Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam... Aşağıdaki yazı, istekuran.com sitesinden alıntıdır.
KÂLÛ BELÂ BEZM-İ ELEST Hiç
kuşkusuz inanıyor ve biliyoruz ki Kur’ân, Mübin ve mufassaldır. Böyle
olmasına rağmen Kur’ânda geçen bazı ifadeler, cümleler sanki
anlaşılmamış ve anlaşılamazmış gibi, bunlara açıklamak için tutarsız
rivâyetler ve yorumlar yapılmıştır. Bu nedenle de müslümanlar arasında,
Dinimizle alakasız binlerce acaip kavram ve inanış ortaya
çıkarılmıştır. Konumuz olan Kâlû Belâ (Elest Bezmi) konusu da bunlardan
birisidir. Kâlû belâ, Bezm-i Elest adlarıyla özel bir tasavvuf kültürü
ve edebiyatı da oluşturulmuştur.
A’raf
suresinin 172-174. âyetleri dirâyetle açıklanmamış, açık olmayan, gaybi
manalar içeren bir âyet muamelesi görmüştür. İş böyle olunca da bu
âyeti anlamak ve anlatmak uydurmacılara kalmıştır. Şimdi bu ayetlere
dirâyetsizce yapılan meali görelim. Bu meal piyasada bulabildiğiniz
meallerin ekserisine aittir.
A’raf suresi âyet 172-174: “Hani
Rabbın; âdemoğullarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini
nefislerine şahit tutmuş: Ben sizin Rabbınız değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdi ki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.
Veya
daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise, onların ardından
gelen bir nesiliz, bizi bâtıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak
eder misin? demeyesiniz.
İşte biz âyetleri böyle uzun uzadıya açıklarız. Belki dönerler diye.”
Bu
meallerden siz de bir şey anlamadınız. Arapça biliyor iseniz siz de
böyle meallendirirseniz siz de bir şey anlamazsınız, anlayamazsınız.
Anlayabilmek için rivâyetçilerin eteğinden tutmanız gerekir. Onlar size
“Rasülüllah bu konuda şöyle buyurdu” diye açıklamalar yapar, yalan
yanlış hepsini de Rasülüllah’a fatura eder. Siz de paşa paşa kabul
edersiniz.
İbn-ü Kesir
tefsirinde bu konuya ait on tane rivâyete yer verirken, Suyutî
ed-Dürrü-l Mensur’da elli kadar rivâyete yer verir. Bunlar birbirinden
farklı meseleler içeren rivâyetlerdir. Bunlara bakıp, akıllı
düşünürseniz, “Peygamber efendimiz ne tutarsız adammış, bir dediği
diğerini tutmuyor!” demek zorunda kalırsınız. Biz Rasülüllah efendimizi
böyle bir kusurdan tenzih ederiz.
Rivâyetlerden Kütüb-ü Sitte’de yer alan ikisini burada alalım.
Rivâyet 1: “Müslim
İbnü yesar el Cühenî anlatıyor: “Hz. Ömer RA.dan, “Rabbin
Âdemoğullarından; bellerinden zürriyetlerini ...(A’raf 172-173)”
âyetinden soruldu. Hz. Ömer RA. şu cevabı verdi: “Bu âyetten
Rasülüllah’a da sorulmuştu. O şöyle açıkladı: “Allah, Âdem’i yarattı
sonra sağ eliyle meshedip ondan bir zürriyet çıkardı ve: “Bunlar cennet
içindir, bunlar cennet ehlinin ameliyle amel ederler” dedi. Rabb Teala,
ikinci defa sırtını okşadı, ondan bir nesil daha çıkardı ve: “Bunları
da cehennem için yarattım, bunlar da cehennem ehlinin amalini
işleyecekler” dedi.
Cemaattan
bir adam: “Ey Allahınrasülü! (Kaderimiz ezelden yazılmış ise) niye amel
ediyoruz? diye sordu. Rasülüllah şu açıklamayı yaptı: “Allah bir kişiyi
cennet ehli olarak yaratmışsa onu cennet ehlinin amelinde çalıştırır.
Öyle ki cennetliklerin bir ameli üzere ölür ve Allah da onu cennetine
koyar. Aksine bir kulu da cehennem ehli olarak yaratmışsa, onu da
cehennemliklerin amelinde istimal eder. Öyle ki bu da cehennemliklerin
bir ameli üzere ölür, Allah da onu cehenneme koyar.” Muvatta, Kader 2,
Tirmizi, Tefsir, A’raf, Ebu Davut, sünnet.
