Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
SELAM KARDEŞLER
NAMAZ KAÇ VAKİTTİR?
Namazın amacı, insanın manevî yücelmesini sağlamak,
kişiyi topluma yararlı iyi bir insan hâline getirmek
olduğundan, vücudun beslenmesindeki üç öğün gıda gibi namaz da
öğünleştirilmiştir. Yani, belirli vakitlerde namaz kılınması istenerek
insanın manevî beslenmesinin sürekli olması sağlanmıştır. “Fiilî dua”
anlamına gelen “salât (namaz)”ın, müminler için günün belli
vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması öncelikle, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesini gütmektedir.
Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır ki, insanın içsel
yönelişlerinin ihmal edilmesi, onu manen kör bir varlık haline
getirmekte ve bunun sonucunda da insan, iyi bir yapıcı toplum elemanı
olamamaktadır. Dolayısıyla, insan için namaz çok önemli bir ödev
durumundadır ve bu sebeple de günün belli vakitlerinde (sabah, akşam ve
gece) zorunlu olarak namaz kılması emredilmiştir:
Nisa; 103: Sonra (korku hâlindeki) namazı
tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın.
Sükûnet bulduğunuzda/ güvene erdiğinizde, namazı ikame edin. Hiç
şüphesiz ki namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.
Ayetteki “vakti belirlenmiş yazgı” ifadesinden
anlaşılmaktadır ki; namaz, sadece vaktinde farzdır, vakti gelmeden farz
olmaz, vaktinin dışında da kaza edilmez. Vaktinde kılınmamış namaz,
vaktinde yenilmemiş yemek veya vaktinde alınmamış ilaç gibidir, yani
geçen geçmiş olur. (Bu husus “Namazın Kazası” başlığı ile başka bir
yazımızda açıklanmıştır.)
Bizlere namaz kılmayı emreden Yüce Rabbimiz,
namazları hangi vakitlerde kılmamız gerektiğini de, (bizi şeyhe, imama,
müçtehide muhtaç bırakmadan) Kur’an’da açıkça bildirmiştir:
Hud; 114: Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.
Bu ayette peygamberimize gündüzün iki tarafında (yani sabah ile akşam) ve gecenin yakın zamanlarında (yani “yatsı”) olmak üzere toplam üç vakitte namaz kılması emredilmiştir.
İsra; 78, 79: Güneşin dülûkundan (batmasından, kaybolmasından) gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabah Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir. Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir nafile olarak sen, onu (gece namazını) teheccüd et (uyanıp kıl)! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.
Bu ayetlerde de aynı şekilde peygamberimize,
güneşin batmasından gecenin karanlığına değin (akşam), tan yeri
ağarırken (sabah) ve geceden bir bölümde (yatsı) namaz kılması
emredilmiştir. Yani, emredilen vakitler; sabah, akşam ve gece
(“yatsı”)dir. Ayrıca peygamberimize özgü bir ayrıcalık olarak nafile olmak üzere (asıla ziyade olarak, yani ek görev olarak) onu (gece namazını) teheccüd etmesi (gece uyuyup uyanarak kılması) emredilmiştir.
Dikkat edilirse, Hud suresinin 114. ayeti ile İsra
suresinin 78. ve 79. ayetlerinin ifadeleri aynı olup, bu ayetler
namazın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler, Kur’an’ın genel
üslûbuna uygun olarak; aynı anlamın, değişik üslûp ve özdeş kelimelerle
ifade edilmesi suretiyle belirtilmiştir.
Bu ayetlerde, akşam, sabah ve gece namazı olmak üzere üç vakit namaz emredilmekte olup, bu ayetlere göre öğle ve ikindi namazlarının farz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Peygamberimizin bazı uygulamalarından, özellikle de öğle ve ikindi
namazını bazen beraber kılmasından da, öğle ve ikindi namazlarının farz
olmadığı, yani namazın aslının beş vakit olmadığı kesin olarak
anlaşılmaktadır. Ama işin aslı, bu konuda ortalıkta dolaşan rivayet
dalgaları arasında kaybolmuştur. Oysa, namazı beş vakit olarak
ifade eden rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da namaz vakitlerini
düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren
rivayetlerdir.
