Yazanlarda |
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hadi ULUENGİN [email protected]
Mazlumun ahı ve vahı
"MAZLUM millet"!
Yahut, İtalyan faşizminin temellerini hazırlayan Enrico Cordini’nin kendi ülkesini tanımlarken kullandığı ve salı günü buraya aktardığım ifadeyle, "proleter millet"!
Veya, Bolşeviklerin "ezilen halk" ya da Nazilerin "mağdur ulus" kavramları!
Artı "Üçüncü Dünya"; artı "periferik çember"; artı "Doğu camiası" deyimleri!
Tabii bunlara bir de, şimdilerde pek moda olan "oryantalizm"i eklemek gerekiyor.
* * *
YUKARIDAKİ terminoloji
20. yüzyıl başından beri hemen her kapıyı açan bir sihirli değnek
olarak kullanılıyor. Kim ki yukarıdaki lûgati paralıyor, önünde akan
sular duruveriyor.
Nitekim, "sağ" ve "sol" tanımları
altında birbirlerine zıt olduklarını iddia eden ama aslında ikiz kardeş
kimliği taşıyan tüm modern totalitarizmler aynı kaba def-i hacet
eylediler.
Zaten, o totalitarizmlerin kökeni de çok büyük ölçüde bu ortak paydadan kaynaklanır.
Faşizm
ve bolşevizm; Nazizm ve komünizm, dışarıda saldırganlık ve içeride
zaptiyelik siyasetlerini hükümrán kılabilmek için kendilerini hep "mazlum" ve "mağdur" ilán ettiler.
* * *
PEKİ de, kim, neye ve hangi kıstas göre "mazlum", "proleter" ve "mağdur"dur?
Emperyalist sofraya geç oturduğu için kendini "proleter millet" ilán eden ve Kara Afrika’dan Somali’yi ve bizim İmparatorluğumuzdan da Trablusgarp’ı kapan bir İtalya mı?
Yoksa, Bakü’de "Şark Şûrası" toplayarak yine kendine "Doğu halklarının hámisi"
sıfatını vehmeden, ama Azerilerden Yakutlara ve Çeçenlerden Tatarlara,
o Doğu halklarına karşı en dehşet mezálimi uygulayan bir kızıl Rusya mı?
Asla! Eğer bunlar "mazlum" ve "proleter"se, eh zahir ben de esir ve paryayım.
Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü bulunduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz.
* * *
O da
şu ki, İtalyanların çullandığı aynı Somali veya Habeşistan’da
köleliliğin hüküm sürdüğü; hátta bu ikincisinin de hanidir Eritre’yi "mağdur" kıldığı vakıası inkár edilemez. Artı, Dersaadet’ten Roma tahakkümü altına girmiş bir Libyalının da bize "peki ama, daha önce sizin burada ne işiniz vardı" demek hakkına sahip olduğu unutulabilir mi?
Yahut, Rus ve Alman tahakkümü altında "ezilen"
Lehlerin de Yahudileri ezdiği; aynı Yahudilerin ise İsrail’e göç
ertesinde bu defa Filistinlileri ezdiği nesnel bir olgu değil midir?
Evet evet, örnekleri sayısız biçimde uzatabilirim, fakat bunlar hiçbir şey ifade etmiyor.
* * *
ETMİYOR,
çünkü insanlık tarihi açısından baktığımız takdirde karşılıklı rollerin
derhal, anında, bir çırpıda değiştiği, değişebildiği ve değişebileceği
göz çıkartıyor.
Her "mazlum"un "zalim"; her "proleter"in "patron"; háttá her "maktûl"ün de "cellát" olduğu, olabileceği ve muhtemelen de olmaya can attığı bir vakıa oluşturuyor.
Zira heyhat, bu bireysel ve toplumsal içgüdü o insanın mayasında fırsat kolluyor.
