Yazanlarda |
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mustafa Kutlu-Yeni Şafak
Ekmek meselesi
Beslenme sorununu kendisine dert edinmiş ve
bilhassa “ekmek” konusunda uzmanlaşmış bir doktor arkadaşım şu tesbiti
yaptı: “Ekmekte insan vücuduna gerekli olan hemen bütün temel
elementler bulunmaktadır.”
Buğday üretimi ve tüketimi bu açıdan önemli.
Halk dili ile ifade edersek, “Ekmeksiz kalma korkusu neredeyse susuz
kalma ile eşdeğerdedir.” Tarıma üvey evlat muamelesi yapan, köylüyü hor
gören zihniyet bu alanda gelişmemize ket vurmuştur.
Buna bir de “köylerin boşalması”nı ekleyin.
Bakınız bugün itibarı ile daha önce buğday ekilen 4,5 milyon dönüm
arazi boş yatıyor. Bu 4,5 milyon dönüm arazi neredeyse bir ülke
yüzölçümü kadardır. Ekilebilse kaç kişiyi besler. Ama kazın ayağı öyle
değil. Köylü köyünü iş olsun diye terk etmiyor. Araziden verim
alamadığı, aldığı ürün kendini ve ailesini beslemediği için şehre
göçüyor.
Daha önce de yazdık, mesele ile ilgisi olanlar
zaten biliyor. Türkiye'de tarım arazisi hem coğrafî özellikleri
yüzünden, hem miras yolu ile parçalandığından, “büyük işletme” kurmak
için müsait değil.
Çiftçilerimiz genellikle buğday, pamuk, yağ
bitkileri, pancar ve mısır üretiyor. Ancak üretim biçimleri ve arazi
yapısı sebebi ile bu alanda başka ülkelerin çiftçileri ile rekabet
şansları yok. Hem verim, hem kalite, hem de maliyet açısından.
Bu sebeple alternatif tarım ürünü üretimine
geçilmesi şart. Ama bu kolay bir iş değil. Zaman, bilgi, sermaye, sabır
ve eleman istiyor.
Açıkçası, günümüzde yüzde otuzların altına
inmiş olan köylü nüfusunu zor yıllar bekliyor. Onların zorlanması (ürün
kıtlığı), şehirlerde ekmek darlığına sebep olacak.
Küresel ısınmanın yedeğinde gelen su sorunu da
bu bağlamda ele alınmalıdır. Suyu az bölgelerde ekonomik tarım
yapılması mümkün değil. Bu sebeple su kullanımında dededen kalan
usûlleri bırakıp modern sulamaya geçmek bir mecburiyet. Türkiye tarıma
müsait 240 milyon dönüm toprağının ancak 45 milyon dönümünü
sulayabiliyor (O da çokluk ilkel usuller ile). Acil olarak sulama
konusunda yatırım yapmamız lâzım. Bunun için bilgi, eleman ve eğitim
şart. İronik bir durum, ama binlerce ziraat yüksek mühendisimiz şu
günlerde işsiz dolaşıyor. Tarımı ne kadar ihmal ettiğimize bu rakamlar
şahitlik eder.
Türkiye'de tarımda çalışanların toplam
istihdam içindeki varlığı yüzde otuz civarında. Bu rakam AB ülkelerinde
% 4.3; ABD'de ise % 2.2.
Karşımızda esas itibarı ile “küçük çiftçi”
denilecek bir kesim var. Bu kesimin hem kendine, hem de ülkeye faydalı
olması, ancak tarımda alternatif ürünlerin devreye sokulması ile
sağlanabilir. “Organik tarım” bu çerçevede bir imkân olarak
görülebilir. Usulüne uygun yapıldığı zaman müşterisi hazır, fiyatı
yüksek. Bazı ürünlerde dünya piyasalarında rekabet edebilir.
Tarımın beslediği nüfusu sadece köylülerden
ibaret görmeyelim. Köydeki nüfus kadar bir de şehre göçmüş köylümüz
var. Bunlar şehirde ne doğru dürüst iş bulabiliyor, ne geçinebiliyor.