Meselenin aslını öğrenebilmek için bu ayetleri iyi
anlamak, ayetleri iyi anlamak için de, ayetlerde geçen “dülûkuşşems”,
“kur’an-el fecr”, “taraf”, “teheccüd” ve “nafile” sözcüklerinin ne
demek olduklarını iyi bilmek gerekmektedir.
“Dülûkuşşems”; “Güneş’in batması, gözden
kaybolması” anlamındadır. Ama bazı yorumcular buna “eğilmesi” anlamını
vermişlerdir. Tac-ül Arus ve Lisan-ül Arab’ın verdikleri bilgiye göre
“dülûk sözcüğüne “eğilme” anlamının verilmesi, namazı beş vakit olarak
anlayabilme amacı gütmekteymiş. (!) (Tac-ül Arus, c: 13, s: 560, 561
ve Lisan-ül Arab, c: 3, s: 398, 399)
“Dülûk” sözcüğünün gerçek anlamına
göre “dülûkuşşems” tamlaması; akşam vaktini ifade eder. Nitekim,
dördüncü halife Ali, Abdullah ibn Mesûd, Said ibn Cübeyr, Nehâî,
Mükatil, Dahhâk, Süddî, İbn Abbas ve Mücahid bu anlamı tercih
etmişlerdir.
Buna karşılık “dülûk” sözcüğüne “eğilme” anlamı
vererek sözcükten öğle vaktini anlayanlar da olmuştur. Klâsik
kaynaklarda, İbn Ömer, Cabir, Atâ, Katâde ve Hasan’ın bu görüşü
benimsedikleri bildirilir.
İsra suresinin 78. ayetinde yer alan bu sözcükten,
her iki anlamın birden anlaşılabileceği ileri sürülse de, namazın
vakitlerini belirleyen diğer ayet olan Hud suresinin 114. ayetindeki
ifadeler, “dülûküşşems” tamlamasından, “Güneş’in eğilmesi” anlamının
çıkarılmasına ve bu anlamdan da ayette öğle namazının kastedildiğinin
sanılmasına engel olur. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde
peygamberimize “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda namaz kılması” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde geçen “zülefen” sözcüğü, İsra suresinin 78. ayetinde geçen “ğasak”
sözcüğü ile aynı anlamda olup; “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk
saatleri” demektir. Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine
karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak anlaşılmaktadır ki, İsra
suresinin 78 ve 79. ayetlerinin emri ile Hud suresinin 114. ayetinin
emri aynıdır ve bu ayetlerde, namaz kılınacak vakitler, özdeş kelimeler
kullanılmak suretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.
Diğer taraftan, bir çok yorumcu da “dülûkuşşems”
ile “ğasakılleyl” tamlamalarının ayrı zamanları ifade ettiğini ileri
sürmüştür. Oysa bunlar, ayrı zamanları değil, bir vaktin başını ve sonunu ifade etmektedirler.
İsra suresinin 78. ayetinde “güneşin batmasından itibaren karanlığa
kadar” namaz kılınması emredilmiştir. Bu ifade, iki namazın değil, bir
tek namazın, yani akşam namazının vaktini belirlemektedir.
Ayette geçen “kur’an-el fecr”; sabah okuması, yani sabah namazıdır.
“Taraf”; “nahiye, yan bölge” demektir. Bir
şeyin “taraf”ından söz edildiği zaman, o şeyin içi değil, dışı
anlaşılır. Nitekim Fıkıh’ta “İnsanın iki tarafı” ifadesinden; bir taraf
olarak insanın anası, babası, dedesi, yani atası, diğer taraf olarak da
çocukları ve torunları anlaşılır. Benzer şekilde “masanın iki tarafı”
denildiğinde de; masanın ikiye ayrılmış hâldeki iki parçası anlaşılmaz,
masanın sağında ve solundaki şeyler anlaşılır.
“Taraf” sözcüğünün çoğulu “etraf” sözcüğü olup, bu
sözcük Türkçeye, aynen Arapçadaki anlamı ile geçmiştir. “Etraf” sözcüğü
de yöneltildiği şeyin dışı ile ilgilidir. Meselâ, bir kimseye “Etrafına
bak” dendiği zaman, o kişi eline, yüzüne, vücuduna değil, sağına,
soluna, önüne ve arkasına bakar. Bu örneği “ülkenin etrafı” dendiğinde
ülkenin dışının kastedildiği ve anlaşıldığı, “Dünya’nın etrafı”
dendiğinde Dünya’nın dışının kastedildiği ve anlaşıldığı şeklinde
çoğaltmak mümkündür.