O halde, kendi siyaset söylemini böylesine bir "mağduriyet" temelinde inşa etmeye kalkışan tüm ideolojilere sonsuz ihtiyatla yaklaşmak gerekir ve de mutlaka gerekiyor.
* * *
HELE hele, o ideoloji bizdeki "ulusalcılık" gibi totaliter, en azından otoriter sağ ve sol uçların halvete girmesiyle oluşuyor ve "mağdur"
edebiyatını hayal alemi, korku tezahürü, nefret yansıması ve kompleks
tepkisi ekseninde inşa ediyorsa, ihtiyat kırmızı alarma dönüşür.
Üstelik, cilá biraz kazındığı an geçmişindeki ve şimdisindeki "tahakküm şehveti" ve "tahammülsüzlük şiarı" göz çıkarttıyorsa, böyle bir "mazlum" (!) ancak sırta ürperti verir.
Oysa başta söyledim, İtalya ve diğerleri "proleter millet" yakınmasından çok çektiler.
Umalık ki, ders çıkarttık ve "mazlum ulusalcı" sızlanmasına karşı bağışıklık kazandık.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İncinmiş gurur ve milliyetçilik
Yirminci yüzyılın önde gelen fikir tarihçilerinden Isaiah Berlin
(1909-1997), siyasî bir doktrin olarak milliyetçiliği, kişilerin bir
gruba ait olma duygusuyla ve başkaları tarafından saygı görme ve
tanınma isteği ile de karıştırmamak gerektiğine dikkat çeker. Ona göre,
milliyetçiliğin kendi ulusunun emsalsizliğini ve üstünlüğünü vurgulayan
patolojik bir yanı vardır.
Berlin, milliyetçiliği doğuran asıl etkenin bir toplumun gururunun incinmesi veya onurunun yaralanması olduğunu söyler. Sırf ulusal bilinçten, yani bir ulusa ait olma duygusundan ayrı olarak, milliyetçilik bir toplumun geleneksel değerlerine tepeden bakan veya onları aşağılayan bir tutuma tepki olarak ortaya çıkar. İncinmiş gurur ve aşağılanmışlık duygusu ise zamanla ulusal bir öfkeye ve kendi ulusunu yüceltmeye götürür.
Ne
var ki, yine Berlin’e göre, bir toplumun kolektif bilincinin
yaralanması milliyetçiliğin ortaya çıkması için zorunlu olmakla
beraber, yeterli değildir. Milliyetçilik esas itibariyle, toplum
içindeki bir grubun toplumun bu hissiyatını, kollektif varlık için yeni
bir sadakat temeli veya bir iktidar dayanağı oluşturacak şekilde
manipüle etmesiyle ortaya çıkar. Nitekim, milliyetçiliğin ilk gerçek
örneğini oluşturan 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarındaki Alman
milliyetçiliği, yaralı kültürel onurla felsefî-tarihsel bir vizyonun
toplumun acısını yatıştırmak ve bir direniş odağı yaratmak için
birleşmesinin bir sonucuydu.
Çünkü Almanlar o sıralarda
İspanya, İtalya, İngiltere ve özellikle Fransa gibi Batı Avrupalı
uluslara nispetle kültürel ve siyasî bakımdan geri sayılıyorlardı. Buna
tepki olarak Alman entelektüelleri kendi kültürel değerlerinin
üstünlüğünü ilán etmeye başladılar. Böylece, manevî ve kültürel bir
diriliş hareketi zamanla Almanlar’ın üstünlüğünü güç yoluyla göstermeyi
amaçlayan politik bir harekete dönüştü.
Berlin’in görüşü
Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışını da açıklayabilir görünüyor.