Yiyecekleri yine köydeki akrabaları tarafından ekilen arazilerinden
geliyor. Köydeki nüfus geleneksel hayatın içinde bir “kanaat
ekonomisi”ni sürdürebilir. Oysa şehirdeki köylülerin ikinci kuşağı bir
tüketim toplumunun ortasına düşmüştür. Doyumsuz, lumpen, saldırgan,
genç ve eğitimsiz bir kalabalık. Bu genç nüfusun yarattığı kargaşa
asayiş sorunlarının artışını tetikliyor.
Bakınız buğday-ekmek derken nerelere geldik.
Tarım meselesi benim gibi edebiyatçılara kalmamalı. Konunun uzmanları,
entelektüelleri sürekli tartışmalı ve çözüm yolları göstermeli.
Unutmayalım; ekmek ve su hepimizin derdidir.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Lumpenin çevre mektubu Hop bilader, Dünyanın taklaya
geldiği bu günlerde küresel artisliğin arttığı ve lavukların sera
gazlarını ortamlara salması sebebi ile küçük kamillerin geleceğinin
deve olmaması için alemlere akarken caz yapmamanı, doğanın karizmasını
çizdirmemeni, hastası olduğumuz ilik gibi temiz çevreyi ve denizi
kafadan kopartmamanı, kafana göre takılmamanı, gereksiz pati çekip ve
makas atıp çıkarttığın egzos gazlarıyla beni uyuz etmemeni, her mangal
olayına lapin gibi atlayıp ormanları sakata getirmemeni, salağa yatıp
fabrikalarındaki atıkları temiz sulara koyup geçmemeni, psikopat gibi
verimli alanlara bina kakalamamanı, mal mal bakmayıp çevrene duyarlı
olmanı damardan ve dibine kadar tavsiye ederim. Tamam mı bilader? Akıllı ol, Kyoto’yu imzala! Çevreye duyarlı ol! Ayar etme adamı, almayayım aklını!... Hadi ikile!... Şşşşş! (Levent Tülek)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam size değerli arkadaşlar inşallah hepiniz iysinizdir,
Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (NAHL SURESİ / 112)
bir başka meal,
|
Allah, şu ülkeyi/medeniyeti de örnek vermiştir: Güvenli, mutlu-huzurlu idi; rızkı her yandan bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de Allah kendilerine, sanayi olarak ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/birlikteliğini/karmaşasını tattırdı,
öncelikle sultan kardeşime teşekkürlerimi sunuyorum, kendisiyle bu meseleyi bri daha müzakere etmek nasip olmadı ama o da artık brdan okur ve burdan devam ederiz, Rabbim dilerse, ama kendisine teşekkrülerimi sunayım, tabi önce Rabbime hamd, sanayi toplumu ve zararları tesbite ettik teşhis ettik, ki çoğu zaman hayat tesbitler ve teşhislerle sürüp gidiyor ya, peki ne yapmalı, muhattap olduğumuz insanların durumları bu, ben şu anda bir markette çalışıyorum 12 saati aşan bir süre, bu toplumda yaşıyorsanız çok azı müsteesna iki seçeneğiniz var, bir ya düzenin ilahlarına şehadet getirerek oluşturdukları sahte cennete girmek, iman elbisenizi girdiğiniz kurumun dışarısında tutarak içeriye yeni kimliğinizle girmek, çalışma saatleriniz az, tatil günleriniz fazla, maaşınız dolgun zamanınız bol,, diğer seçenek,
sabah 8 işe gidersiniz en iyi ihtimalle 9 da çıakrsınız eve gelirsiniz 10 yatarısnız 12 işten artan zaman dilimi iki veya üç saat, geçenler de bir transfer bombası patlatmışlar bilmem kaç milyon dolar, petlasıın özelleştirilme fiyatının bilmem kaç katı fiyata özel bir kuruluş para harcıyor peki bu paranın kazanım alanı ne, o futbolcunun formasını yap sat, tüketim, o futbolcunun parfümünü yap sat tüketim, tvler o futbolcu için maçları yayın hakkı satın alsın yine tüketim, takım o futbolcu adına kombine biletler satsın yine tüketim, peki bu gelen paralar ne ola ki, o paralarla iki katı fiyata daha meşhur bir futbolcu ve yine aynı döngü, markette bilmem kaç küsür kişi çalışıyoruz, insanlar rahat tüketsin diye rafları temizliyoruz, insanlar rahat tüketsin diye evlerine servis yapıyoruz, insanlar rahat tüketsin diye yerleri paspaslıyoruz