Ayetteki “Gündüzün iki tarafı” ifadesinden de,
“gündüz”ün dışında kalan “sabah” ve “akşam” vakitleri anlaşılır. Yoksa
bu ifade, “gündüz”ün kısımları, birer parçası olan “kuşluk” ve “ikindi”
vakitleri demek değildir.
“Teheccüd” sözcüğünün kökü olan “hecd”
sözcüğü, “ezdat”tan olup, iki zıt anlamı da ifade eder. Yani hem
“uyumak” hem de “uyanmak” demektir. “Hecd” sözcüğünün bazı türevleri
şöyle meşhurlaşmıştır: “Hâcid”; “uyuyan”, “tehcid”; “uykuyu gidermek,
uyandırmak”, “teheccüd”; “uykudan uyanıp namaz kılmak”, “müteheccid”;
“geceleyin uyanıp namaz kılan kimse”.
“Nafile” sözcüğü; “asıl üzerine yapılan
ziyade (ek)” demektir. Buradan da anlıyoruz ki peygamberimiz, gece
namazını herkes gibi karanlık bastıktan başlayıp tan ağarıncaya kadar
olan zaman içinde kılmayacak, uyup uyanarak kılacaktır.
Sözcük anlamlarının tahlili neticesi de bize
göstermektedir ki, bu ayetlere göre öğle ve ikindi vakitlerinde namaz
kılınması söz konusu değildir. Ayetlerden anlaşılan, sabah, akşam ve gecenin bir kısmında namaz kılınması ve peygamberin ise bu gece namazını teheccüd etmesidir.
Kur’an’a göre üç vakit olarak vakitlenmiş olan namazların ikisi, bir başka ayette isimleriyle de anılmıştır:
Nur; 58: Ey iman edenler! Elleriniz altında bulunanlarla, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah namazından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, ışa (akşam) namazından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir (açık ve korumasız, üç zamandır). Bunlar
dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar,
birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor.
Allah Alim’dir, Hakim’dir.
Sonuç olarak, İsra suresinin 78, 79.
ayetlerinde üç vakitte; sabah, akşam ve gece vaktinde üç namaz
emredildiği gibi, Hud suresinin 114. ayetinde de aynı şeyler
emredilmiş; üç vakit (sabah, akşam ve yatsı) namaz kılınması
bildirilmiştir.
Vakitleri bildiren ayetlerde ilk muhatap
peygamberimiz olmasına rağmen, emir tüm ümmeti kapsamaktadır. Çünkü
ümmete verilen emirler, ümmetin örneği, rehberi, imamı olmak sıfatıyla
önce onun şahsında yer tutmakta, ümmeti de onun her yaptığını
yapmakla yükümlü bulunmaktadır:
A’râf: 158: De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben,
göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir ilâh
bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın size, hepinize
gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, ümmî
peygamber olan elçisine iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş
olasınız.”
Bu noktada hemen belirtmek gerekir
ki, peygamberimize uymayı emreden bu ayet, peygamberimizin öğle ve
ikindi vakitlerinde namaz kıldığı hakkındaki rivayetlere dayandırmak
suretiyle, öğle ve ikindi vakitlerinin de namaz kılınması emredilmiş
vakitlerden olduğu yolunda ileri sürülen iddiaları destekler mahiyette
bir ayet değildir.
