... Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz.
Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı
yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır:
“Üstelik ancak iki Muhammed, bir
Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed
(92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri
92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184)
Peki, sizin bu ahmakça
çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:
" Kur'an’da Tebbet suresinde
adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne,
arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?”
Bu münasebetsize ne cevap
vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman Said Nursî görünür. Çünkü:
Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.
Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile
şöyle bir yorum yapsa;
“Bakara 220’. ayette
"(...) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (...)"
buyurulmaktadır. "Müfsid" (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin
"Bediüzzaman"a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in
cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.)
ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu
delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin
cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: &nb sp;
Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı
hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan
almayınız…” dese ne yaparsınız?
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 119-120,
Kastamonu Lâhikası, 30-31de şu hadis tahrif edilir;
Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün
ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif ("Ümmetinden birtakım insanlar,
kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam
edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir)."
hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam
edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi:
….. Ve’l-ilmu indallahi lâ
ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye'tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası
dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet
kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil'ittifak bin
beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve
hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç
inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi
yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar
edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat,
böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (...)
Said Nursî, hadiste belirtilen
topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık
çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E,
Said Nursî’nin muhtırı durur mu, hemen ihtar eder hadisi...
Said Nursî’nin, hesap aralarına
"Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez" anlamına gelen "lâ
ya‘lemu’l-gaybe illallâhu" cümlesini koymasının da üzerinde durmak
gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba
muttali olunmaya çalışılacak... Bu, fasıkların büyük günahları bile bile
işlerlerken "tövbe, tövbe" demelerini andırmaktadır.
Şatibi
derki; “Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili
üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur'an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak
ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası
batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur'an’da zikredildiğini iddia etmesi
bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.”
Said Nursî’nin ve onun bu saçma
sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı
yolun yolcuları için etmiş. Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım:
“Aklı zayıf olanlar, hakkı adam
ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali
buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de
tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar,
hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli.
Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır.
Bir
âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın
büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul
ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa
reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok
büyük bir dalâlettir.”
Esasen
Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı
yoktur. Bu hesaplarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de
sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için,
ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda
dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin
birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla
Said... Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur,
Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman...
İsimlerdeki bu çeşitliliğin,
hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî
davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı
sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî
davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür.
Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî
tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır.
Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin
ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini
istediği "hamd", "kufuryok"le tevafuk etmiştir. Böyle bir
anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz.
Nurcular Risalelerdeki bütün bu
çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia
ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi
için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir:
1. Bâtın mananın, Kur'an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,
2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer'î bir şahidin
bulunması,
3. Verilen bu manaya, şer'î veya aklî bir muarızın bulunmaması,
4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.
İşarî
tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre
dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin
olmadığı görülmektedir. Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar
vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin,
işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir.
Bâtınîler;
lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani,
manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları
vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre
aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla
çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima... ettiğinin delili kabul
edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır.
Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler,
lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir.
Nesefî akaid risalesinde Said-i
Nursi gibilerine şöyle der: “Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun
aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve
küfürdür.”
Gazalî Said-i Nursi gibilerine
şöyle der:
“Bazıları tevil yaptıklarına
inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin
lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür.
Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir.
Muhsin Abdülhamid, Said-i Nursi
gibi hurafeciler için şöyle der;
“Evet, bu işle uğraşan kişi
Kur'an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve
burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin
düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest
bırakılsa da Kur'an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği
manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları
anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya
koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi,
birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.”
Ne yazık ki Said-i Nursi,
ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil
etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müritleri de Said’e kanıp Risalelere iman
ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır.
Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir
akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur'an-ı Kerim tefsirinde Kur'an-ı
Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır?
Allah (c.c) Ali
İmran,7’de;
“Sana Kitabı indiren O'dur.
O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise
müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık
yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini
Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü
Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt
alıp-düşünmez.” buyuruyor. Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği,
yoruma açık ayetler konusunda biz Müslümanların "Biz ona inandık, tümü
Rabbimizin katındandır" demesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk
insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda
bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış
ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor;
“yalnız gözü bulunan kulaksız,
kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur'an’ın bir nevi alamet-i i’câzı
vardır. Şöyle ki:
Hâfız Osman hattiyle ve
basmasiyle olan Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine
bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: "ve sâminuhum kelbuhum" kelimesi,
altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki "kıtmîr" kelimesi, az
bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.”
Kehf suresinin bu ayeti,
Kur'an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (müteşabihtir) olduğu iddia
edilen "kıtmîr" (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk,
çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında
kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet
435. sayfadadır. "Ve sâminuhum kelbuhum" ifadesinin altındaki
yapraklar delinse (!) bile, "kıtmîr" kelimesi açılan deliğe denk
gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295.
sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; "kıtmîr" kelimesi 435.
sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin
isminin "Kıtmîr" olduğunu ve bunu Kur'an’ın şifreli bir şekilde
belirttiğini göstermez.
Kur'an’ın icazını bu şekilde
gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevaplarını bulmamız için Kur'an’ın
hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya
herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin
tutarlı olmasının bir gereğidir.
1. Ashab-ı kehfin isimleri ne
idi? Her hâlde Kur'an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini
belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir.
2. Yiyecek almaya giden
hangisiydi?
3. Şehirden alınan erzakın cinsi
ne idi ve miktarı ne kadardı? 4. kufuryok hangisinindi? 5. Köpeğin cinsi ve rengi
ne idi?
Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile
uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat
herhâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir.
Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur'an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret
almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir.