bilmem kaç milyon kişilik toplumun büyük çoğunluğu işte bu azınlık için işte bu azınlığın tüketimi için çalışıyor ve işte bu azınlık da sadece tüketiyor, tüketenler için çalışanlarınsa tüketecek kadar paraları yok ki, neyi tüketsinler bedenlerinden ve terlerinden başka, eline bir deset para alan kasiyer paraları bana tutarak az önceki alış verişin miktarını söylüyor, gözlerinde acı bir gülümseme, bir aile geliyor bir saat kadar market içerisinde bir sürme arabası ile alışverişlerini bitiriyor ve o ürünleri kasadan geçiren görevli bu bir saat içinde kendisini bir ayda kazandığı parayı bir saat te harcayan bir aileyle karşılaşıyor, işte sanayi toplumu budur, bu güne kadar belki de en uzun süre bu işte çalıştım ve neden bu kadar uzun süre çalışabildiğimi düşündüm geçenlerde aklıma gelen ilk şeyse çalışmaktan kavga etmeye fırsatın kalmadığıydı, kasadan geçen ürünleri poşetlemekten, kasadan geçen şımarıklarla kavga etmeye fırsat kalmıyordu ki,,, ve bu döngünün zirvesşnde yer alan adam, marketin müdürü, sabah 8 akşam 10, bu adam ne zaman evbine misafir alır ne zaman bir dostuna misafirliğe gidebilir sizce, iki günlük çocuğu evde ama kendisi saaat 10 da hala kasaların kapanmasını bekliyor, işte size iki seçenek kulluk ve kölelik, ya rejimin ilahlarına kul olur cenntlerine girersini yada toplumun kölesi olur beliniz yük taşımaktan artık duyarsız hale gelir ama bunun bir üçüncü seçeneği yok mu, var işte tesbitlerin ve teşhislerin bittiği ve adımların atıldığı alan, Rabbimden müslümanların kendi işlerine sahip olmaları için niyaz ederdim, ama artık bırakın kendi işlerinin olmasını müslümanların kendi yerlerşim yerlerinin olmaları gerektiğine yürekten iman ediyorum, kendilerine ait yerleşim yerleri, kendilerine ait evleri, ve aklıma musa kıssası geliyor evlerinkarşılıklı kbıle edildiği, şehir değişikliği, secde ile yer değişikliği, ve özgürlüğün yiyeceği, bu toplum böyle dostlar ben kulluğa razı değildim ama köleliği de sineye çekiyordum,,, ama ona da mecbur değiliz düşünsenize şurda şu kadar kişi yazı yazıyor dem vuruyor herşeyden, bunların bir arada yerleşmesi sizce çok mu zor,,,,,, hayat teşhisler ve tesbitlerle sürerken tedaviler gittikce zorlaşacak, hastalıklı alanlar gittikce büyüyecek ve biz bir önceki durumu tesbit ederken şuan ki hastalık bir başkasını doğruacak,,,,,,,,
selam ve dua ile |
|
Yukarı dön |
|
|
sailamasr Uzman Uye
Katılma Tarihi: 23 nisan 2005 Gönderilenler: 543
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam selam
duhan suresi
Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. (7)
O'ndan başka ilah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir. (8)
Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar. (9)
Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle; (10)
(Bu duman) insanları sarıp-kuşatıverir. İşte bu, acı bir azabtır. (11)
"Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz." (12)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti. (13)
Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir." (14)
Biz sizden bu azabı biraz açıp-gidereceğiz; (ama yine) dönecek olanlarsınız siz. (15)
Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız. (16)
Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmişti; (17)
rabbi zıdni ilmi
selam selam
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Güneş toplayalım insanlık için
Haluk Şahin
Küresel ısınma ile onun bir sonucu olan
kuraklık ve susuzluk nedeniyle sıkıntılı ve huzursuz bir yaz mevsimi
yaşıyoruz. Gelecek daha da karanlık görünüyor. Geçmişin hatalarının
faturaları karşımıza çıktıkca 'ağlarım baktıkça istikbalime' şarkısının
çağdaş versiyonlarını söylememiz kaçınılmaza benziyor.