Bir çok yazımızda açıklamıştık ki, dinimizdeki
namaz, oruç, hacc ve zekât görevleri, İbrahim peygamberden sonra gelmiş
peygamberlerin şeriatlarında da mevcuttur. Mâûn suresinden ve Enfal
suresinin 35. ayetinden, Mekkelilerin de namaz kıldıkları
anlaşılmaktadır. Hatta Alak suresinin 9, 10. ayetlerine göre
peygamberimiz de peygamber olmazdan evvel eski dinî inancı gereği namaz
kılmaktadır. Fakat bu namazlar, Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla,
özelliğini yitirmiş namazlardır. Dinimiz, sehivle, el çırparak kılınan
bu namazları düzeltmiş, namazı huşu ekseni üzerinde yeniden
şekillendirmiştir. Peygamberimizin de, Kur’an tarafından belirlenen bu
şekle ne bir ilâve ve ne de bir eksiltme yapması mümkün değildir. Bu
durumda A’râf suresinin 158. ayetinin, Hud suresinin 114. ve İsra
suresinin 78, 79.ayetleri ile açık bir çelişki arz ederek rivayetleri
desteklediğini değil, rivayetlerin Kur’an ayetlerine uymadığını
düşünmek, daha mantıklı ve dinimize uyan bir davranıştır. Zaten
yukarıda da belirttiğimiz gibi, namazı beş vakit olarak ifade eden
rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da namaz vakitlerini düzenleyen
ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.
Özetlemek gerekirse; sabah, akşam ve gece
(yatsı) namazı vakti (üç vakit), Kur’an ile sabittir. Öğle ile ikindi,
-eğer rivayetler doğru ise- peygamberimizin kendi uygulamalarıdır,
Allah tarafından emredilmemiştir.
Vakitleri Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78,
79.ayetleri ile belirlenmiş olan namazın rekât sayısı ise Nisa
suresinin 101-103. ayetlerinde belirlenmiştir. Nisa suresinin 101.
ayetinde korku hâlinde namazın kısaltılabileceği bildirilmiş, 102.
ayette de kısaltılmış namaz tarif edilmiştir. Buna göre, namaza
duranlar secdeden sonra arkada bekleyenlerle yer değiştireceklerdir.
Yani kısaltılmış olarak kılınacak namaz, kıyam, rükû ve secdeden
ibarettir; bir rekâttır. 103. ayette ise, korku hâlinin geçmesinden
sonra namazın tam bir biçimde yerine getirilmesi istenmektedir. Nisa
suresinde verilen bu bilgilerden, namazın iki rekât olduğu
anlaşılmaktadır.
Namaz vakitleri, Hud suresinin 114. ve İsra
suresinin 78, 79. ayetleri ile, namazın rekât sayısı ise Nisa suresinin
101-103. ayetleri ile, MEDİNE DÖNEMİNDE son şeklini almış, ve bu
konuya ilgili ayetlerle son nokta konmuştur. Biz, peygamberimizin ve
sahabenin bu konularda farklı uygulamalarda bulunduklarını söyleyen
rivayetlerin, onların bu ayetler inmezden evvelki uygulamalarını
aktardığını düşünüyoruz.
Hud ve İsra surelerinin başlarında MEKKÎ oldukları
yazsa da, Hud suresinin 12, 17 ve 114. ayetleri ile İsra suresinin
72-80. ayetleri MEDENÎdir. Hatta her iki surenin tamamının MEDENÎ
olduğunu ileri sürenler de vardır.
Bir çok yorumcu, bu ayetlerdeki kesin ifadelere
karşı çıkamamışlar, ama namazın “beş vakit” olduğuna dair rivayetlerde
yer alan iddiaları meşrulaştırabilmek için pek çok yol denemişlerdir.
Namazın beş vakit olduğunu ispat için sarf edilen
gayretlerden bir tanesi; bu ayetlerin Mekkî oluşundan yola çıkarak,
rivayetlerin Medenî olduğu (Miraç rivayetlerindeki gibi), dolayısıyla
bu ayetlerin mensuh olduğu iddiası, diğer bir tanesi de; aşağıdaki
ayetlerin anlamlarının bozulmak suretiyle mesnet olarak kullanılmak
istenmesidir:
Kaf; 39, 40: O nedenle, sen onların söylediklerine
karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini
hamd ile tesbih et ve geceden bir bölümde. Ve secdelerin artlarında da
O’nu tesbih et.
Ta Ha; 130: Artık onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, hoşnutluğa erebilesin.
Rum; 17, 18: O hâlde tesbih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de... Göklerde ve yerde hamd de O’na, gece sırasında da öğleye erdiğinizde de...