Rivâyet 2: “Ebu
Hüreyre anlatıyor: “Rasülüllah buyurdular ki: “Allahü Zülcelal
Hazretleri Âdem’i yarattığı zaman sırtını meshetti. Bunun üzerine
kıyamete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan her birinin iki
gözü arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Âdem’e arzetti.
Âdem: “-Ey Rabbim bunlar kim? diye sordu. “-Bunlar senin zürriyetindir” dedi. Onlardan bir tanesi dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna gitmişti. “-Ey Rabbim şu da kim?” diye sordu. “-Dâvûd!” deyince. “-Pekala ne kadar ömür verdin?” diye sordu. “-Altmış yıl!” dedi. Âdem: “-Ey Rabbim, ona benim emrimden kırk yıl ilave et!” dedi. Rasülüllah buyurdular ki: Âdem’in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Âdem ona:
“-Yani benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?” dedi. Melek: “-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Dâvûd’a vermedin mi?” Âdem
inkar etti, zürriyeti de inkar etti, Âdem unuttu ve meyveden yedi.
Zürriyeti de unuttu. Âdem hata işledi, zürriyeti de hata işledi.”” Tirmizi Tefsir, A’raf.
Şimdi bu meal ve rivâyetlere dayanılarak oluşmuş inancı özetleyelim. “Allah-ü
Teala henüz vucutları yaratmazdan evvel bir yerlerde ruhları karşısına
toplamış. Onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş. Onlar
da “Belâ. Hiç şüphesiz sen bizim Rabbimizsin” diye ikrarda bulunmuşlar.
İşte o zaman ruhlar müslüman olmuşlar. ........”
Rivâyetlerde
bu sözleşmenin nerede, ne zaman ve nasıl olduğu konusunda da çıkmaza
girilmiştir. Bazı rivâyetlerde bu sözleşmenin Neman bölgesinde
(Arafat’tan Mina’ya kadar olan vadi) yapıldığı bazı rivâyetlerde de
Taif ile Mekke arasındaki bölgede yapıldığı yer alır. Zamanıyla ilgili
ortaya atılan görüşleri de iki kısımda toplamak mümkündür.
1-
Allah’ın insanlardan aldığı ahid insan türünün fiilen dünyaya
gelişinden önce gerçekleşmiş, bütün insanların zürriyeti Âdem’in
sırtından zerreler halinde çıkarılmış, onlara ruh ve akıl verilerek
ilahi hitapta bulunulmuş, onlar da buna sözlü olarak cevap vermişler.
Bu, gerçekten olmuştur, mecazi ve temsili bir anlatım değildir.
2-
İnsanların bedenleriyle birlikte dünyaya gelmelerinden önce zerreler
halindeki zürriyetlerinden topluca alınmış bir ahid yoktur. Naslarda
sözü edilen sözleşme mecazi anlamda olup bedenlerin yaratılmasıyla
gerçekleşmiştir.
Aklen ve naklen tahlil: İkinci
rivâyeti tekrar okuyunuz. İtiraza karşı Rasülüllah efendimizin sözde
yaptığı açıklamayı anlamaya çalışınız. Bu düpedüz Cebriye’ciliktir.
Açıklama, açıklama olmamıştır.
Konumuz
âyette “benîâdem” Âdemoğulları (insanlar), ve “zürriyetehüm”
Âdemoğullarının zürriyetleri/soyları, “min zuhurihim” Âdemoğullarının
sırttları/belleri/sulbleri” diye insan soyundan çoğul olarak
bahsedilir. Âyette kesinlikle Âdem’den bahsedilmez. Yukarıda gördüğünüz
gibi rivâyetler hep Âdem odaklıdır.
Herhangi
bir sözleşmede taraf olacakların akıllı ve reşit olması gerekir. Orada
zerrelerden bahsedilir. Bildirilmemiş bilgiler verilmeye çalışılır. Söz
konusu sözleşmeyi bilen hatırlayan da yok. Böyle bir sözleşmeden kimse
de sorumlu tutulamaz.