Belki çok geç kalındı, ama gene de bir şeyler yapmak lazım. Hem
kişisel hem de kurumsal düzeyde acilen birtakım adımlar atmak
zorundayız. Örneğin, Avşa Belediyesi'nin yaptığı gibi... Dünkü Radikal'de
gözünüze çarpmış olabilir. Yeraltı suları çekilen Avşa Adası denizden
içme suyu üretmeye başlayacakmış. Tonu 1 YTL'ye mal olacak olan
elektriğin fazlası diğer adalara satılabilecekmiş. (Tatlısu üretiminde
hangi enerji kaynağından yararlanılacağı haberde yok. Umarım, fosil
yakıt değildir, güneş ya da rüzgâr enerjisidir. Avşa her ikisi için de
uygun bir ada.)
Bu sütunu uzun zamandır okuyanlar bilirler, deniz suyunun
'desalinasyon' yoluyla tatlısuya dönüştürülmesi taktığım konulardan
birisidir. 'Irmaklar tersine akmalı' konulu kaç yazı yazdım son 10
yıldır. Nasıl yazmam: Yerkürenin beşte dördü suyla kaplı ve insanlık
susuzluktan kırılıyor. Su savaşlarının çıkmasına az zaman kaldı.
Ama nedense, silahlanma için trilyon dolarlar harcayanlar,
insanlığın yarını için yaşamsal önem taşıyan bu konuyu bir türlü ciddi
olarak ele almıyorlar.
Nedenini tahmin edebilirsiniz. Silah satıcıları ile petrol
satıcıları ya aynı insanlar ya da aralarından 'su' sızmıyor! İnsanlığın
geleceği değil, bugün kazandıkları para önemli onlar için. Aynı şey güneş enerjisi için de söylenebilir. Yerkürede en bol
bulunan enerji kaynağı güneş ışığı, ama güneş enerjisi kullanımı bir
türlü yaygınlaşmıyor. Maliyetler gittikçe düşse de, kullanımın çok
cılız kaldığı ortada. Ancak, son küresel ısınma krizi, çanların
insanlık için çaldığını ilan ettikçe, konuya önem verenler
çoğalacaktır.
Geçen gün bir Amerikalı misafirimle konuşuyordum. Yaşlı
ebeveynleri güneşi bol New Mexico eyaletinde yaşıyor ve iki panelle
ürettikleri güneş enerjisiyle tüm ihtiyaçlarını karşıladıkları gibi, fazlasını elektrik dağıtım sistemine satıyorlarmış!
Bizde niçin olmasın?
Yalnızca su ısıtma sistemlerinden söz etmiyorum. Dün Zaman
gazetesinde okuduğum bir habere göre Türkiye bu açıdan dünya birincisi
imiş. Ben, bunun ötesinde, New Mexico'daki yaşlı çift gibi, tüm
elektrik ihtiyacının elektrik enerjisiyle karşılanmasından söz
ediyorum. Bakarsınız her ev bir enerji üreticisi haline gelmiş! Demek
ki oluyor, olabiliyor. Ama nasıl?
Güneşi bol Ege sahillerindeki evler niçin bu sisteme geçmesin?
Niçin başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de devlet bu sisteme
geçişi teşvik etmesin? Niçin?
Güneş toplamasını ve paylaşmasını öğrenmek zorundayız! Denemeye
hazırım. Bu konuya da taktım kafayı, gelecek bilgileri sizlerle
paylaşacağım.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kıyametin ayak sesleri
Hani çok sıcak bir yaz yaşadık ya, medya bu kabil durumları abartmak için tabirler sundu: Cehennem sıcakları. Yazımızın başlığı da ona benziyor. Bu teşbihler, tasvirler ağır ağır gerçeğe dönüşünce insanoğlunda şafak attı.