Hele bunları Kur'an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur.
Her şeyin en doğrusunu Allah
bilir. Selamun Aleykum
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Risale-i Nur'da Hurufîlik Çarpık bir kişilik: Said Nursi Risale-i Nur'un İçyüzü
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DOSTLAR,
Eleştirilmesi gereken Said NURSİ değil,yaşayan Nurculuktur.
Ahirette "Bu yazılanlar bana ait değil"derse,ki diyebilir.Böyle bir yüzleşmede vereceğiniz cevabında yüzünüzü kara çıkarmaması gerekir,değil mi?
Böyle bir 'risk'ne aklidir, ne de ahlaki.
Selametle
|
Yukarı dön |
|
|
Muhsin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 subat 2007 Gönderilenler: 401
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
beyaz Yazdı:
DOSTLAR,
Eleştirilmesi gereken Said NURSİ değil,yaşayan Nurculuktur.
Ahirette "Bu yazılanlar bana ait değil"derse,ki diyebilir.Böyle bir yüzleşmede vereceğiniz cevabında yüzünüzü kara çıkarmaması gerekir,değil mi?
Böyle bir 'risk'ne aklidir, ne de ahlaki.
Selametle |
|
|
Selam, dostum, Ahirette, yalan olmadigini Kurani kerimde Allah bizlere bildirmis,kisi yalan söylemeye kalkarsa agzi mühürlenir. herkez kendi hesaba cekilecegini unutmasin.(Kurani kerimden) bizler Tek Kurani kerimle yetinmeyi ugras verelim,ve Rabbimizden yardim dileyelim. Söz konusu Said nursi,olunca,O sahis beni hic ilgilendirmiyor.Samanyolu Tv de bazen ondan bahs ediyor hocalar, ve aciklik geitrmeye calisyorlar,sanki Kurani kerim eksikmis gibi! HASA Akillarini kullanmiyorlar,o kadar basit. Birde Said nursinin savunmasini yapmazlarmi,isde ozaman sinirlerim tepeme cikiyor.Sabir yarabbim. ...............Aklimizi isletelim..........
|
Yukarı dön |
|
|
Ramazan62 Newbie
Katılma Tarihi: 04 kasim 2006 Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba arkadaşlar
Alperen yazdıklarınla ve vermiş olduğun linkler ve formlara şöyle bir göz attım ve bu güne kadar savunduğum ve herzaman ve her yerde söylemeye çalıştığım konulara ışık tutulmuş ve bende bu ışıktan yararlanmaya çalıştım. Emeği geçen herkese teşşekkürler ediyorum. Yalnız bu konuları biz kime anlatıyoruz, ben bu cematlerde bulunmuş ve onlarla birlikte hareket eden Risale_i Nuru kendilerine rehber edinmişlere ve dokunulmaz ilan etmişlere bu güne kadar birşeyleri kabul ettiremedim.Kendilerinin alim olarak kabul ettiklerine kesinlikle dokundurtmuyorlar ama kendileri aksini iddia edenlere veryansın etmekten geri kalmıyorlar vede bunu cihat olarak kabul ediyorlar. Başkası seni ve cematinle birlikte önderini eleştirdiği zaman olmaz, ama sen başkalarını sadece kur'an dediği için onlara her şeyi söylemek,Yakıştırmak ve yapmak mübah. bu ne biçim bir dini anlayıştır anlamış değilim. Gerci bu anlayış sadece bunlara has değik. İnsanlar Peygamberler hariç diğerleri eleştirilebilir olması lazım geliyor bana. Milletvekillerinde olduğu gibi dokunulmazlıkları mı var bir yerlerde yoksa ben bilmiyorum. Bu alimlerin kuran merkezli anlatımlarına ammenna ama bunu kendi anlayışlarını desteklemede kullanmak amaclı çarpıtmalara hayır.
Birde bu alimler kendileri böyle birşey söyleyip söylemeği konusu var. Söyleyip söylemediği değil o kapıyı açmiş olması bence daha önemli. Nasıl mı? Kur'anı kendi amaçları doğrultusunda kesin delilleri olmadan ve hayali olaylarlada birleştirerek tefsir yapmak nedir? Kur'an da kendilerine bir yerler edinmek ve kendilerini işaret ettiğini ima bile etmek bence en büyük eleştiriyi hak eden demek.
Eleştirilmez bir ALLAH c.c
Bu eleştirileri yaparken kendimide eleştirilmez kabul etmiyorum. (Saygı ve Adap Çercevesinde) Yukarıda ki beyanlarım sadece bir görüş, Aksi ispet edilene kadar.
Selam ve Sayğılarımla
|
Yukarı dön |
|
|
Muhsin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 subat 2007 Gönderilenler: 401
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam, saygi deger dostum,Ramazan62 ve digerleri Su ayetleri okuyan insan,aklini calistirdimi,geriye kalan sorunlar cözülmüs olur bence.
Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse, biz ona bir şeytanı arkadaş veririz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. ( Zuhruf, 36) . 99 - (Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir zikir (düşünüp kendisinden ibret alınacak bir kitab) verdik.
100 - Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi Hadise inanıyorlar? (45 Casiye 6)
Zümer(27) Yemin olsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler
Umarim yardimci olabildim. Saygi ve selamlarim ile.
|
Yukarı dön |
|
|
polat27 Newbie
Katılma Tarihi: 22 subat 2007 Gönderilenler: 9
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
sayın Ramazan 62;
Bizim bu yazıları yayınlamamızın amacı Said nursi ve risale hakkındaki insanların bakış açılarını düzeltmek için kamoyu oluşturmak; Tevhid dinin tebliğini haber yapmaktır.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|