Âyette
bahsedilen “ataların şirki bahanesi” Âdem’e fatura edilemez. Âdem
müşrik değildi. Gerçi A’raf suresinin 189. âyetini açıklamada Âdeme
şirk de isnat edilir. Şeytana kulluk yaptırırlar. Âdem çocuğuna
“Abdülharis/ şeytanın kulu” adını verdiğini ileri sürerler.(!) (Razi,
İbn-i Kesir)
Rivâyetler dikkate
alınırsa insan, mîsak vaktinde, dünyada, kabirde, kıyamette hayat
bulmuş olur. Bu kez de, mîsaktan sonra, dünyada, kabirde olmak üzere
ölmesi gerekir bu da Kur’ân’a (Mü’min suresi âyet 11, ve Bakara suresi
ayet 28)ve gerçeğe terstir. Söz konusu ayetlerde , insanın doğmazdan
evvel ölü olduğu, canlanıp dünyaya geldiği, sonra öldüğü ve sonra da
dirilip haşrolduğu bildirilir.
Rivâyetleri
tahlil ederken daha onlarca ta’n noktası sıralayabiliriz. Konuyu iyi ya
da kötü yönüyle araştırmak isteyenler İbn-i Kesir’den ya da Elmalı
Tefsirinden okuyabilirler.
Görüyorsunuz
ki bir delinin kuyuya attığı taşı bin değil milyonlarca akıllı
çıkaramıyor. Kimse bir türlü mızrağı çuvala sokamıyor.
Âyetin özüne dönelim biz. Atmışlar işte, yalan uydurmuşlar. Utanmadan da tutarsız yalanlarını Rasülüllah’a fatura etmişler.
Sorarlar: -Ne zamandan beri müslümansın? Cevap: -Kalû belâ’dan beri. Bir başka komik cevap: - Sünnet olduğumdan beri.
Konumuzun özü:
Biz âyeti celileye verilmesi gereken gerçek meali verelim: 172,173.
âyetler: (İki âyet tek bir cümle olduğundan; (ikinci âyet birinci
âyetin/cümlenin öğeleri durumunda olduğundan) bir bütün halinde
meallendirdik.)
“Halbuki
senin Rabbin, kıyamet günü, “Biz, bunlardan gâfildik” demeyesiniz,
yahut “Bundan önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen
zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi
mi helak edeceksin?” demeyesiniz diye âdemoğullarının sulbünden onların
soylarını çıkarır, ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık
ediyoruz.” 174- Ve biz böyle, âyetleri açıklıyoruz, artık herhalde dönerler.
Anlatım düzeni:
Surede
94-102 âyetler kendisinden önceki kıssa dizisinin yorumu olduğu gibi
konumuz olan 172-174. âyetler de kendinden evvelki kıssa dizisinin;
pasajın bağlama bölümüdür. İyi tetkik edilmelidir.
Konumuz
olan âyetlerin meal ve tefsirlerinin ekserisi hatalıdır. Rivâyetlerin
etkisiyle gerçek anlamdan uzaklaşıldığı gibi lafzi ifadelere de bir çok
eklemeler yapılmıştır. O nedenle acizane âyetleri sözcük sözcük tahlil
edip Allah’ın izniyle gerçek anlamı gözler önüne sereceğiz. İsteyenler
de piyasadaki tefsir ve mealler ile mukayese edebilirler. İlmi dirâyeti
olanlar da kontrol edebilirler.
Halbuki senin Rabbin,
Metinlerde
“iz” edatı genellikle “vaktiyle, bir zamanlar” diye tercüme edilir.
Halbuki “iz” edatı, ânî ve beklenmedik bir şeyin vukuunu, ya da
söylemdeki ani bir dönüşü/değişikliği ifade etmek için kullanılır. Bazı
tefsircilerde bir çok yerde “iz” edatının anlamca zait olduğunu, kelamı
süslemek için kullanıldığını söylerler. Ve tefsir ve meallerin çoğunda
da manaca ihmal edilir.Konu herhangi bir pasaja başlangıç olur. Burada
ise âyet, “ve” ile başladığından bu âyetin kendisinden evvelki
âyetlerle bağlantılı olduğu anlaşılır. Hal böyle olunca da “halbuki
senin Rabbin.....” demek gerekmektedir.
Konumuz
olan üç âyet kendilerinden evvelki pasajın (163-174. âyetler) bitim
noktasıdır. Pasajın bağlanma paragrafını oluşturmaktadır. Bu pasajda
özetle, “Rabbimizin insanları bazı şeylerle deneyeceği, insanların bir
kısmının sorumlu, duyarlı bir kısmının da vurdum duymaz olup
görevlerini yapmayacağını, sorumsuzların cezalanacağını, sorumlu
olanların yaptıklarının karşılıklarını alacakları, bu durumun kıyamete
kadar süreceği bildirilip, kafirlerin, yaptıklarını bilerek ve seçerek
yaptıklarını, kesinlikle gafletten ve bilgisizlikten, bilinçsizlikten
kaynaklanmadığını ve bunu onların, herhangi bir bahaneye başvurmadan
itiraf edecekleri (kendi aleyhlerine tanıklık edecekleri”
bildirilmektedir.
kıyamet
günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz, yahut “Bundan önce
atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız,
bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi helak edeceksin?”
demeyesiniz diye Rabbimiz, her kuşağa, her nesile Rabblik görevini niçin yaptığının gerekçesini bildiriyor.