Attı mı diyorsunuz?
Hiç sanmıyorum. Modern teknolojik medeniyetin ve bunu doğuran zihniyetin ve bu zihniyetin kurduğu siyasi-iktisadi-kültürel düzenin "kıyamet benzeri bir felaket yaşanmaksızın" yıkılacağına, yolundan sapacağına inanmıyorum. Bu "çıkmazın güzelliği, şeytanın iğvası, gafletin en koyu halidir."
Hayatın dört temel unsuru (Hava, su, toprak, ateş) kirlendi, bozuldu, istismar edildi. Diğerlerini anladık da "ateş"e ne oldu demeyin. İşte petrol (sönmeyen ateş), doğal gaz, enerji kaynakları ve bunlar uğruna yapılan savaşlar.
Savaş son yaprak düşünceye, son balık ölünceye, son su kaynağı kuruyuncaya kadar sürecek.
Ta ki insanlar şeytanın askerleri olmaktan, birbirlerini yemekten vazgeçinceye kadar. Düzenin devamı için ileri sürülen "Sürdürülebilir kalkınma, geri dönüşüm teknolojileri, tüketimin sınırlandırılması vb." gibi tedbirler boştur, safsatadır.
Eee… Ne yapacağız peki?
Yapılacak şey gayet açık ve nettir. Havaya milyonlarca ton karbondioksit boşaltan fabrika bacaları derhal yokedilmelidir. Arıtma falan vız gelir. Hiçbir ilacın yan tesiri yok edilemez. Fabrikalar kapanırsa insanlar aç kalır safsatası rafa kaldırılmalıdır. Petrol ve petrol ürünleri kullanımdan kalkmalı, dünyada ağaç kesimi yasaklanmalıdır. Ve bunlar gibi binlerce eylem derhal hayata geçirilmelidir.
Kimya ilmini kimyasal silah yapmakta, biyoloji ilmini biyolojik silah yapmakta, fizik ilmini nükleer bomba yapmakta kullananlar, bunların tesisleri, laboratuarları derhal yasaklanmalı; hiçbir sınırlama getirilmeksizin nükleer silahların tamamı imha edilmelidir. Genetikle oynayanlara en ağır ceza verilmelidir.
İnsanoğlu kendini ağır ağır yokeden bu Frakeştayn modern teknoloji'ye tekmeyi vurmalıdır.
Ya sen ne diyorsun kardeşim, ilkel hayata mı döneceğiz?
Şok, şok, şok. Evet öyle. Adamın biri ilkel hayata dönelim dedi. Kah, kah, kah.
Cevabımdır: Organik tarım sonucu üretilen buğdaydan yapılan, içine hiçbir katkı maddesi konulmamış ekmek ilkel ise, işte hedefimiz bu ekmeği kazanmak olmalıdır. O ekmekte insan vücudunun ihtiyacı olan bütün mineraller var. Adam kuru ekmek yese yaşar. Ayrıca yediği ekmekten hastalanmaz.
Kapitalizmin (serbest piyasa) sürekli kâr, sürekli büyüme, bu uğurda insanoğlunun kökünü kurutma hedefi; kapitalizmin kaleleri tek tek yıkılarak yokedilmeli; insanlığa âdil bir yol gösterilmelidir. (Bütün bu işlerin dibinde insanın açgözlü nefsi yatmaktadır. Bu nefsi ancak maneviyat terbiye edebilir. Allah'a hesap gününe inanmayan bir insandan her fenalık beklenebilir.)
Kolaysa sen göster, bekâra karı boşamak kolay.
İşte cevabım: Toprak kutsal, su mübarek, hava dokunulmazdır. Ağaç, kuş, çiçek, börtü böcek; dağ-taş-deniz topyekun tabiat bir mabed sayılmalı, öylece saygı görmelidir. İnsanlar üç-beş zeytin, bir avuç hurma, bir dilim ekmek ile doymaya alışmalı bunun için şükretmelidir. Kimsenin ikiden fazla gömleği, üçten fazla fanilası olmamalı; mümkün ise eskiden oluduğu gibi her fert kendi giysisini kendi üretmelidir. (Burada ifradan karşı tefrid yapmıyorum. "Kanaat en tükenmez hazinedir" düsturunu hatırlıyorum.)