Nitekim, milliyetçiliğin Türkiye’deki tarihi de Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılış acılarının zirve noktasına çıktığı dönemle
başlar. İmparatorluktaki ayrılıkçı milliyetçiliklerin de ‘Osmanlı’ların
gururunu yaraladığı ve bunun onlarda yeni bir kolektif kimlik arayışını
tahrik ettiği açıktır. Birinci Dünya Savaşını’nın ardından gelen
Mondros Mütarekesi’nin ve Sevr planının onur kırıcı şartları da
milliyetçiliğin Anadolu hareketinin temel ideolojisi haline gelmesine
yol açmıştır. Başlangıçta bir direniş referansı halinde olan
milliyetçilik Cumhuriyet’in kurulmasını takiben ‘Türk ulusu’nu aşırı
ölçüde yücelten, onu dünyanın merkezi ve uygarlığın kaynağı olarak
takdim eden bir ideoloji hüviyetine bürünmüştür.
Kanaatimce,
bu ideolojinin son yıllarda ‘ulusalcılık’ adı altında yeniden yükselişe
geçmesi de aynı şekilde açıklanabilir. Bir farkla ki, bu sefer
‘incinmiş gurur’ duygusunun olgusal hiçbir karşılığı yoktur. Bu, kendilerine
yeni bir iktidar dayanağı arayan çevrelerin toplumun hissiyatını
manipüle etmek suretiyle tamamen bilinçli olarak yarattıkları bir
kuşatılmışlık ve aşağılanmışlık algısının sonucudur. Bu imal edilmiş incinmişlik duygusunu,
esas olarak, sözkonusu odakların AB’yle bütünleşmenin yeni bir ‘Sevr’
olduğuna toplumu inandırmak üzere demagojik maharetlerini seferber
etmiş olmalarına borçluyuz.(Mustafa Erdoğan-STAR Gaz.)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
bilgi.ve.hikmet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 19 ocak 2007 Gönderilenler: 143
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ogün Samastın çevresinde dar alanda kısa psikolojiler..
CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan der ki: "Bizim de Şehitlerimiz Var!"
3 kelimelik kısacık bir cümle. o kadar net ki.. anlaşılmayacak hiçbir şey yok.
"Bizim" karşısında bir de "Sizin" var : Yani Bizim Türk Ordusu, Şehitlerimiz... Aileleri, Çocukları...
"Şehitleriniz" karşısında ise Hayatının baharında haince kurşuna hedef olmuş Bizim MEHMETLERİMİZ! var..
var da var..
Bir de şu var dar alanda kısa psikolojilere, girdaplara, isyanlara sürükleyen..
Benim vergimle, milyarlarca milletvekili maaşı alan, sülalesini istediği tam teşekküllü özel hastanede benim kesemden tedavi ettirebilen.. Kumanyayı dahi meclisten nimetlenerek mideye indiren, aç karnını doyuran sonra da vatana ihanet edenlere "Bizim" diyebilen bir çukurluk var.
Bir de şu var dar alanda kısa psikolojilere, girdaplara, isyanlara sürükleyen..
CHP bizzat Atatürk'ün kurmuş olduğu Siyasi Parti. Ve kafasını kuma gömerek hem İsa'ya hem Musa'ya yalpa eden bir kimliği (ya da kimliksizliği) omurgasızlığı var.
"Bizim de Şehitlerimiz Var!" "Bizim de Şehitlerimiz Var!" "Bizim de Şehitlerimiz Var!"
dün televizyonda kulağımla duydum.. çınnn çınnn çınlıyor kafamda.. ne sakinleştirici.. ne sabır.. fayda vermiyor. beynim zonkluyor.. gözlerim kararıyor.. içim sıkışıyor...
isyanlardayım. alayına isyanlardayım.
alıntıdır.