Leyl; 1, 2: Ant olsun bürüyüp örttüğü zaman geceye Ve parıldadığı zaman gündüze,
Şems; 1-4: Güneş’e ve onun parıltısına ant
olsun ki, onu izlediği zaman Ay’a, ona parlaklık verdiği zaman
gündüze, onu sarıp örterken geceye,
Dikkat edilirse, bu ayetlerde namaz vakitlerini ve
namaz sayısını belirleyen bir ifade yoktur. Bu ayetlerde; gündüz ve
gecenin belli başlı zamanlarında (ki ifadelerden “her an” anlamı çıkar)
Allah’ı anmak, O’nu unutmamak, O’nu tesbih etmek emredilmekte ve
Allah’ı anmanın, gönlü huzura kavuşturacağı vurgulanmaktadır. Bu
ayetlerden namaz kılınacağını anlamak ve iddia etmek, tamamen hatalı
bir davranıştır.
Farz namazlar niçin geceye tahsis edilmiştir?
Hud ve İsra surelerinde yer alan ayetlerle
belirlenen namaz vakitleri (akşam, sabah ve gece), günün gece
bölümündedir. Bu durumun hikmeti de yine Kur’an’da mevcuttur:
Müzzemmil: 1-7: Ey örtüsüne bürünen!
Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç, gecenin yarısını ayakta geçir veya
bundan biraz eksilt. Ya da buna biraz ekle: Ve Kur’an’ı ağır ağır,
düşüne düşüne oku.Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz
bırakacağız.Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin
kalkan, yer tutma bakımından daha güçlüdür (söz bakımından daha
etkilidir).Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/ uzun bir
uğraşı vardır.
Gündüz, ister sıradan birisi olsun ister
peygamber olsun herkes için çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman
bölümüdür. Namaz ise, yine kim olursa olsun herkesin kendini vermesi,
konsantrasyon (huşu’ ve hudu’) içinde olması gereken bir faaliyettir.
Ama iş, güç, harç, borç gibi telaşların hep gündüz cereyan etmesi,
günün bu bölümünde insanların kendilerini bütünüyle namaza vermelerini
mümkün kılamamaktadır. Çünkü herkesin aklı fikri işindedir, işlerin bitmesi gerekmektedir. Nitekim konuyu iyi anlayanlar; “Ğıllı ğışla namaz olmaz.”
demişlerdir. Tabiî ki burada kastedilen namaz, İslâm’ın emrettiği
namazdır, yoksa çoğunluğun “yasak savmak” kabilinden kıldığı ve kıldık
sandığı şeklî namaz değildir. Çünkü, huzursuz, kafada bin bir gailenin
yer aldığı zamanlarda, bilinçsizce kılınan namaz, gerçek namaz değil,
bir şekildir. Gerçek namaz, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a
teslim ederek kılacağı namazdır.
İşte bu sebeple Yüce Allah bizlere namaz için vakit
olarak akşam, sabah ve gece saatlerini belirlemiş ve gündüz de
çalışmaya ayrılmıştır. Yani, Rabbimizin, namaz için gönlün boş ve
huzurlu olacağı zamanları seçmesi boşuna değildir.
Görüldüğü gibi, bu hususlar Müzzemmil suresinin
1-7. ayetlerinde çok net olarak ifade edilmiştir. Gündüz boyu herkes
için dağınık yerlerde, dağda bağda vs. işlerde uzun uğraşılar vardır
ama dışarıdaki bütün işler günün sona ermesiyle biter ve insanlar bu üç
vakitte sükûnet için evlerine dönmüş olurlar ve hepsi bu vakitlerde
evlerinde bulunurlar. Böylece cemaat olmaları, camiye gelebilmeleri de
mümkün duruma gelmiş olur.
Kutuplarda namaz vakti
İslâm dini evrensel bir din olduğuna ve tüm
kuralları dünyanın her noktasında geçerli olduğuna göre, senenin
yarısının gece, yarısının da gündüz olarak yaşandığı kutup bölgelerinde
namaz ve oruç ibadetleri nasıl uygulanacaktır?
Bu konu, İslâm’ın evrensel olmadığı düşüncesinin
teyidine yönelik olarak entelektüel geçinen bazı çevreler tarafından
yeni ortaya atılmış bir mesele olarak gözükse de, aslında çok eskiden
beri İslâm bilginlerinin düşünüp değerlendirdikleri bir konudur.