Bütün bunlar ütopya, hayal, iktisat-siyaset ilmine aykırı, dünyanın vardığı çağdaş medeniyete inanmamaktır.
İyi kapı açtın arkadaş.
Çağdaş medeniyetin geldiği nokta şu: Dünya nüfusunun %20 den fazlası günde bir doların altında gelire sahip. Bu rakam 1.2 milyar kişi ediyor. Alenen aç.
Bugün zenginlerin %20 si dünya Gayri Safi Hasılası'nın % 86 sını elinde tutuyor. Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar. Bunun adına "Küresel yoksulluk" deniyor. Ancak daha beteri "Küresel kuraklık". O ne zengin dinler, ne fakir. Düzenin devamından yana olanlar cehennemin leylim çukuruna yuvarlanacak . Kimi on yıl kaldı diyor; kimi yirmi. Benim gibi bilgi fukarası olanların dışında, batıda yüzlerce düşünce adamı buna işaret ediyor, ama kimin umrunda.
Yooo!... Musa Musa da o kadar uzun boylu değil!
Bence ufaktan bir panik başladı.
Siz ne dersiniz? (Mustafa kutlu-Yeni Şafak)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yavru kuşlar uçamadılar...
ANNE kuşlar, son birikinti suyu da kuruyan gölü terk etmek üzere havalandılar.
Yavrularının da kanatlanıp peşlerinden gelmesi için gölün üzerinde daireler çizmeye başladılar.
Ama küçük kuşların uçma zamanı gelmemişti.
Yuvalarının otları arasından başlarını yana yatırıp, gözlerini kırpıştırarak gökyüzündeki annelerine baktılar.
Anneler orada kalsalar, susuzluktan öleceklerdi.
Gitseler; yavruları orada kalacaktı.
Annelik içgüdüsü ile ölümden kaçma içgüdüleri çatıştı. Gökyüzünde dönüp durdular.
Allı turna sürüsü bir indi kuru göle, bir çıktı gökyüzüne.
Çığlıklar
ata ata yavrularını bu erken ve zorunlu göçe çağırdılar, küçük kuşlar
ancak bir-iki adım atabildiler, henüz gelişmemiş kanatlarını çırptılar,
cılız seslerle yanıt vermeye kalktılar, gökyüzüne doğru ağızlarını açıp
kapattılar.
Ama asla uçamadılar.
*
Tuz Gölü’dür burası.
Konya
ile on dört il ve ilçenin kanalizasyonunu bu muhteşem göle akıtmak için
devletin trilyonlar harcayıp 125 kilometre beton kanal yaptırdığı eşsiz
göl...
İnsanoğlunun doğaya karşı ahlaksızlığının ve
saygısızlığının en çarpıcı kanıtı olan ve bunu yok olarak ödeyen bir
yeryüzü harikası...
Gelişigüzel sulama kanalları ile
suyunu bir yandan çekip, öte yandan on dört yerleşimin sanayi
atıklarını, fosseptiğini, kirini, pasını bağladıkları Tuz Gölü.
*
Sonra ne oldu bilmiyoruz.
Ortalık
karardı, birkaç gün sonra gölün kurumuş kıyılarında çok sayıda yavru
kuş buldular Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin
araştırmacıları.
Anneler gitmiş, yavrular ölmüştü.
Bir köylü, muhabire "Yaşayan bir yavru bizim gölgemizi görünce annesi sandı ki, yiyecek geldi diye birkaç kez ağzını açtı, ama öldü" dedi.
Belki son yavru kuştu...
Ve
siz hálá dünyayı kimin ısıttığını, kimin iklimleri bozduğunu, suların
neden kesildiğini, bahçelerimizi ve bizi kimin susuz bıraktığını merak
ediyorsunuz.