__________________ "Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik." A'raf-7
|
Yukarı dön |
|
|
ebu turab Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 529
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ebuzer yazdı:
Bugün Kirmanç, Zaza, Sorani ve Gorani unsurlarını homojen ortak bir payda olarak Kürt ulusu çatısı altında birleştirmeye onlara ait özel bir dil özel bir alfabe ve özel bir “biz” bilinci kazandırmak için gerek PKK sol-ulusalcı söylemiyle gerek Hakpar gibi sağ-muhafazakar söylemiyle gerekse KDP-KYB gibi Laik muhafazakar söylemiyle aynı Kürt Ulusalcılığını dillendirmektedirler. İşte bu Avrupa destekli modern toplum projesinin bugünkü çalışmaları zaten Türkçülük, Arabizm ve Pers ulusacılıklarıyla yaralanmış ortak Müslüman kimliğinin daha da bölünmesi daha da atomize edilerek Müslümanların sekülerleştirilmesini doğurmaktadır.
selam ebuzer,yazının tamamının hülasası diyebileceğim bu paragrafın altına imzamı atıyorum.
__________________ "sadece iki şey sonsuzdur evren ve insan ahmaklığı..
ilkinden o kadar da emin değilim." (albert einstein)
|
Yukarı dön |
|
|
dördüncü_melek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 28 aralik 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 132
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Alıntı:
Şükrü Hüseyinoğlu: Ulusçuluğun Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Fars’ı: Al birini vur ötekine |
|
1 Yorum |
Salı, Şubat 06, 2007 |
|
İlk bakışta Türk ulusçuluğuyla Kürt ulusçuluğu, Fars veya Arap ulusçuluğu, ya da Kürt ulusçuluğuyla Arap veya Fars ulusçuluğu birbirinin aksi kutbu, can düşmanı olarak görülür değil mi? Nitekim birbirlerine bakışları öyledir de.
Oysa gerçekte bu ideolojiler birbirlerinin olmazsa olmazı, besleyicisi, varlık sebebidirler. Biri olmazsa öbürü de ayakta duramaz. Türk ulusçuluğunun varlığı Kürt ulusçuluğuna, Arap ulusçuluğunun varlığı Türk veya Fars ulusçuluğuna tehdit oluşturmak bir yana zemin hazırlayıp meşruiyet kazandırmaktadır. Biri olmazsa diğeri de varlık gerekçesini kaybedecektir zira.
Ulusçu ideolojilerin kökeni bilindiği gibi 1789 Fransız devrimine dayanmakta. Söz konusu burjuva devrimiyle birlikte Fransa’da zirveye ulaşan ulusçuluk (nationalism) ideolojisi, kısa zaman içerisinde tüm imparatorluklar üzerinde yıkıcı etkisini göstermiş, Osmanlı’da da Balkanlar’dan başlayan bir ayrılık rüzgarı esmesine yol açmıştır.
İlk planda gayri Müslim unsurlar arasında revaç bulan bu akım, giderek, Osmanlı nüfus kayıtlarında “İslam” olarak aynı kategoride yer alan Müslüman halklar arasında da Batıdan etkileşim oranında kendini göstermeye başlamıştır. İslam coğrafyasını bölüp parçalayan ve emperyalizm ve siyonizmin bu coğrafyaya gelip yerleşmesine zemin hazırlayan temel faktör de, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman halklar arasında kendini göstermeye başlayan ulusçu akımlar olmuştur.
Ulusçu akımlar, başında Türk, Kürt, Arap, Fars... ne yazarsa yazsın menşei itibariyle aynı yere dayanırlar, birbirlerinden beslenip, çatışarak var olmaya devam ederler. Varlık sebepleri ötekinin varlığı olduğundan çatışmacıdırlar, düşmansız yapamazlar.
Bu gerçeğin en abartılı biçimlerinden birini, Türk ulusçuluğunun teorisyenlerinden Nihal Atsız’ın, oğlu Yağmur Atsız’a, oğlu henüz dört yaşında bir çocukken, 4 mayıs 1941 tarihinde yazdığı vasiyette görürüz:
“Oğlum Yağmur, bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetimi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi iyi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır.
Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlar tarihi düşmanımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizler, Domenler yeni düşmanımızdır. Japonlar, Afganlar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürciler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun.”