âdemoğullarının sulbünden onların soylarını çıkarır, Kıyamete kadar, insan soyundan oluşan her nesil, her kuşak, Âyetin
orjinalinde fiiller, “ehrace, çıkardı, eşhede/tanık etti, kâlû/dediler,
şehidna/tanık olduk” diye fiili mazi/geçmiş zaman kipiyle ifade edilir.
Ne var ki insanların yeryüzüne gelişi, Âdemden kıyamete kadar nesilden
nesile devam edecektir. Ve bu süreçte Cenab-u Hakk insanoğlunun
Rabbidir. Onlara gerekli yetileri vermiş, onların Hakk’ı bulmaları
için kitap indirmiş ve peygamber yollamıştır. Onların yetileri ve
kitaptan ve peygamberden yararlanmaları süreklidir, tekerrür
etmektedir. Ve son insan nesline kadar da devam edecektir. Bu geçmişte
herhangi bir zaman diliminde olmuş bitmiş değildir.Öyleyse âyetteki
fiilimazi kipleri, fiili muzari( şimdiki zaman-geniş zaman) şekliyle
meallendirmek gerekir. Fiili mazi oluşu, Allah için zamanın olmayışı
ve işin vukunun gerçekliğini vurgulamak içindir.
ve onları kendi aleyhlerine tanık eder;
Piyasadaki
meal ve tefsirlerde bu bölüm de yanlış olarak ifade
edilmektedir.(Kendilerine şahit tuttu) gibi. Halbuki tanıklık lehte de
olur aleyhte de olur. Buradaki ifade (ala enfüsihim/kendi aleyhlerine)
aleyhte tanıklıktır. Bu kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Ve bu
olayın nihai açıklaması olan En’âm 130. âyete iyi dikkat etmelidir.
Aşağıda mealen sunduk.
Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Konuyu
anlayabilmek bu soru cümlesinin mânâsını ve pasaj içerisindeki yerini
bilmeye bağlıdır. Piyasadaki tefsirler ve mealler âyette olmayan “dedi, demişti” gibi eklemeler yapmaktadır. Âyette öyle bir ifade yoktur. Bu
soru cümlesi âyetin ön bölümünün tefsiridir. Yani “elestü bi rabbiküm,
Kâlû, belâ. Şehidna/ Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Derler ki: Evet,
Rabbimizsin. Tanık oluyoruz.” cümlesi, “Ve eşhedehüm alâ enfüsihim/ve
onları kendi aleyhlerine tanık eder.” cümlesinin bedelidir, onu
açıklar, tefsir eder. Allah’ın insanları kendi aleyhlerine nasıl tanık
ettiğini açıklamaktadır.
Gelelim anlamına: Soru cümlesi olması: Cenab-u
Hakk onların Rabbi olmasına rağmen, onların cevabını bilmesine rağmen
burada soru cümlesi kullanmış. Soru cümlesi olması Belâğat gereği ve
diyalog yapılan pasajların levazımındandır. Belâğat ilminde açıklanır
ki, soru cümleleri daima bir şeyi sorup öğrenmek ve anlamak için
kullanılmaz. Çok kere bir şeyi inkar veya takrir için veya muhataba
iltifat ve minnet için veya muhatabı tekdir ve sorumlu tutmak için
kullanılır.
Rabb sözcüğünün anlamı:
Rabb,
“Terbiye edip eğiten. Yarattıklarını belirli bir programa göre uygun
olarak, bir takım hedeflere götüren. Tekamülü programlayıp yöneten”
demektir. Ama bu gün toplumda ilah, yaratan anlamında kullanılıyor.
Mesela bu âyet, “Ben sizin Allah’ınız, yaratıcınız değil miyim?” gibi
anlaşılıyor. Bu anlayış yanlıştır.Yanlış anlamalara ve yanlış kavram ve
inançların oluşmasına neden olmaktadır. Soru cümlesinin gerçek anlamı,
“ Ben, sizi terbiye eden, sizi bir hedef için hazırlayan; size akıl
fikir veren, size doğruyu bulma, Rabbinizi bilme, hakikati idrak
edebilme güç ve istidadını veren, ayrıca size peygamber yollayan, kitap
indiren değil miyim?” demektir.