Öyle mi?.. [email protected]
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ekonomizm'in sonu geldi
Bulaşıcı bir hastalık gibi, Amerika'dan bütün dünyaya
yayılan tüketim çılgınlığı, Ekonomizm'in sürükleyici gücü haline geldi. İlkesi
ilkesizlik olan, açgözlü ve gösteriş tutkunu kitleler, yeni düşünce ve yaşama
biçimi Ekonomizm'in omurgasını oluşturuyorlar. Sonu gelmez tüketim ve üretim
yarışı sırasında ortaya çıkan, teneke kutular, pet şişeler, plastik torbalar,
egzos ve baca gazları, dünyanın fiziksel ve ruhsal dengesini bozarak, bütün
canlıların hayatını tehdit ediyorlar.
Ekonomizm'in körüklediği tüketim çılgınlığı içinde, her gün biraz daha
tüketmekten başka sorunları olmayan açgözlü insanlar, tokgözlü insanları
ekonomik, siyasal ve kültürel hayattan uzaklaştırıyorlar. Açgözlülerin iktidar
olduğu ekonomik ve kültürel yapıda, herşey metaekonomik değil, ekonomik
kriterlerle belirleniyor. Dağları, denizleri, ovaları, ormanları, gölleri,
nehirleri ve herkesin yararlandığı havasıyla, dünya bitmez tükenmez bir ekonomik
kaynak deposu olarak görülüyor.
Dünya denizleri, karaları ve kendisini kuşatan hava tabakasıyla birlikte
bütün canlılar için tek ve değişmez hayat kaynağıdır. Sonsuzmuşcasına uzanan
dünya kaynaklarının canlıların yaşamasına elverişli kısımları, sanıldığından çok
daha azdır. “Dünyanın kaynakları sınırsızdır” yanılgısına dayanan Ekonomizm'in
değerleri yaygınlık kazandıkça, tüketim çılgınlığı, çevre ve ruh kirlenmesi yeni
boyutlar kazanıyor. Dünyanın sınırlı kaynakları, sınırsızmışcasına tüketiliyor.
Ekonomizm'in değerleri, bütün insanlığın ruhunu paslandırdı. Pasın demiri yok
etmesi gibi, Ekonomizm de insanlığın ruhunu yok ediyor. Tüketim çılgınlığının
verdiği sarhoşlukla, insanlar metaekonomik değerlerden uzaklaştıkça, küresel
ısınmanın yol açtığı iklim değişiklikleri hız ve yoğunluk kazanıyor. Küresel
ısınmanın tetiklediği iklim değişiklikleri, dünyanın bir kısmını seller altında
bırakırken, diğer bir kısmını da, susuzluktan çoraklaştırmaktadır.
Avrupa'da Aydınlanma döneminden bu yana estirilen Postivizm fırtınası içinde,
insanlığın bilinci bulandı, kültürü kirlendi, aklı karıştı ve ruhu paslandı.
Metaekonomik değerlerin yerine ekonomik değerlerin geçmesi, insanla birlikte
iklimi de değiştirdi. Küresel ısınmayla hızlanan iklim değişikliği, bütün
dünyayı tehdit etmektedir. Kuzey Kutbu'ndaki buzların erimesi, Avrupa'yı baştan
sona sular altında bırakabilir.
Anadolu insanının metaekonomik değerlerinde, bir insanın korunması, bütün
insanlığın korunmasıyla bir tutulur. İnsan hayatı ekonomik değil, metaekonomik
bir olgudur. Hiçbir ekonomik değer, bir insan hayatının karşılığı değildir.
Nobel Barış Ödülü, küresel ısınmayı gündemde tutmaya çalışan “Küresel Denge,
Ekoloji ve İnsan Ruhu” kitabının yazarı Al Gore ve Hükümetler Arasında İklim
Değişikliği Paneli, IPCC'ye verildi.
İklim değişikliği ekonomik olmaktan daha çok metaekonomik bir sorundur.
Ekonominin ilkeleri gözardı edilebilir. Ancak metaekonominin ilkelerini hiç
kimse gözardı edemez.
Yeni bir Nuh'un Gemisi'ne ihtiyaç var.
Sınırlı dünyada sınırsız tüketim olmaz [email protected]
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
|
|