Eminim benzer metinler Arap, Kürt, Fars ve tabii İngiliz, Fransız, Alman, Amerikan… ulusçuları tarafından da kaleme alınmıştır. Çünkü ulusçuluk ideolojileri karşılıklı düşmanlıktan beslenen temel mantaliteleri gereği birbirlerine düşman olan/olması gereken kardeşlerdir aslında. Biri yoksa diğeri taraftar toplayamaz, var olamaz.
Ulusçuluk bahsi açmışken, Türk ulusçuluğunun ilk ideologlarından (sonraları Kemalizmin de ideologlarından olmuştu) Tekin Alp takma adlı Yahudi Moiz Kohen’den de söz etmeden geçmek olmaz tabii. Bir taraftan Turancılık propagandası yapacak kadar koyu Türk ulusçusu görüntüsü veren, ama aynı zamanda Dünya Siyonizm Kongresi’ne katılmaktan da geri durmayan, hatta sonraları o kongrede savunulan “Yahudilerin sadece Filistin’e göç etmeleri gerektiği” fikrine karşı çıkıp Anadolu’ya da göç edilmesi gerektiğini savunduğundan Siyonist çevrelerce eleştirildiği için, “Siyonist olduğuna ve olmaya devam edeceğine” dair mektup kaleme alıp kendisini savunan bu karanlık isim hangi maksatla Türk ulusçuluğu kışkırtıcılığı yapmıştır iyi araştırılmalı…
Bu yazıyı, geçenlerde Hilal Tv’de Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı “Bir Başka Açıdan” adlı programa konuk olan, ismini hatırlayamadığım Iraklı bir Türkmen’in anlattıklarından yola çıkarak yazmaya karar vermiştim aslında ama girizgah yazının büyük bölümünü teşkil etti. Konuşmasının bir bölümünde sözünü ettiğim program konuğu şu ilginç bilgileri vermekteydi:
“Şu an Özerk Kürt Yönetimi’nin idaresinde olan Erbil’de, Kürtçe’den başka dil konuştuğunuzda baskı altında kalıyorsunuz, doğan çocuklara Yaşar ve benzeri Türkçe isim veremiyorsunuz…”
Bu uygulamalar size hiç yabancı gelmedi öyle değil mi? Çünkü coğrafyalar değişse de mantalite aynı, ideoloji aynı. Biri bunu Türk ulusçuluğu adına yapıyor, biri Kürt ulusçuluğu adına… Biri Türk ulusçuluğu adına Kürtçe’den rahatsız oluyor, diğeri Kürt ulusçuluğu adına Türkçe’den…
Sadece bu kadar değil. Türk ulusçuluğu nasıl Allah’ın dini dahil her şeyi Türkleştirme çabası içine girdiyse (Reşit Galip’in “Müslümanlık Türk’ün milli dini” çalışmasını ve bu çalışma çerçevesinde 1932 yılı Ramazanında girişilen Türkçe ezan, Türkçe namaz gibi dayatmaları hatırlayın), Kürt ulusçuluğu da benzer bir dayatmayı Kürtleştirme yönünde yapmakta şimdilerde. Birçok İslami kavram Kürtçe’den atılıp yerine “öz Kürtçe” tabirler yerleştirilmeye çalışılmakta.
Kısacası ulusçu ideolojiler birbirlerinin panzehiri değil, yekdiğerinin kopyası, tıpkı-basımıdırlar. Kürt, Türk, Arap ya da Fars ulusçuluğu birbirinin rakibi, aksi kutbu filan değil, birbirinin olmazsa olmazı, besleyip büyütenidir. Hepsi de Batıdan ithaldir ve emperyalizmin böl-parçala-yönet politikalarının İslam dünyasındaki truva atlarıdır. Rabbimize hamdolsun ki, Kur’an’ın ilkeleri ışığında bizler topuna birden “la” diyoruz. |
|
|
|
| |
__________________ Ve elçi dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktı'' (furkan-30)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|