Derler ki:
“Elbette Rabbimizsin,
Arap
dilinde “neam” ve “belâ” sözcükleri tasdik edatıdırlar. Her ikisi de
“Evet” manasını ifade ederler. Fakat kullanımları farklıdır. “Neam”
edatı, olumlu, olumsuz her söyleneni tasdik ve takrir eder. Mesela:
“Ali geldi mi?” sorusuna karşı “neam” denilse, “evet, ali geldi.” demek
olur. “Ali gelmedi mi?” sorusuna karşı “neam” denilse, “evet, Ali
gelmedi.” demek olur. “Belâ” edatı ise böyle değildir. Bu sadece nefye
cevap (olumsuz soruya cevap) olarak kullanılır ve menfinin sübutunu
(olumsuzun sabit olduğunu) ifade eder. “Ali gelmedi mi?” diye sorulan
soruya “belâ” diye cevap verilince “evet, Ali geldi.” denilmiş olur.
Konumuz
âyette de “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna “belâ” diye cevap
verilmiştir. Anlamı “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” demektir. İnsanlar
kesinlikle inkara yönelemezler. Evet sen bizim rabbimizsin: Sen, bizi
terbiye ettin, bizi bir hedef için hazırladın; bize akıl fikir verdin,
bize doğruyu bulma, Rabbimizi bilme güç ve istidadını verdin, ayrıca
bize peygamber yolladın, kitap indirdin. Ama biz..........” derler. tanıklık ediyoruz.”
Âyetin
bu bölümü de tefsirlerin çoğunda yanlış olarak açıklanır.”Senin
Rabbimiz olduğuna tanığız” diye sunulur. Bu yanlıştır. Âyette neye
(mef’ul-u bih) şahid oldukları beyan edilmez. Açıkça beyan edilse edebi
kurallara uymazdı. Âyetin sibakının delaletiyle “şehidna” fiilinin
mef’ulu, mukadder, mahzuf “ala enfüsina”dır. Yani “Biz kendi aleyhimize
tanık oluyoruz” demektir. Arapça bilenler lafzi ifadelere iyi dikkat
etsinler. Gerçeği birebir görsünler. Şu âyet de bu âyetin tefsiri
mahiyetindedir:
En’am suresi âyet 130, 131:
“Ey
cin ve ins topluluğu! Size göstergelerimizi anlatan, bu günle
karşılaşacağınıza dair sizi uyaran, kendinizden elçiler gelmedi mi?
–Diyecekler ki. “Kendi aleyhimize şahidiz!- Basit hayat onları aldattı
da inkarcı olduklarına, kendilerine karşı tanıklık ettiler. Gerçek şu ki, Rabbin, insanları henüz bilgisizken, haksız yere, kentleri asla helak etmez. ”
Bu hususta A’raf suresi âyet 37 ve Nahl suresi 89. âyete de bakabilirsiniz.
Âyeti
kerimeleri doğru anlarsak ne garip rivâyetlerin arkasına düşeriz ne de
kimin nesi olduğunu bilmediğimiz adamların bize empoze ettikleri
inançların arkasına.
Dua edelim: Rabbimiz! İlmimizi, anlayışımızı ve kavrayışımızı artır.
Hakkı YILMAZ
[email protected]
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Görüldüğü gibi sayın Hakkı Yılmaz bu konuyu pek çok yönü ile ele almış. Sizin görüşünüzle aynı istikamette olduğu için, ben bu görüşü de kastederek dedim ki, emanetin insan tarafından yüklenmesi meselesinin , kalu bela hadisesi ile bağlantılı olduğunu, yukarıda yazı içerisinde de bir mantık silsilesi içerisinde sunulan, "Herhangi bir sözleşmede taraf olacakların akıllı
ve reşit olması gerekir. Orada zerrelerden bahsedilir. Bildirilmemiş
bilgiler verilmeye çalışılır. Söz konusu sözleşmeyi bilen hatırlayan da
yok. Böyle bir sözleşmeden kimse de sorumlu tutulamaz." görüşünün emanetin insan tarafından yüklenilmesini nasıl izah edebileceğini sordum o kadar. Keza, biz bunu da hatırlamıyoruz.
Not: Sizin yazınız içerisinde bu cümleler zaten geçmiyor. Ama, kalu bela kıyamette yaşanacaktır görüşünün delillerinden birisi olarak sıralandığı için değerlendirdim. Size atfetmiş değilim yani...
Selam ile...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|