Konuya kitabında ilk yer veren, XI. yüzyıl
fakihlerinden Ebu-l İhlas Hasan ibn-i Ammar eş- Şürunbilâlî’dir. Bu
şahsın “Nur-ul İzah Şerhi, Merakıyelfelah” adlı eserinde (bu kitap
Türkiye’de çok meşhur olup, tüm ilâhiyat eğitimi veren okulların temel
fıkıh öğreti kitabıdır) konu şöyle açıklamıştır:
“Güneşin, batar batmaz hemen doğduğu ülkeler
vardır. Burada namazın sebebi olan vakit bulunmadığı için yatsı ve
vitir namazları yoktur. Ancak bir sene kadar sürecek Deccal Günleri’nde
namaz vakitleri takdir edilir. Yani, namaz vakitleri için belirli
saatler ayrılır. Namazlar, o saatler içinde kılınır. Alım satım, oruç,
hacc ve iddet gibi meselelerde de takdire göre hareket edilir.”
Not: İslam fakihleri bu konuya, kutuplardaki
vakti bilerek düşünerek değil de, “Deccal Günleri” adıyla meşhurlaşmış
bir söylentiye cevap mahiyetinde çözüm üretmişlerdir. Bu söylentiye
göre; ileride öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman dünyanın her
yerinde yılın yarısı gece, yarısı da gündüz olacaktır. Ancak bu “Deccal
Günleri”, muteber olmayan bir rivayettir ve teferruatının burada gereği
yoktur.
Görüldüğü gibi eski zaman din bilginlerince, vakti olan namazların kılınacağı, vakti olmayan namazların kılınmayacağı, oruç için ise gündüzün sürelerinin insanlar tarafından takdir edilecek olduğu söylenmiştir.
Bu tarz takdirler yapılırken her şeyden evvel Yüce Rabbimizin şu ayetleri dikkate alınmalıdır:
Rahman; 5: Güneş ve Ay bir hesap iledir (hesaba bağlıdır).
En’âm; 96: Tan yerini yarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı zaman ölçüsü kılmıştır. Bu, Güçlü Olan’ın, Bilen’in takdiridir (belirlemesidir).
Tövbe; 36: Gökleri ve yeri yarattığı gündeki Allah’ın yazgısına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. …
Bakara; 189: Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir. ...”
Ayetlerde, Ay ve Güneş hareketlerinin bir ölçü
olduğu bildirilmektedir. Demek ki bu ölçüyü iyi bilmemiz ve ihtiyaç
duyulan hâllerde kullanmamız gerekmektedir. Nitekim kutuplarda bulunan
bir Müslüman için bu ölçüler gerekmekte ve bu ölçüler kullanılarak
kutuplarda da, ekvator üzerinde yaşayan bir Müslüman gibi Ramazan
ayının hilali görüldüğünde oruca başlanabilmekte, Şevval ayının hilali
görüldüğünde oruç bırakılabilmekte ve günün vakitleri de bu ölçülerle
eş zamanlı olarak takdir edilebilmektedir.
Bu modern çağda ise artık insanın takdirine gerek
kalmamıştır. Radyo, televizyon, telsiz gibi araçlarla, istenilen
bölgenin zaman dilimleri (gece-gündüz saatleri) sadece kutuplardan
değil, uzaydaki herhangi bir noktadan da kolay ve gayet isabetli olarak
takip edilebilmektedir. Kısacası, anormal beldelerde bulunan insanlar
hayatlarını, normal bölgelerde yaşayan insanlarla eş zamanlı hâle
getirebilme imkânına sahiptirler. Zaten anormal bölgelerdeki yaşam da,
normal bölgelerde uygulanan sürelere göre ayarlanmaktadır. Yani
kutuplardaki veya uzaydaki insanlar, çalışma ve dinlenme saatlerini,
yemek düzenlerini, normal koşullardaki insanlar gibi belirlemekte,
kutuplardaki hiç kimse altı ay uyuyup altı ay çalışmamaktadır.
Bu durumda, bir Müslüman’ın kutuplara değil, uzaya
bile gitmesi durumunda, uzayda gece ve gündüz olmadığından tüm
vakitlerin ortadan kalktığını ileri sürmesi ve namaz yok demesi mümkün
değildir. Uzayda da vakit takdir edilmeli, namazlar vakitlerinde
kılınmalıdır.
Hakkı Yılmaz
__________________ TOPRAK ERDEM
|